Gelinin çok sinirlenip başkasıyla evlenmesinin nedeni, damadın düğün gecesi sara nöbeti geçirene kadar bu sorunundan hiç söz etmemesiydi.
Gelin bunun üzerine eniştesinin ailesinden bir erkeğe evlenme teklif etti, oğlan da kabul edince, düğün yeni damat ile yapıldı.
Tabii bunda düğün masraflarının tekrarlanacağı endişesi ne kadar rol oynadı bilemiyoruz. Çünkü Hindistan’da geleneklere göre evlilik teklifini kız tarafı yapıyor ve düğün masraflarını da kız tarafı karşılıyor.
Bunun hatırı sayılır bir servet olduğuna da kuşku yok çünkü Hindistan geleneklerine göre düğün günlerce sürüyor, süslemeler, giysiler, eğlenceler, yemekler derken dünyanın parası harcanıyor. Ayrıca yüklü bir drahoma da ödeniyor.
BBC, bu haberi “şaşılacak bir olay” gibi veriyor ama aslına bakarsanız, çok da şaşılacak bir durum yok bunda.
Birincisi Hindistan’da hâlâ görücü usulü evlilik daha çok görülen bir durum ve çiftlerin aynı kasttan olma gelenekleri de sürüyor.
Yani zaten bu bir aşk evliliği olmadığı için gelin, damadın peşinden hastaneye koşmak yerine başkasıyla kolayca evlenebilmiş.
Bu paranın sadece 256 milyon dolarlık bölümü yurtdışından yardım olarak temin edilebilmiş, gerisini biz vergi mükellefleri ödemişiz.
Ve Cumhurbaşkanı Avrupa’ya bu nedenle kızıyor.
“Şu anda Avrupa’da yaşayan Suriyeli mülteci sayısı 130 bin, Burada 2 milyon. Paradan bahset, paradan. Hiç paradan bahsetmiyorsun, bizden de bu kadar destek olsun demiyorsun” diyor.Bir insanın kendi hesapsızlığı nedeniyle yol açtığı sorun için başkalarını sorumlu tutması ilginç bir durum tabii.Elbette savaştan ve ölümden kaçarak sınırlarınıza yığılmış insanları kabul etmemek diye bir şey olamaz.
Bu insanlık görevidir, o insanlara yardımcı olmak, hayatlarını güvence altına almak gerekir, Türkiye de bunu yaptı.
Ama bir şey daha yaptı!
“Esad altı aya kalmadan devrilir” diye yanlış bir hesap yaptı ve Suriye’deki ateşin üzerine körükle gitti.Sınırlar yolgeçen hanına döndü, ülkemizin güneyinde yeni bir Peşaver doğdu.
Göçmenler kamplarda toplanıp, ihtiyaçları karşılanmadı, Türkiye’nin
Buna kısaca “arı modeli başkanlık” mı demeliyiz acaba, pek kestiremedim.
Şöyle diyor: “Dünyanın en ileri demokrasisi nerede? Amerika’da. Peki ekonomi? Dünyanın en ileri ekonomisi Amerika. Orada da başkanlık sistemi var.”
Bunu söyleyince Amerikan tipi bir başkanlık mı istiyor diye düşünebilirsiniz ama değil.
Şöyle devam ediyor:
“İlla orayı tıpatıp mı yapacaksın? Hayır. Uygun gördüğün şeyleri oradan alırsın. Fransa’dan, Avrupa’nın herhangi bir yerinden ne alacaksan onu da alırsın. Güney Amerika ülkelerinden de alırsın.”
Bunu da şöyle yapacakmışız: “Adeta bir arının hassasiyeti içerisinde, her çiçekten nasibini alır, balını yapar, ortaya koyarsın. Olay budur. Bu da bize özgü olur.”
Yani AKP’li anayasacı arıların daha önce oradan buraya uçarak toplayarak, getirip TBMM Uzlaşma Komisyonu’na teklif olarak verdikleri bal gibi!
Latin Amerika gezisindeyken de Obama’ya çağrıda bulunmuş ve “Biz siyasiler, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz. Tavrımızı ortaya koymak zorundayız. Çünkü halk size oylarını verirken ‘Benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın’ diye veriyor” demişti.
Evine gitmek için bindiği otobüste, molotofkokteyli ile yapılan bir saldırı sonucunda yanarak ölen Serap ile protesto gösterileri sırasında polis şiddetine maruz kalarak ölenler arasında bir ayrım yapmak, “seçilmiş siyasiler” için tutarlı bir davranış sayılmaz.
Obama’ya seslenirken doğru bir noktaya işaret ediyor ama iş dönüp kendi ülkesine gelince, şiddet kurbanları arasında ayrım yapıyor.Başına isabet eden gaz fişeği sonucunda yaralanıp, aylarca komada kaldıktan sonra ölen çocuğun annesini meydanlarda yuhalatmak bahsine artık girmek bile istemiyorum.
O gençler gösterilerde hayatlarını kaybettiler, çünkü polis belli bir açıyla atması gereken gaz fişeklerini, bir tüfek kullanır gibi hedef gözeterek atmıştı.O tarihte Başbakan olan Erdoğan’ın polisin bu tür eylemlerini “destan yazmak” diye yorumladığını da hatırlayalım.
Öte yandan eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin de, talihsiz Serap’ın ölümüyle sonuçlanan molotoflu saldırıda MİT ajanlarının da bulunduğunu iddia etmişti.
Bu olay da henüz aydınlatılabilmiş değil.
Cumhurbaşkanı, siyasilerin ülkede işlenen cinayetlerden sorumlu olduğunu söylerken, bu olaylardaki sorumluluğunu da hatırlamalıydı.
Demek ki 6 ay oluyor.
Bu altı ay içinde benim sayabildiğim kadarıyla yirmiden fazla “Cumhurbaşkanı’na hakaret” davası açıldı ya da bu gerekçeyle tutuklamalar yapıldı.
“Sanıklar” arasında çocuklar da var, savcılar da, sivil aktivistler de.
Bugüne kadar görülmemiş bir istatistik bu.
Bunda Bülent Arınç’ın söylediği “Yüzde elli de nefret ediyor” sözlerinin payı ne kadardır, bilemeyeceğim.
Ama garip bir istatistik ile karşı karşıyayız, diyebilirim ki bugüne kadar hiçbir Cumhurbaşkanı bu kadar hakarete maruz kalmamıştı!
Acaba öyle mi?
“Şöhret, para, pul, han, hamam geçici. Keşke bir adam olsaydı hayatımda da onunla birlikte yaşlanabilseydim.”
Rahmetli Müzeyyen Senar’ın hayatında bir tek kez bile olsa âşık olmadığını söyleyebileceğimizi zannetmiyorum.
En azından üç kez evlendiğini biliyoruz, belki sevip ama evlenme olanağı bulmadığı başka erkekler de olmuştur hayatında, bunu bilemeyiz.
Hatta ona çılgıncasına âşık olan ama o aşka karşılık bulamayan erkekler de vardır.
Geçen gün Selahattin Duman, Radi Dikici’nin kitabından aktarmıştı, mesela Manisa Tarzanı, ona âşık olan erkeklerden birisi. Ama aşkına karşılık bulamamış.
Senar, Ayşe Arman’a bu sözleri ölümünden on yıl önce söylediğine göre aradığı “mükemmel erkeği” hiç bulamamış olduğunu düşünebiliriz.
Mükemmel erkek bir kadına göre nedir?
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın önem verdiği bir bürokratın öyküsü bu.
Babacan, Kalkınma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı iken MHP’den milletvekili adayı olmak için istifa eden Erhan Usta’yı, önce Hazine Müsteşarı yapmak istemiş.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun da imzaladığı kararname Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan dönmüş.
Cumhurbaşkanı, bir süredir Hazine Müsteşarlığı’na vekâlet eden Cavit Dağdaş’ın da asaleten atanması kararnamesini kabul etmiyormuş.
Daha sonra Kalkınma Bakanlığı Müsteşarlığı boşalınca, Babacan Erhan Usta’yı bu göreve atamak istemiş ama bu kez Kalkınma Bakanı kabul etmemiş.
Enerji Bakanlığı Müsteşarlığı boşalınca Erhan Usta’nın kararnamesi hazırlanıp Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a gönderilmiş, kararname iki aydır imzalanmamış.
Meclis’ten güvenoyu almış bir hükümetin aktif görevlere atamak istediği bir bürokrat, Cumhurbaşkanı tarafından engelleniyor yani!
Bunlar tabii meşhur olanları, gazetelerin ilgi alanında olup politikaya heves edenleri.
“Asıl listenin” çok daha kabarık olacağını biliyoruz.
Bu yeni bir durum değil.
Ben bildiğimden beri her genel seçimden önce önemli bürokratlar siyasete atılmak için görevlerinden istifa ederler.
Genellikle istifaların çoğunluğu iktidar partisinden aday olmak içindir ama arada valilerin, emniyet müdürlerinin, müftülerin, değişik kurum yöneticilerinin muhalefet partilerinden aday olmak için istifa ettiklerine de rastlardık.
Bu seçime kadar!
Farkında mısınız bilmiyorum ama görevinden istifa eden bütün bürokratlar, iktidar partisinden aday olmak istiyorlar.