Melike Birgölge

Saatlerimizi geri aldık ya hayatımızı?

2 Kasım 2009
Bir ileri bir geri… Ne olacak bunun akıbeti?

Her şey normal seyrinde gidiyor.

 

Gün geliyor, duyuru yapılıyor.

 

‘İleri’ deniliyor.

 

Denilene uyuyoruz, elimiz mahkûm.

 

Yazının Devamını Oku

Hayalleriniz gerçek olana dek...

29 Ekim 2009
Yaşamınıza baktığınızda gördüğünüz ne?

Büyümek…

 

Okumak…

 

Üniversite bitirmek…

 

İş bulmak…

Yazının Devamını Oku

Mutluluğunuz nerede?

26 Ekim 2009
Mutluluk uzak mı size ya da şöyle soralım mutluluğa ne kadar yakınsınız?

Mutluluk; belki Kaf Dağı’nın ardında belki de çok ama çok yakınınızda.

Mutlu musunuz?

Sizi bilmiyorum ama ben mutluluğu yakalamışım birkaç yıl önce.

Hem de bilmeden!

Nasıl bilmeden?

Kelebeklere olan sevgim sayesinde!

Nasıl yani?

‘Kelebeklere olan sevgi insana mutluluk mu getirirmiş?’ diye geçiriyorsunuzdur şimdi içinizden.

Yazının Devamını Oku

O öyle bir melek ki...

22 Ekim 2009
Birkaç gün önce bir telefon…<br> Açıyorum.<br>‘E, hadi ne zaman geliyorsun? Çok özledim’ diyor, karşımdaki ses.<br>‘Ben de çok özledim’ diyorum, boğazımda bir yumru…

Şimdi yağmur yağıyor. Gecenin yarısını üç saat geçmiş.

Pencerenin önündeyim. Şimdi telefon açsam sana, sesini duymak da yetmiyor ki.

Nedenini bilmediğim bir ağlamak var içimde.

Bir yerlere sığdıramıyorum kalbimi.

Yazının Devamını Oku

Harfler senfonisinden fışkıran tınılar!

19 Ekim 2009
Olayları, yaşananları, duyguları gerçeğe taşıyan, somutlaştıran imgeler. <br> <br>Kelimeler!

Hayata açılan kapılar gibidir. Görkemli balolara açılan ihtişamlı kapılar gibi…

Sözlük balosunun kahramanları olarak da düşünebiliriz aslında onları. Kimileri maskeli, kimileri maskesiz…

Yaşama dokunmaktır kelimeler.

O dokunuşlarda hissetmektir acısıyla tatlısıyla hayatı.

Taşıdıkları anlamların ardındaki gerçek duygularla karşılaştığımızda; her ne olursa olsun o duygu yoğunluklarını yaşadığımızda, bunlar hücrelerimizle bütünleştiğinde, iliklerimize işlediğinde, bizler o hisleri dibine kadar yaşarken yok olurlar, harflerin somutlaştırdığı kelimeler. Asıl görevini o zaman tam yerine getirirler.

Nasıl mı?

Kırmızı aşkı, heyecanı, tutkuyu, gücü, kararı, mutluluğu, ateşi, başkaldırıyı, sıcağı; mavi huzuru, derinliği; beyaz saflığı, sadeliği, duruluğu; yeşil canlılığı, menekşe neşeyi; gri hüznü ve ikilemleri; kahve tiryakiliği ve alışkanlığı; siyah acıyı ve ölümü anlatmaz mı?

Dillendirdiğimiz, harflerle temsil edilen o duygularla karşılaştığımızda; kelimeler taşıdığı anlamı yitirir, ortadan yok olur. Çünkü o duyguyu yaşıyoruzdur. Mutluluksa en büyüğünü, şehvetse en vahşisini, acıysa en anlatılmazını, kıskançlıksa en çaresiz halini, çaresizlikse en çıkmazını…

Yazının Devamını Oku

Ah şu babalar!

15 Ekim 2009
Dizilerde, filmlerde sık rastladığımız ya da gerçek hayatta gördüğümüz para babaları değil, kendi öz babalarımız için bu yazım.

Aslında ‘Yazarların babaları’ için desem daha doğru olur sanırım.

Geçtiğimiz günlerde Ayşe Arman, babası hayattayken onun bazı yaptıklarını onaylamadığını söyledi. ‘Kardeşim, geçenlerde babam arabasının torpido gözünde benim bir yazımı bulmuş. Birden heyecanlandım acaba hangi yazım diye. CHP'ye dair beceriksizce yazdığım bir şeyler çıkmasın mı? Babam, benim hayata, aşka, sekse, ilişkilere dair yazdığım şeyleri onaylamıyordu. Eminim sıkıcı siyasi yazılar yazmamı tercih ederdi. Hayatta en ciddiye aldığı insan tarafından onaylanmamış olmak, benim hayatımın ana motifini oluşturuyor. Sizlerden bir sürü hakaret maili alıyorum. Babam onaylamamış beni, siz onaylamasanız kaç yazar!’ diyerek…

İclal Aydın da aynı şekilde… Hayatla ilgili yazılarından daha çok siyasetle ilgili birkaç yazısını babasının beğendiğini belirtmişti.

Yeşim Salkım da yaptığımız röportaj sonrasındaki sohbetimizde, babasının onu onaylamadığını ve bunun üzerine çok çalışıp başarılarıyla babasının karşısına çıktığını ve onun da bundan gurur duyduğunu anlatmıştı.

Sayın Hakkı Devrim’le sohbet ederken, ilkokuldayken öğretmeninin isteği üzerine hazırladığı duvar gazetesi taslağını babasına gösterdiğini ve babasının beğenmediğini söylemişti bana.

Yazarların ortak sorunlarından bir tanesi bu galiba. Babaları tarafından onaylanmamak!
Ben de öyle…

Yazının Devamını Oku

Başkalarını değil aşık olduğum adamı istiyorum!

12 Ekim 2009
Her sabah yanınızda başka biri ile uyanmak ister misiniz?

Bu soruya erkeklerin % 99’unun ‘Evet’ diyeceğini tahmin etmek hiç zor değil.

Bunu bildiğimizden emin olduğumuz kadar emin olduğumuz diğer konu ise kadınların bu soruya ‘Hayır’ cevabını vereceği.

Peki erkekler neden bir kadınla değil de hep başkalarıyla, hele hele ellerinde olsa hemen hemen her gün bir kadınla gün geçirmek, gönlünü eğlendirmek ister?

Çünkü erkekler aşktan ama gerçek aşktan bihaber!

Çünkü erkekler aşkı daha doğrusu ‘an’ı kalplerinde değil zihinlerinde yaşarlar. Bu yüzden kalpleriyle yaşamadıkları çoğu şey zihinlerinden uçup gider. Bu yüzdendir ki onlar için gelsin günibirlik yaşamlar, yaşadıktan sonra da zihinlerindeki ‘an’lar misali uçup gitsin kadınlar!

Bir de onlara neden başka kadınların onları cezbettiğini sorsanız cevapları bellidir. ‘Bu bizim doğamızda var.’

O doğaları başka zaten! Gerçeğe uymayan bir doğa. Bu doğayı çözebilen ya da anlayabilene aşk olsun!

Geçtiğimiz günlerde izlediğim, yönetmenliğini M. Uğur Yağcıoğlu’nun yaptığı, romantik – komedi türündeki ‘Sizi Seviyorum’ filminde Emre Altuğ’un canlandırdığı Erkut, sevgilisini başka bir kadınla aldatma nedenini şöyle açıklıyordu. ‘Bak, siz sığınacak bir liman arıyorsunuz belki. Ama biz erkekler, biz hep aynı şeyleri yaşamaktan sıkılıyoruz. Aynı kadınla sanki hayatı kaçırmış gibi hissediyoruz. Farklılıklar arıyoruz kendimize. Bu bizim doğamızda var. Erkek değişiklik istiyor! Bu benim değil, bu insanlığın sorunu belki. Ama böyle. Erkekler, biz böyleyiz.’

Yazının Devamını Oku

Rüzgar hep esecek !

25 Eylül 2009

 

 

Rüzgar!

 

Dağların zirvesine, bulutlara uçuran…

 

Sessiz sakin bir durumdan alıp yoğun duygulara savuran…

 

Yazının Devamını Oku