Tutuklama kararları vermeye yetkili Sulh Ceza Hâkimleri reddedildi, bu talebi karara bağlayacak makam belli değil.Benim gibi düşünenlere göre Asliye Ceza Mahkemesi yetkili olmalı. Bir başka görüş ise bu konuda yetkili makamın “en yakın ildeki Sulh Ceza Hâkimi” olması gerektiği yolunda.
Bir yorum farkından söz edebiliriz tabii ama son derece hassas bir konu bu: Kişi hak ve özgürlükleri ile ilgili, bir insanın özgürlüğünün kısıtlanması ya da kısıtlanmaması buna bağlı.
Ve böyle bir durumun “yoruma açık” olmasının bir tek nedeni var: Torba kanun!
AKP hükümeti, yolsuzluk soruşturmalarını örtbas edebilmek için alelacele bir torba kanunun içine Sulh Ceza Hâkimleri ile ilgili maddeyi attı ve yaşadığımız şey bunun sonucu olarak gerçek bir hukuk skandalı.Oysa Adalet Bakanlığı’nda bu işlerden anlayacak yüzlerce hukukçu var. Meclis’in neredeyse üçte biri hukukçu. Her partide hukukçular var, aralarında bazıları profesör unvanına da sahip.
Ama yine de kanun böyle yarım yamalak çıktı, çünkü ne tartışılacak zaman oldu, ne de çıkan kanunun eksiği gediğini düşünecek zaman.
Normal süreçler izlenseydi ve bu iş torba kanunla yapılmaya kalkışılmasaydı şöyle olacaktı:
Adalet Bakanlığı uzmanları kanun tasarısını aralarında tartışıp hazırlayacaktı. Bu tasarı hükümete gelecekti. Hükümet tartışacak, eksiği gediği var mı bakacaktı. Hükümette de birçok hukukçu var, biliyorsunuz.
En son olarak koroya Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da katıldı, Yunanistan’ı örnek göstererek “bol keseden dağıtanın halinin ne olacağını” anlattı.
Benim de kafam karıştı haliyle.
Bugüne kadar bize anlatıldığına göre Türkiye ekonomisi şahlanmış gidiyordu.AKP’nin uyguladığı muazzam ekonomi politikası ile zenginleşmiş, dev ekonomiler arasına girmiş, bölgesel liderlikten de vazgeçip dünya lideri olmaya soyunmuştuk. Zaten başımızda da bir “dünya lideri” vardı.
Ve şimdi böyle iddialı bir ülke, sırf emeklisine iki maaş ikramiye verecek ve çiftçinin mazotunun vergisini almayacak diye batma noktasına gelecekmiş!Bu hesaplardan biri yanlış ama acaba hangisi?
Ya AKP 12 yıldır iddia ettiği gibi ekonomiyi uçurmuş değil ya da aslında bu ülkenin emeklisine ve çiftçisine verebileceği para var ama parayı onlara vermek istemiyor!
Bugün tutuklananların sıralı tam listesi!
SAKARYA Üniversitesi’nde her yıl olduğu gibi bu yıl da bir “bahar şenliği” düzenlenecekmiş.
Benim öğrencilik yıllarımda böyle âdetler yoktu, yakın zamanlarda böyle şenliklere davet edildim, gayet eğlenceli. Pop müzik grupları geliyor, gençler şarkılar söylüyorlar, eğleniyorlar.
Zannediyorum ki ülkenin dört bir yanındaki üniversitelerin çoğunda böyle şenlikler düzenleniyor.
Fakat Sakarya Üniversitesi’ndeki “Müslüman Gençler” bu şenliğe karşı çıkmışlar.
Olabilir, herkes böyle eğlencelerden hoşlanmak zorunda değildir. Kişisel nedenlerle de hoşlanmayabilirler, ideolojik nedenlerle de.
Hoşlanmıyorsanız yapacağınız iş eğlenceye katılmamaktır.
İdeolojik olarak bunun yanlış olduğunu düşünüyorsanız, propaganda yaparsınız, diğer öğrencilere bunun yanlışlığını anlatırsınız, katılımcıların azalmasını hedeflersiniz.
GEÇENLERDE DVD’de bir film izledim. Adı The Cooler. Wayne Kramer’in yönettiği filmde William H. Macy, Alec Baldwin ve Maria Bello rol almışlar.
Film Las Vegas’ın eski dönemlerinde bir kumarhanede yaşananları anlatıyor.
William H. Macy kumarhanede “cooler” olarak görev yapıyor. Bir tür “soğutucu” yani.
Benim çocukluk yıllarımda Milliyet’te yayımlanan bir çizgi roman vardı: Hoş Memo.
O çizgi romandaki tiplerden biri uğursuzluğu ile tanınan, gittiği her yere uğursuzluk ve şanssızlık götüren biriydi. Köpekköy’de yaşar, beline kadar kara gömülü olurdu her zaman. Ve başının üzerinde de içinden şimşekler çıkan bir küçük bulutla dolaşırdı hep.
Macy’nin canlandırdığı karakter bu tipe benziyordu. Son derece şanssız bir insan. O kadar ki barda kahvesine süt istiyor, süt bitiyor, viskisine buz atacak buz makinesi bozuluyor.
Kumarhanenin patronu Alec Baldwin onun bu özelliğinden kumarda çok kazanmak için yararlanıyor.
BAŞBAKAN Yardımcısı Yalçın Akdoğan, TRT’de katıldığı bir programda HDP’nin barajı geçmesinin “birtakım sıkıntılar” doğuracağını söyledi.
“Yani bir siyasi partinin barajı geçmesinde sıkıntı olmaz ama bir tarafta bir terör örgütü varsa, elinde silah olan adam varsa, bunun vesayetinden kurtulamayan, onun uzantısı olan bir şekilde onun amaçlarına hizmet eden bir siyasi anlayış varsa bunun normal bir şeymiş gibi görülmesinin üreteceği başka sorunlar olur diye düşünüyorum” dedi.
Akdoğan, HDP’nin İmralı’dan getirdiği Abdullah Öcalan’ın çözüm süreci ile ilgili açıklaması Dolmabahçe’de okunurken, HDP heyeti ile birlikteydi, önce bunu bir hatırlayalım.
Yani esasında Akdoğan’ın, HDP’nin bağımsız adaylarla seçime girip Meclis’te temsil edilmesine, “barış süreci”nde Öcalan ile PKK arasında haber getirip götürmesine bir itirazı yok.
Öyle olsaydı, o toplantıda da bulunmak, ortak fotoğraf karesine girmek istemezdi.
Demek ki itirazı esasen, HDP’nin parti olarak seçime girip barajı geçmesi ile ilgili.
Ve o rahatsızlığın nedeni de Beştepe Sarayı sakininin “başkanlık” hesaplarının bu gelişme nedeniyle suya düşecek olması.Çünkü akıllarında fikirlerinde sadece bu var: “Türk tipi başkanlık” sistemi getirmek ve dizginlenemeyen hırsıyla Recep Tayyip Erdoğan’ı, seçilmiş padişaha dönüştürmek! Onun için HDP’nin yüzde 10’luk seçim barajına takılmasını istiyor ki HDP’nin çok oy aldığı bölgelerde ekstradan milletvekili çıkarabilsinler, Anayasa’yı kimse ile konuşup uzlaşmak zorunda kalmadan değiştirebilsinler.
Kılıç, bundan önceki yazılı sınavda 85 puan almış ve ancak mülakattan sonra elenmiş. Bu mülakata ikinci girişi.
Mülakata girmiş ve komisyon üyelerine mülakattaki keyfiliklerin insan hayatına verdiği zararları anlatmaya kalkışmış!Suçu bu.
Mülakatı gerçekleştiren heyet üyeleri bu duruma çok sinirlenmiş ve polis çağırarak avukatı dışarı çıkarttırmış.
Bu arada itiş kakış arasında taraflar birbirlerine pek uygun olmayan sözler de söylemişler.
Bunun üzerine avukat Kılıç, tutuklanması istemiyle Sulh Ceza Hâkimliği’ne sevk edilmiş ve tutuklanmış.
Gerçekten ilginç bir durum:
AİHM’nin kamu görevlileri ve siyasetçilerin ağır şekilde eleştirilebileceklerine ilişkin kararları var. Belli ki yargıç bunu dikkate almamış.
Başbakan’ın eşi Sare Hanım da AKP’nin “Kadınlardan Peygambere Sesleniş” toplantısında bir konuşma yaptı.
“O, affetmeyi şiar edinen, kızına, karısına işkence edenleri bile affedebilen yüksek bir ruh” dedi.
Sare Hanım şöyle devam etti:
“Dünyada bir kısım insanlar maalesef hak ile güç kavramını aynıymış, güçlü olan haklıymış gibi takdim etmeye çalışıyor.”Bu sözlerini okuyunca “Acaba Davutoğlu ailesi birilerine bir mesaj mı vermeye çalışıyor” diye düşünmedim değil.
Ama sonra bu fikrimden vazgeçtim.
Buna cesaret edebileceklerini hiç zannetmiyorum!
“En korktuğum şey Galatasaray maçında hata yapmak ve insanların tepkisini çekmekti.”23 yaşındaki bir oyuncuyu bu açıklamayı yapmak zorunda bırakan, yaşadığımız toplumsal iklimden başka bir şey değildir.
Bir futbolcunun, oynanmakta olan bir maçta hata yapmasından daha doğal ne olabilir?
Neresinden baksanız 10 kilometreye yakın koşuyor, patlamalı güç sarf etmesi gereken bir oyun oynuyor, elbette hata yapabilir. Nitekim bu nedenle de futbol, “hatalar oyunu” diye de tanımlanıyor.
Üstelik yapacağı hata bireysel bir hata da olmayabilir, bir takım oyunu oynuyor, takımın yerleşmesindeki bir hata, onun pozisyonunu kaybetmesine ve hata yapmasına da yol açabilir.
Ama korkuyor! Özellikle de bu maçta hata yapmaya korktu, çünkü bir ciddi hata yapmış olsaydı, yanmıştı.
Sosyal medyada, önüne gelene saldırmayı alışkanlık haline getirenlerden başlayarak toplumsal bir lince kurban edilmişti.Oyuncu Oktay Kaynarca da bu toplumsal psikolojinin son kurbanlarından biri.
Bir fikrini açıkladı, toplumun bir yarısının şimşeklerini üzerine çekti.