Paylaş
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, Siirt’te düzenlediği seçim mitinginde “1912’de yazılmış bir şiiri okuduğum için hapse girdim” dedi.
Demokratik hakların kullanılamadığı bir dönemi hatırlattı, 28 Şubat’ın “askeri vesayet” dönemini!
O günden beri az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, Yeni Türkiye filan kuruldu ama bir de baktık ki bir arpa boyu bile yol gidememişiz.
Şimdi bir tweet atan gazeteciler Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyorlar.
Cumhurbaşkanı’na “Gözünün üstünde kaşın var” diyen, soluğu Sulh Ceza Hâkimi’nin önünde alıyor. Çoğu tutuklanıp hapse tıkılıyor.
Hükümetin hoşuna gitmeyen kararları veren hâkimler, savcılar şanslılarsa görevden alınıyor ya da “terörist” diye hapse atılıyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez hırsızlara çaldıkları paralar faiziyle iade ediliyor, onları yakalayan polisler hapiste.
Medyanın bir bölümü “havuz” ile ele geçirilip borazan haline getirilmiş, öbür bölümünün tepesinde devletin gücü Demokles’in kılıcı gibi sallanıp duruyor, indikçe bir kelle götürüyor.
İlk kez bir “demokraside”, avukatlar polis marifetiyle yerlerde sürüklenerek Adliye’den atılıyorlar.
Milli Güvenlik Kurulu, “kırmızı kitap”ında bir kez daha “iç düşman” tarif etmiş, vatandaşlarının bir bölümünü, suçlu mu değil mi bakmadan yargısız infaz ediyor.
Devlet, vatandaşlarının bir bölümünü düşmanı gibi görüyor, başını ezmek için her yolu deniyor, her silahı kullanıyor.
Öyle görünüyor ki “28 Şubat bin yıl sürer” diyen haklıymış.
28 Şubat aynı hızıyla sürüyor, değişen tek şey uygulayıcıları!
Saygı isteyen saygılı olmalı
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın Güneydoğu Anadolu gezisinde, HDP’li belediye başkanları karşılama törenlerine gitmediler.
Cumhurbaşkanı da buna çok kızdı, “saygısızlık” olarak yorumladı.
Bugüne kadar böyle bir şey hiç yaşanmamıştı.
Cumhurbaşkanları, ülkenin hangi kentine, kasabasına gittiyse karşılama töreninde her partiden ileri gelenler bulunmuştu.
Cumhurbaşkanı’nı kişisel olarak sevmeseler, beğenmeseler bile insanlar saygıda kusur etmemeye çalışmışlardı.
Çünkü insan ilişkilerinde karşılıklı “saygı” esastır.
Birisinin size saygısızca davrandığını düşünürseniz, siz de ona saygı gösterisinde bulunmak istemezsiniz, bu bir tür ikiyüzlülük gibi algılanır.
Bugüne kadar Cumhurbaşkanları, siyasi görüşleri ne olursa olsun en azından “görüntüde” vatandaşlar arasında, partiler arasında bir ayrım yapmamaya, tarafsız, bağlantısız görünmeye gayret etmişlerdi.
Erdoğan’a kadar.
O her gün seçim mitingi yapıyor, muhalefet partilerine verip veriştiriyor.
İnsanları “salak” yerine koyup “Hangi partiye verirseniz 400’ü verin” diyor ama konuşmalarında tek eleştiri konusu muhalefet partilerinin liderleri ve söyledikleri sözler.
Kimse yemiyor tabii. Çünkü “Her partiye de eşit mesafedeyim ama gönlümde bir parti var tabii, o ayrı bir konu” demeyi de ihmal etmiyor.
Cumhurbaşkanı bir partinin üyesiymiş gibi, yeminini de çiğneyerek tarafgirlik yaparken, diğer partilerin mensuplarının öylece bunu seyretmeleri düşünülemez.
Onlar da tepkilerini böyle karşılama törenlerine vs gitmeyerek gösterebiliyorlar, bir adım ilerisini atsalar soluğu hapishanede alacaklar çünkü.
Onun için Cumhurbaşkanı, eski cumhurbaşkanlarına gösterildiği gibi bir saygı gösterisi bekliyorsa, dönüp o eskiler ne yapmışlardı, onu bir hatırlamalı.
Ettiği yemine sahip çıkıp, gereklerini yerine getirmeli.
Yok eğer böyle siyaset yapmaya devam etmek istiyorsa onun da yolu belli: İstifa eder, bir partinin başına geçer, istediği gibi siyaset yapar.
Bu göreve talip olup seçime girdiğinde, Anayasa’da ne yazdığını, görevlerinin ve sorumluluklarının ne olduğunu biliyordu.
Saygı görmek istiyorsa, ona göre davranmalı, Anayasa’ya ve ettiği yemine saygı göstermeli.
Atıp tutarak olmuyor tabii
ENERJİ Bakanı Taner Yıldız, CHP’nin seçim vaatlerini ciddiye almıyormuş.
Diyor ki “Bu işler oturduğunuz yerden çay-kahve içerek atıp tutmakla olmuyor”.
Gerçekten ilginç.
Yıldız’ın görev süresi içinde sorumluluğu altındaki madenlerde kazalara kurban gidenlerin sayısını bulabilmemiz bile zor. Soma’yı, Ermenek’i, Kozlu’yu, Karadon’u hatırlayabiliyoruz ama irili ufaklı yüzlerce madende sırf o bakanlık işini doğru yapmadı diye ölüp gidenlerin sayılarını bile hatırlamıyoruz.
Kendisi Soma’ya gitmiş, müdürün odasında çay–kahve içerek “denetim” yapmıştı, hatırlarsınız.
O gün, zamanın Başbakan’ı Erdoğan’ın posterinin önünde şu sözleri söylediğini hatırlayalım:
“Bugün Soma’dayız ve burada kömürle ilgili daha mekanize çalışıldığı, daha otomasyonla çalışıldığı bir ortama gelmiş bulunuyoruz. Türkiye’deki madenciliğin hızla bu şekilde yer almasını inşallah sağlamış olacağız.”
O ziyaretten 9 ay sonra 301 işçi ölmüştü.
Evet, bu işler gerçekten oturduğun yerde çay–kahve içerek atıp tutmakla olmuyor!
Paylaş