“Araç tercihlerimizde, 06/09/2011 tarih ve 28046 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan ‘yerli ürün kullanılması’ konulu Başbakanlık genelgesine uyulması konusundaki sorumluluğun tarafımıza ait olduğunu peşinen kabul ve taahhüt ederiz.”
Başbakanlık bir genelge yayınlıyor ve “yerli ürünlerin kullanılması” ile ilgili olarak devletin tüm kurumlarına bir talimat veriyor.
Başbakanlığa bağlı bir kuruluş, yöneticisine en pahalısından bir Mercedes almaya karar verince de DMO’ya taahhütname veriyor ki Başbakanlık, DMO’yu bu alım nedeniyle sorumlu tutmasın.
O tarihte Başbakan olan kişi Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değil.
Yayınladığı genelgeye uymayan da kendisine bağlı bir kurum.
Ve şimdi aynı Recep Tayyip Erdoğan, bu kez cumhurbaşkanı olarak, başbakan iken yayınladığı genelgeyi takmayan kurumun başındaki şahsa kendi “havuzundan” bir Mercedes gönderiyor.
Neresinden bakarsanız bakın devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan, absürd bir durum bu.
Bugüne kadar muhalefet partilerinin programlarını eleştiriyordu.
Muhalefet liderlerine yanıt yetiştirmeye çalışıyordu.
Anayasa’yı değiştirip Başkanlık sistemine geçişi sağlayacak bir çoğunluk istiyordu.
“Gönlümde bir aslan var tabii” diyordu.
Ama bütün bunları sahte bir tarafsızlık gösterisi içinde yapıyordu.
Böylece ilk kez kendi ağzından bir partinin milletvekili adaylarını bizzat seçtiğini söyledi.
Bir parti lideri gibi çıkıp “Diyarbakır’da sözde bir müftü, Eskişehir’de eşcinsel aday biz göstermiyoruz” dedi.
Böylece kendi ağzından da öğrenmiş olduk.
Böyle bir paranın “ucuz” olduğunu algılıyor olabilir. Memleket ahalisinin genel gelir düzeyini düşünecek olursak bu bile “dudak uçuklatacak” bir rakam ama o ısrarla bunun önemsiz bir rakam olduğunu vurguluyor.
O aracın gerçek piyasa değerini biz uydurmadık.
Diyanet İşleri Başkanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürü Kemal Uludağ’ın bu araç ile ilgili olarak DMO’ya yazdığı yazıda, aracın piyasa fiyatı belirtilmiş.
Yazıda şöyle deniliyor: “Söz konusu alım için yapılan piyasa araştırması neticesinde yaklaşık maliyet KDV dahil 1.006.641,64 TL olarak tespit edilmiştir.”
Rakamı okumak bizim gibi maaş ile geçinenler için zor olabilir diye bir de yazıyla yazayım: Bir milyon altı bin altı yüz kırk bir lira altmış dört kuruş!
Diyanet İşleri Başkanlığı, DMO’ya aracın alımına kadar geçecek süre içinde meydana gelebilecek kur farkını ödeyeceğini de ayrı bir yazı ile taahhüt etmiş.
Bu yazının fotokopisini de yayınlıyorum, belki okuyucularımız da görmek isterler diye!
“320 bin–330 bin liralık aracı lüks olarak değerlendirir misiniz” diye sordu.
Evet, bunu lüks olarak değerlendiririz, zaten bu araçlar “lüks sınıf” olarak üretilip satılıyor.
Önceki akşam da hızını alamadı, bu kez Diyanet İşleri Başkanı’nın her yere özel uçağıyla gitmesi gerektiğini de söyledi.
“Bu beyefendiler neden bakmazlar Hıristiyan dünyasına, Vatikan’a niye bakmazlar? Vatikan’da dini liderin özel uçağı var, özel araçları var, zırhlı araçları var. Niye bunları görmüyoruz? Biz sıradan bir ülke miyiz? Vatikan’da yapı bu olacak bizim dini liderimiz tarifeli uçakla seyahat edecek, bunlar için çok da önemli değil. Bizim için önemli. Ben geçenlerde onu da söyledim. Ahmet Bey’le de onu konuşacağım. Diyanet İşleri Başkanımızın yurtdışı seyahatlerinde şu anda havuzda olan uçaklarımızdan kullanmak suretiyle gitsin, niçin tarifeli uçakla gitsin?” diye sordu.
Cumhurbaşkanı’nın bu söylediklerinin bir kahvehane muhabbetinde uluorta sallayanların sözlerinden bir farkı yok.
Papa, bir devlet başkanı olmasına rağmen, özel bir uçağa hiç sahip olmadı.
Cumhurbaşkanı ya yanlış biliyor ya da “Ben söylersem yuttururum” diye düşünüyor.
O istiyor ki bütün gazeteler ve televizyonlar, havuzlar marifetiyle kurulmuş yandaş medya gibi olsun.
Kimse onun sözünün üstüne söz söylemesin, kimse iktidar uygulamalarını eleştirmesin.
En son da New York Times gazetesine taktı.
“Erdoğan Türkiye’sini” eleştirdiği için “edep dışı davrandığını” söylüyor.
Dedim ya o uslu gazeteleri ve gazetecileri seviyor, bunun dışına çıkar da küçük de olsa bir eleştiri yaparsan “edep dışına çıkmış” oluyorsun.
Ve basın özgürlüğüne bakışını ele veren şu sözü söylüyor:
“Ya sen bir gazetesin haddini bileceksin.”
Bizim memlekette genellikle sesi daha yüksek çıkanların oluşturduğu gündem konuşulduğu için Babacan’ın söyledikleri de o gürültü arasında kayboldu.
Babacan, iktidar dönemleri boyunca verdikleri sözlerden çıkmadıklarını söyledi.
Bunu söyledikten sonra da şöyle konuştu:
“Gerçi zaman zaman altına imza attıkları belgelerde olanlardan farklı konuşanlar oluyor. Buna da demokrasinin bir parçası diye bakıyoruz. Attığı imzadan farklı konuşanlar her dönemde oluyor. Bizim aramızda da bunu yapanlara rastlanıyor.”
Babacan açık siyasi polemiklere giren bir politikacı değil ama söylediği sözlerden kimi kastettiğini bilebiliyoruz.
Babacan’ın yönetimi altındaki ekonomi bürokratlarından, Merkez Bankası’nın ve diğer ekonomik kurulların “bağımsızlığından” kim şikâyet ediyorsa, bilin ki onu kastediyor.
Babacan bunları söyledikten sonra şuna dikkat çekti:
1– En son araştırmalarda durum nasıl görünüyor?
2– HDP barajı geçmeyi başaracak mı?
3– Seçimlere hile karışır mı?
İlk iki soruyla ilgili herkes ne kadar biliyorsa, ben de o kadar biliyorum.
Daha fazlasını biliyor olsaydım zaten bu köşede yazardım, iyi havam olurdu.
Ama üçüncü soruyla ilgili bir yanıtım var: Herkes görevini yaparsa, seçimlerde hile yapılması mümkün değildir!İş, sandık görevlileri ve parti gözlemcileri ile başlar. Onlar işlerini sıkı tutar ve doğru yaparlarsa meselenin en önemli kısmı çözülmüş olur.
İktidar partisinin aylardır sandık gözlemcilerini eğittiğini, sandıktaki oyuna sahip çıkmak için elinden gelen her şeyi yaptığını biliyoruz.
BİR daha hiç göremeyeceğinizi bildiğiniz sevgilinizden bir hatıra almak, hayatınızın sonuna kadar onu saklamak isteseydiniz, bu ne olurdu?
Baktıkça size onu hatırlatacak, bir daha hiç gelmeyecek güzel günleri hatırlatacak küçük bir hatıra.
Eski yıllarda olsaydı, buna yanıtım “Mektuplar” olurdu ama artık kimse mektup yazmıyor, e–posta yazmaya bile üşeniliyor. Varsa yoksa, whats up, SMS, sosyal medya mesajları vs.
Onlar da uçucu, yanlış bir parmak hareketinizle sonsuza kadar kaybedebileceğiniz şeyler.
Bir düşünün bakalım, en çarpıcı ne olurdu?
O parçaya bakarken, çok geride kalmış bir akşamüstü, sahilde akşam melteminde saçları uçuşan kadını hatırlatacak en önemli parça!
İlk akla gelen bir tutam saç olmalı, bir sarı bukle.