Herkes bu işin altında bir “bit yeniği” arıyor ve Fidan’ın istifasının Cumhurbaşkanı’na rağmen gerçekleşemeyeceğini düşünüyor.
Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarının bir “kandırmaca” olduğunu iddia edenlere bile rastlıyorum.
Önce şunu söyleyeyim:
Bugün Türkiye’deki politikacılar içinde aklına ilk geleni rahatça söyleyebilecek tek siyasi figür Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değil.Canı ne isterse, istediği her yerde rahatça söyleyebiliyor.
Anayasa’yı, yeminini çiğneme pahasına, döviz fiyatlarını oynatma pahasına bunu yapabiliyor.
Dolayısıyla Fidan için de aynı şeyi yapıyor.
Eğer istiyor olsaydı, onu da açıkça söylerdi, “Ben istedim” ya da “Ben izin verdim” diyebilirdi.
“Hakan Fidan’ın adaylığı öyle anlaşılıyor ki, başbakanlık koltuğu boş olması nedeniyle gelişiyor. Bu yüzden bir hazırlık yapılıyor.” Belli ki Kılıçdaroğlu, Ahmet Davutoğlu’na “yetersizlik” eleştirisi getirmek amacıyla bir espri yapmaya çalışmış.Çevresindekiler bu espriye güldüler mi bilemiyorum ama esprinin bilinçaltındaki fikrini okuyabilen CHP’liler gülmekten çok ağlamayı tercih ederlerdi.
Kılıçdaroğlu’nun bu sözü, bir gerçeği ifade ediyor: Yeni bir başbakan seçilecek ise o kişi de AKP’li olacak.Kılıçdaroğlu, ana muhalefet partisi genel başkanı olarak belli ki bu gerçeği içselleştirmiş, seçimi kazanamayacağının gayet iyi farkında ve Fidan’ın adaylığı üzerinden espri yapmaya çalışırken, bilinçaltındaki bu fikri de dışavuruyor.
Ana muhalefet lideri için ne büyük talihsizlik!Oysa aynı gezide yanında bulunan CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin bakın aynı soruya nasıl yanıt vermiş:
“AKP’nin kendi iç sorunu. Davutoğlu’nu yetersiz buldukları için AKP Genel Başkanı arıyorlar gibi geliyor.”
Politikacıların, ağızlarından çıkanı önce kendi içlerinde iyice bir duymaları gerektiğini gösteren iki örnek cümle.
Aynı espri anlayışıyla yola çıkıyor ama birincide “seçimi kaybetmeye peşinen hazır” bir ifade var, diğerinde rakip partiye yönelik bir eleştiri.
Arınç son derece haklı
HAKAN Fidan
Davutoğlu’na göre Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olması, “Fethullahçıların Baykal’a kurduğu kaset kumpası” ile mümkün olabilmiş.
Kılıçdaroğlu da bu nedenle şimdi onlar ne isterlerse yapıyormuş, milleti bu nedenle tahrik ediyormuş vs.
Evet, o kaset komplosu olmasaydı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçmesi mümkün olamazdı.
Bunda bir sorun yok, doğru, Baykal o koltuğu asla ve asla Kılıçdaroğlu’na kaptırmazdı.
Ama bir sorunumuz var. Pişkinlik o hale gelmiş ki, ne desem az.
Normal olarak bu konuyu hiç açmayıp, unutulması için dua etmeleri gerekirken, bir de çıkıp meydanlarda kullanmaya kalkışıyorlar.
Baykal’a “kaset komplosu” yapıldığında bu beyler iktidardaydı.
Unuttuğumu zannediyordum ama melodi başlar başlamaz nakaratını sular seller gbi ezbere bildiğimi fark ettim.
“Hadi gir ruhuma sar beni / Çal fikrimi deli et beni / Fırtınalar kopar içimde / Unuttur bana kendimi!”O barda bulunma “bahanem”, işten ayrılan bir arkadaşımıza veda etmekti.
Şarkının nakaratını tek bilen ben değilmişim.
İnsanların “kendini unutma isteklerini” böyle feryat figan ortaya koymalarının nedeni, özel hayatlarında mutsuz olmaları değildi herhalde.
O gece orada birlikte olduğum arkadaşların özel hayatlarını biliyorum, eşlerini, sevgililerini tanıyorum, mutsuz olmadıklarını da bu nedenle gayet iyi biliyorum.
Ama bir kendinden geçme isteğinin de saklanamadığını söylemeliyim.
Bekâr olanlarını ya da şu sıra yalnız olanlarını da bu nedenle anlamakta zorlandığımı söylemeliyim.
Gazetede fotoğraflarını da gördüm, kravatlarını filan da takmışlar, terbiyeli terbiyeli oturuyorlar.
“Bakan Bey’e saygıda kusur etmeyelim” derken de esas işlerini tam olarak yapamamışlar, asıl sorulması gerekenleri soramamışlar tabii.
Bakan Ala, “soruları” yanıtlarken şunu söylüyor:
“Şikâyetlerin gittiği savcı da yargı da aynı yere mensup diyelim. Birlikte dosyayı kapatıyorlar. Bir devlette suç işlenmişse, bunun mutlaka faili vardır. Kapatan da suçlu olur. Artık iş şirazesinden çıkmış, milyonlarca insanın girdiği sınavların soruları çalınıp verilmiş. Sürekli doğruluktan, dürüstlükten bahseden insanların kardeşleri, akrabaları yüzde yüz alıyor. Bütün soruları yapıyorlar, ikinci sınav yapılınca da ona girmiyorlar. Oradan aldıkları puanlarla da işe girmişler. Gerçekten mide bulandırıcı bir durumla karşı karşıyayız.”
İnsanın gözleri yaşarıyor, ağlamak istiyor sevgili okuyucular, memleketin İçişleri Bakanı’nın midesinin bulanması karşısında tabii!
Bu olaylar olduğunda Efkan Bey, Başbakanlık Müsteşarı idi.Hatırlarsınız, bu köşede iki yıl boyunca her hafta bu konuyu sormuştum.
“KPSS sorularını çalanlar neden hâlâ bulunamıyor” diye!
Bunun onaylanabilecek bir istek olmadığını eminim kendisi de biliyordur.
İçinden yükselen her duyguya kulak vermese hatta bazılarını hiç seslendirmese daha iyi olur, söylemiş olayım.
İkinci önerim ise söylenenleri daha can kulağıyla dinlemesidir ki o zaman içinden kimseyi gırtlaklamak da gelmeyecektir.
Kimsenin çıkıp “Başkanlık sistemi diktatörlük getirir” dediği yok.Söylenen şudur, açın gözünüzü dikkatle okuyun lütfen: AKP’nin önerdiği biçimiyle Başkanlık sistemi diktatörlükle sonuçlanır!
İnsanlar bunu da kafalarından uydurmuyorlar.
AKP’nin Meclis Uzlaşma Komisyonu görüşmeleri sırasında ortaya koyduğu “Türk tipi başkanlık sistemi”ne bakıp, Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını da dinledikten sonra bu karara vardılar.
Onları tekrar hatırlatmamıza gerek yok, Başkan’ın Meclis onayına ihtiyaç duymadan ülkeyi kararnameler ile yönetebileceği bir düzen, hangi demokratik başkanlık sisteminde var?
Ahmet Topal’ın bu haberini Sabah’ta okudum, giriş spotunu da oradan aynen aktardım.
Olay şöyle gelişmiş: Bazı milletvekilleri, özellikle büyükşehir belediyelerinin gereksiz harcamalar yaptığını söylemişler.
Gereksiz yere lüks makam araçları satın alındığını, personel ihtiyacı olmamasına rağmen işe yeni insanlar alınarak personel giderlerinde önemli artışlara yol açıldığını, kaynakların projeler yerine belediyelerin günlük harcamalarında kullanıldığını şikâyet etmişler.
Şişirilmiş faturaları denetleyecek bir sistem de yokmuş!
Milletvekilleri, belediye başkanlarının, harcamalarının hesabını parti genel merkezine vermeleri gerektiği kanısındaymış.
Başbakan Ahmet Davutoğlu da milletvekillerinin bu düşüncelerini ve önerilerini çok yerinde bulmuş ve hemen çalışmalara başlanması talimatını vermiş.
Amaç şeffaf belediye kurmak olarak açıklanıyor. Bunun için bir etik kurulu kurulacak, bu kurulda tecrübeli isimlere yer verilecekmiş.Hatta Davutoğlu, “Binali Yıldırım gibi tecrübeli isimlerin” bu etik kurulda yer almasını da istemiş.
Anayasamızın Cumhurbaşkanı ile ilgili maddesi de şu ara başlıkla başlıyor: “Nitelikleri ve tarafsızlığı!”Seçilmek için gerekli nitelikler kadar, seçildikten sonra tarafsızlığının da önemine vurgu yapan bir şey bu.
Ama Erdoğan, görevine başladığından beri bir partili gibi davranmaya devam ediyor.
Adeta seçim konuşmaları yapıyor, eski partisine oy istiyor, eski partisinin yöneticileriyle toplantılar yapıp ne yönde hareket etmeleri gerektiği konusunda talimatlar veriyor.
Haziran ayındaki genel seçim için AKP’nin milletvekili listelerinin bile son şekline Erdoğan’ın karar vereceği artık bir sır değil, uluorta konuşuluyor.Cumhurbaşkanı, Anayasa’ya göre sorumsuz.
Yaptığı işlemlerden ve eylemlerden sorumlu tutulamaz, mutlak bir dokunulmazlığı var.
Bu nedenle ettiği yemine uymamasını, büyük bir fütursuzluk içinde partili gibi davranmasını cezalandıracak, onu tekrar Anayasa çizgisi içine çekilmeye mecbur edecek bir mekanizma da yok.
Bu da normal. Çünkü Anayasa’yı hazırlayanların, “milletin ve tarihin huzurunda namusu ve şerefi üzerine ant içen” bir kişinin, bu yeminine aykırı davranabileceğini tahmin edebilmeleri mümkün olamazdı.Cumhurbaşkanı şunu da unutmamalı: Milletin huzurunda verdiği sözü tutmayan bir insanın, başka konularda söylediklerine nasıl inanacağız?