Yollarda ve kaldırım kenarlarında gördüğünüz sarıdan kahverengiye dönmüş olan yapraklardan, ayrılıklardan, hasretlerden, hüzünlerden başka…
Evet ben de; sararmış yaprakları görünce özlemin, ayrılığın buram buram tüttüğü şarkıları duyduğumda ya da sahilde denizin iyot kokusunun yanı sıra hüznü soluduğumda anlıyorum sonbaharın geldiğini.
Ama bunların yanı sıra tanık olduğum ve olacağım güzel bir hareketlenmeyle de anlıyorum sonbaharın sarı elbisesini bize giydirdiğini.
Umut ve sanat hareketliliğiyle de geliyor sonbahar.
Kulağa hitap eden melodilerin ve gözlere şölen sunan renklerin aşkıyla…
Her şeye inat, kalpleri yenileyen umut duygusuyla…
İnsanın, içinde kendini bulduğu sanatın coşkusuyla…
Konserler, tiyatrolar, sergiler, sinemalar ve diğer alternatifler…
Çünkü her şey burnumuzun dibinde, pardon gözümüzün önündedir.
Televizyon kanallarında ve gazetelerde yani.
E, açın bakın gazetelerin üçüncü sayfalarına…
Hatta ilk sayfadaki manşetlere…
Akmakla da kalmıyor.
Canlar yakıyor.
Sular yükseliyor.
İnsanları ve önüne gelen her şeyi sürüklüyor.
Yağmur yağıyor, seller akıyor.
Pencereden baktırıyor ama acı gerçeklere…
Halbuki daha bir gün önce usul usul yağarak, yaz sıcağını yıkayarak ardında bıraktığı toprak kokusuyla yeni bir mevsimin, sonbaharın gelişini müjdelemişti bize.
Meğer gece ve sabaha karşı yapacakmış yapacağını.