Aslında sistemden gayet de memnun

Haberin Devamı

CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, fırsat bulduğu her yerde bir konuşma yapıyor ve başkanlık sisteminin mutlaka getirilmesi gerektiğini söylüyor.
Ona göre “bu sistemle buraya kadar!”
Eğer daha da ileri gitmek istiyorsak, başkanlık sistemini getirmeliymişiz, böyle diyor.
Arkasından da başkanlık sistemi uygulayan gelişmiş ülkelerden örnekler veriyor.
“Peki, o zaman gerçek bir demokrasideki gibi bir başkanlık sistemi getirelim” diyenlere de yanıtı hazır: “Onlar bize uymaz, biz kendimize uyan başkanlık sistemini getireceğiz.”
Cumhurbaşkanı’nın “başkanlık sistemiyle gelişen ülkeler” diye örnek verdiği her bir ülke için, parlamenter sistem içinde gelişmiş iki ülke örnek verebiliriz aslında.
Ama onun derdi o değil.
“Daha da gelişeceğiz” sözleri, kafasındaki tek adam yönetimini halka yutturmak için kullandığı boş gerekçeden ibaret çünkü.
Bugün Türkiye’de uygulandığı haliyle parlamenter sistemin işlemediği bir gerçek.
Güçler ayrılığı yok, parlamento yürütmenin emrinde, yargı bağımsız değil.
Öte yandan Erdoğan’ın kafasındaki başkanlık sisteminin de bugün uygulanan parlamenter sistemden bir farkı yok.
Onun sisteminde de güçler ayrılığı yok, parlamento başkanın iki dudağının arasında görev yapacak, hatta parlamentoya ihtiyaç kalmadan ülke kararnamelerle yönetilecek. Yargı bağımsızlığından zaten hiç söz etmiyor.
O zaman ne değişecek? Değişecek tek şey, Erdoğan’ın eğer yeni sistemde de seçilebilirse tek adamlığını ilan etmesi! Hepsi bu.
Güçler ayrılığının olmadığı bir sistemle “buraya kadar” gelebildiysek, yine güçler ayrılığının olmadığı bir sistemle nereye gidebileceğiz?
İster parlamenter sistem olsun, isterse başkanlık sistemi.
Yapılması gereken şey önce şunu sağlamaktır: Parti yöneticilerinin oyuncağı olmayan güçlü bir Meclis, hesap veren, hesap sorulabilen güçlü bir yürütme ve hepsinden bağımsız olarak çalışabilecek bir yargı.
Ve bunları yapmak için acil iş Anayasa’yı değiştirmek de değildir.
Siyasi Partiler ve Seçim kanunlarını demokratikleştirmek, HSYK’yı hükümet güdümünden kurtarmak başlangıç olarak yapılabilir.
Fark ettiyseniz bunlardan hiç söz etmiyor. Çünkü aslında sistemin böyle işlemesinden memnun. Tek isteği var: Başkan ben olayım, kimse de bana karışmasın!

Haberin Devamı


O saldırının İslam ile ilişkisi yoktu!

Haberin Devamı

CHARLIE Hebdo’nun kapak karikatürüne köşelerinde yer verdikleri için iki gazetecinin, Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan’ın 4.5 yıla kadar hapisleri istendi.
Savcılık iddianamesinde “Avrupa ülkesi Fransa’da yaşanan böyle bir olayın ardından çoğunluğu Müslüman olan ülkemizde aynı karikatürlerin yayımlanmasının sonuçlarının öngörülememesi mümkün değildir. Karikatürün yayınlanmasında herhangi bir kamu yararı bulunmadığı gibi, düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi de mümkün değildir” deniliyor.
Hatırlarsınız, Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak, Başbakan’a kadar birçok yetkili söz konusu terör saldırısı ile İslam arasında bir ilişki kurulamayacağını açıklamışlardı.
Hatta Başbakan, Fransa’ya kadar gitmiş, saldırıyı protesto yürüyüşüne de katılmıştı.
“İslam ile ilişkisi olmayan” bir terör saldırısı ile ilgili karikatür, “çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede” neden “öngörülemeyecek sonuçlar” yaratsın?
İddianamede bu bölümden önce karikatürün Charlie Hebdo dergisinde yayımlanmasının tüm dünyada yankı uyandırdığı vurgulanıyor, 7 Ocak’ta dergiye yönelik silahlı saldırıda 12 kişinin hayatını kaybettiği ve 11 kişinin de yaralandığı anlatılıyor.
Bir kere söz konusu karikatür, derginin kapağında 12 kişinin bir terörist saldırı sonucunda öldürülmesinden sonra yayımlandı.
Yani savcılığın iddianamesinde bir tarih kargaşası yarattığı gibi, o karikatür yüzünden terör saldırısı olmuş değil. Tam tersine, o saldırıyı protesto amacıyla yayınlanmış bir karikatür.
Bu iddianame ile belki ilk mahkemede mahkûmiyet verebilirsiniz ama bu karar önünde sonunda AİHM’den döner, açın biraz AİHM içtihadı okuyun.
Bu arada Çetinkaya ve Karan’ı da “meczuplardan korumak” hükümetin sorumluluğundadır, bunu da yeniden hatırlatmış olayım.

Haberin Devamı

Neyi alkışlıyoruz?

CHP’nin bu seçim kampanyasının ilk reklam filmi olduğu söylenen 17 saniyelik filmi internette izledim.
“Milletçe alkışlıyoruz” sözünün, güçlü bir ritim ile tekrarlandığı bir film.
Bir merdivenden inilen dehliz, bir altgeçitte uzakta koşuşturan insanlar, bir trafo, trafonun önünden yürüyen bir tekir kedi.
Duvarlarda şablonla yapılmış bir alkışlama işareti ve yazısı: Milletçe alkışlıyoruz!
Neyi alkışlıyoruz, niye alkışlıyoruz sorularının bir yanıtı da yok.
Belli ki bu “meraklandırıcı” bir başlangıç olarak tasarlanmış bir film.
Piyasaya yeni sürülecek bir ürünü tanıtırken hazırlanacak kampanyalar için belki ilgi çekmek amacıyla kullanılabilir ama CHP piyasaya yeni sürülecek bir ürün de değil.
Zaten seçimlere son derece az bir süre var. CHP’nin malum nedenlerle bu seçim kampanyasında seçmene sunacaklarını anlatabilmesi için olanakları da son derece kısıtlı. Bu tabloda bir “meraklandırıcı” kaynak israfı gibi geldi, bunu baştan söylemiş olayım.
Elbette kampanyanın nasıl gelişeceğini bilmiyoruz o nedenle bu sözlerimi ileride geri almak zorunda kalabilirim ama film bu haliyle “olmamış” gibi geldi bana.
Gerçi şunu da söylemeliyim:
İşte ya da otomobilde radyo reklamlarına “maruz kalıyorum”, reklamcılığımızın genel düzeyinin giderek düştüğünün de farkındayım.
Hepimizin aptal olduğunu düşünen reklamcılar iki kişiyi karşılıklı konuşturuyorlar, bir sevinç bir sevinç, mobilyalar değiştiriliyor, koşarak evler satın alınıyor, alışveriş merkezlerinin yaş günleri kutlanıyor vs.
Eskinin klasik deterjan reklamlarındaki yaratıcılık düzeyinin bile oldukça gerisinde.
Bu nedenle belki de “yaratıcı” bir fikir ile karşılaşınca yadırgıyor olabilirim!

Yazarın Tüm Yazıları