CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, HDP’li yöneticilere “şaklaban” dedi.
CHP’li yöneticiler için “Adları sosyal demokrat ama kendileri faşist” cümlesini kurdu.
Geçen gün de “bazı köşe yazarları” için “Cibiliyetsiz bunlar” demişti.
Bu sözleri sıradan vatandaşlar, başkaları için söylemiş olsalardı en azından bir hakaret davasına muhatap olurlardı.
Kim bilir, belki karşılarındaki de terbiyesiz çıkıp benzer sözleri onlar için kullanabilirlerdi, o vakit de mahkeme “İki taraf da birbirine hakaret etmiş” diyerek davayı düşürürdü.
Ama kanunlarımızda Cumhurbaşkanı’nın ayrı bir yeri var.
Bu sözlere hedef olanlar, aynı kelimeleri Cumhurbaşkanı için kullanacak olsalar soluğu Sulh Ceza Hâkimi’nin karşısında alırlar.Ve Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddiasıyla hâkim karşısına çıkarılan birçok kişinin başına geldiği gibi tutuklanıp hapse de atılabilirler.
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, Kenan Evren’in ölümü üzerine “12 Eylül rejiminin kalıntılarını kim temizledi?” diye sordu.
Sonra şöyle devam etti: “İşkencede ölenlerden sonra Türkiye’de işkenceyi kim kaldırdı?”
Bu soruları sorarken bir yanıt beklemiyor tabii.
Meseleyi böyle sorularla ortaya koyarsa, halk kandırılabilir ve bütün bunları AKP iktidarının başardığını düşünebilir diye varsayıyor.
Ben söyleyeyim yanıtını: Hiç kimse!12 Eylül rejiminin bırakın kalıntılarını, ana direkleri hâlâ ayakta duruyor, işkence de önlenebilmiş değil.
-12 Eylül rejimi, Cumhurbaşkanı’na parlamenter sistemde olmaması gereken olağanüstü yetkiler vermişti ki “rejimi” koruyabilsin. AKP, bunu değiştirmeyi vaat ettiği halde dokunmadı, 7 yıl Abdullah Gül’ün, son bir yıl da Recep Tayyip Erdoğan’ın bu yetkileri tepe tepe kullanmasından mutlu oldu. Bu da yetmedi, daha fazla yetki vermeye çalışıyor.
-Üniversiteler üzerindeki “vesayet kurumu” YÖK, 12 Eylül’ün eseri ve AKP bu kurumu eline geçirdiğinden beri yetkilerini tartışmıyor bile.
BİZİM memlekette ölüleri rahmetle anmak, arkalarından kötü konuşmamak bir gelenek. Böyle büyütüldüm ve şimdi Kenan Evren’in ardından bir yazı yazmam gerektiği için zorlandığımı bilmenizi isterim.
Kenan Evren, hiç kuşkusuz ki ülkemizin tarihi için önemli bir figür.
Tarihi kişilikleri onları yaratan ve rollerini icra ettikleri dönemin koşullarını göz ardı ederek yargılamamak gerekir, bunun da farkındayım.
11 Eylül 1980 gününün Ankara’sını çok net hatırlıyorum. Yankı dergisinin Konur Sokak’taki ofisinden çıkmış, öğle yemeği için Mülkiyeliler Birliği’nde arkadaşlarla buluşmuştum.
Bir saatlik yemek süresince beş kez patlama sesi ile irkilmiştik.O günlerin Ankara’sı için beklenmedik bir durum değildi.
Hava karardıktan sonra eve gitmek için yürümeyi tercih etmek, artık geride kalmıştı.
Bir karanlık köşede vurulmak, evine bomba atılması işten bile değildi, buna karşı kendince önlemler alanlara da kimse “paranoyak” muamelesi yapmıyordu.
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, Siirt’te düzenlediği seçim mitinginde “1912’de yazılmış bir şiiri okuduğum için hapse girdim” dedi.
Demokratik hakların kullanılamadığı bir dönemi hatırlattı, 28 Şubat’ın “askeri vesayet” dönemini!
O günden beri az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, Yeni Türkiye filan kuruldu ama bir de baktık ki bir arpa boyu bile yol gidememişiz.
Şimdi bir tweet atan gazeteciler Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyorlar.
Cumhurbaşkanı’na “Gözünün üstünde kaşın var” diyen, soluğu Sulh Ceza Hâkimi’nin önünde alıyor. Çoğu tutuklanıp hapse tıkılıyor.
Hükümetin hoşuna gitmeyen kararları veren hâkimler, savcılar şanslılarsa görevden alınıyor ya da “terörist” diye hapse atılıyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez hırsızlara çaldıkları paralar faiziyle iade ediliyor, onları yakalayan polisler hapiste.
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, tarafsızlık yeminini çiğneyerek yaptığı seçim çalışmalarını bizlerin parasıyla finanse ediyormuş, kendisi açıkladı.
“Meydanlara devletin parasıyla çıkıyorum. Bu benim yasal hakkım. Cumhurun başı olarak buraya çıkıyorum. Yüzde 52’nin oyunu alarak buraya çıktım.”Evet doğru, Recep Tayyip Erdoğan, seçimlerin birinci turunda yüzde 52 oy alarak Cumhurbaşkanı oldu.
Ama bu, Anayasa’yı açıkça çiğneme ve anayasal düzeni fiilen askıya alma hakkını da kendisine vermiyor.Halkın yüzde 52’si Erdoğan’a oyunu verdi ki bugünkü Anayasa ve yasalar çerçevesinde görev yapsın.
Kafasına göre koyduğu kurallarla, Anayasa’nın ve yasaların üzerine çıksın, istediğini yapsın diye değil.
Bugünkü Anayasa ve yasaların Cumhurbaşkanı’na verdiği görevler ve yetkiler kendisine yetmiyor olabilir.
Ama unutmasın ki bu göreve talip olurken anayasal düzenin ne olduğunu biliyordu ve seçildikten sonra bu Anayasa’ya uyacağına, tarafsız davranacağına, milletin birlik ve beraberliğini temsil edeceğine yemin etti!
Şimdi gururla “devletin parasını” harcadığını söylüyor ama o para sadece ona oy veren yüzde 52’ye ait değil.O para milletin tümünün vergilerinden oluşuyor ve o parayla milletin bir yarısına her gün hakaret etmek, haddini bildirmek hakkına da sahip değil.
İSTANBUL Valisi’nin, Taksim’de 1 Mayıs kutlamaları yapılmasını yasaklamasını açıkladığı kararında “bölgede araç ve yaya akışının çok yoğun, turizm potansiyelinin yüksek olması ve turistik otellerin 24 saat faaliyet göstermesi” de bir gerekçe olarak ileri sürülüyordu.
Ve dün “bölgede araç ve yaya akışı” olamadı.
“24 saat faaliyet gösteren turistik otellerden” çıkan turistler, her türlü trafiğe kapatılmış Taksim Meydanı’nda öylece kalakaldılar.
Boğaz’a gidemediler, Sultanahmet’e uzanamadılar, sarayları, müzeleri, camileri gezemediler.
Muhtemelen hayatlarının en ilginç deneyimini yaşadılar ve döndüklerinde ziyaret ettikleri ülke için söyleyecekleri şey en iyi ihtimalle burasının tuhaf bir ülke olduğu olacak.
Dün İstanbul, ilan edilmemiş bir sıkıyönetim yasağı yaşadı.
Taksim’in dünkü görüntüsü, 12 Eylül 1980 sabahından hiç farklı değildi.
MİLLİ Güvenlik Kurulu toplantısının yapıldığı Erdoğan Sarayı’ndaki salonda yeni bir düzenleme yapılmış, fotoğrafını gazetelerde gördüm.
Salonda dev bir masa var, masa at nalına benziyor, ortasındaki boşluğa da bir piramit yerleştirilmiş.
Fotoğraftan anlayabildiğim kadarıyla granitten yapılmış bir piramit bu ve dört üçgen yüzünde de birer kocaman saat var. Alt kısma da beyaz çiçekler yerleştirilmiş.
Piramidi görünce “Bunu iyi ki Erdoğan yaptırmış” diye düşündüm.
Mesela bir CHP’li ya da MHP’li ya da gerçekten bağımsız ve tarafsız bir cumhurbaşkanı bunu yaptırmış olsaydı, AKP beslemesi basın hemen kaleme sarılırdı: “Piramit ve üçgen içindeki göz masonluk sembolüdür” diye!
Çünkü piramidin üçgen yüzeylerinin ortasına yerleştirilmiş saatler sanki bir “göz” gibi duruyor!
Kim bilir belki de salonu dekore eden “paralelci” olabilir, Cumhurbaşkanı’nın en önemli toplantılarını yaptığı yere getirip bir mason sembolü yerleştirdi ve bu hareketiyle de bir şeyler ima etmek istiyor! Benim aklıma bunlar gelmedi tabii. Bütün komplo teorilerine mesafeli olduğum gibi masonlar üzerine yazılan komplo teorilerine de kuşkuyla bakarım.
Gördüğünüz gibi “adalet” anlayışı, sadece “intikam” ile ilgili.
Rüşvet ve yolsuzluk operasyonuna olan kızgınlığının intikamını böyle almayı planlıyor.Gerçek adalet arayışında olsaydı, öncelikle kopya çekilen sınavlarda hakları yenenleri düşünürdü.
Birok insan bu kopyacılar nedeniyle iptal edilen sınav nedeniyle hakkını kaybetti.
Sayılarını bilmediğimiz kadar genç, kopyacılar yüzünden girebilecekleri memuriyetlere giremediler ve belki bugün hâlâ işsiz olarak dolaşıp duruyorlar.
Ve bütün bunlar olurken kendisi Başbakan idi.
Halk onu seçmiş, Başbakanlık makamına getirmişti ki işleri düzgün yönetsin, hak eden memur olsun, hak eden terfi etsin.
Ama o bunu yapmadı.