Paylaş
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, Kenan Evren’in ölümü üzerine “12 Eylül rejiminin kalıntılarını kim temizledi?” diye sordu.
Sonra şöyle devam etti: “İşkencede ölenlerden sonra Türkiye’de işkenceyi kim kaldırdı?”
Bu soruları sorarken bir yanıt beklemiyor tabii.
Meseleyi böyle sorularla ortaya koyarsa, halk kandırılabilir ve bütün bunları AKP iktidarının başardığını düşünebilir diye varsayıyor.
Ben söyleyeyim yanıtını: Hiç kimse!
12 Eylül rejiminin bırakın kalıntılarını, ana direkleri hâlâ ayakta duruyor, işkence de önlenebilmiş değil.
-12 Eylül rejimi, Cumhurbaşkanı’na parlamenter sistemde olmaması gereken olağanüstü yetkiler vermişti ki “rejimi” koruyabilsin. AKP, bunu değiştirmeyi vaat ettiği halde dokunmadı, 7 yıl Abdullah Gül’ün, son bir yıl da Recep Tayyip Erdoğan’ın bu yetkileri tepe tepe kullanmasından mutlu oldu. Bu da yetmedi, daha fazla yetki vermeye çalışıyor.
-Üniversiteler üzerindeki “vesayet kurumu” YÖK, 12 Eylül’ün eseri ve AKP bu kurumu eline geçirdiğinden beri yetkilerini tartışmıyor bile.
-12 Eylül’ün Siyasi
Partiler Kanunu’na dokunmadı, demokratik siyasetin önünü açmadı, parlamentonun iradesinin parti liderlerinin vesayeti altına girmiş olmasından hiç rahatsızlık duymadı.
-12 Eylül rejiminin halk iradesi üzerine vesayet koyma aracı olan yüzde 10’luk seçim barajından da gayet memnun, barajı geçemeyen partilerin oylarını ve çıkarabilecekleri milletvekillerini çalmakta bir beis görmüyor, hatta “Çok iyi olur” diyor!
-12 Eylül’ün “solcularla mücadele” kapsamında yürürlüğe soktuğu “zorunlu din dersi”, AİHM’nin verdiği aksine kararlara rağmen ısrarla uygulanıyor.
-İşkence ve kötü muamele hâlâ engellenebilmiş değil, işkencecileri önce amirleri, sonra mülki yetkililer, sonra adalet sistemi korumaya devam ediyor ve hükümetler bunu değiştirmek için hiçbir etkili girişimde bulunmuyorlar.
Başbakan Davutoğlu, boş konuşmalarla milleti kandırabileceğini zannediyor. Belki bir bölümünü kandırabiliyor da!
Ama bir gerçek gün ışığı gibi ortada duruyor:
AKP, 12 Eylül rejiminin millet iradesi üzerine koyduğu vesayet kurumlarından yararlanmakta kendisinden öncekilerle yarışıyor!
Boncukları mı dökülecekti?
DİYANET İşleri Başkanı, kendisine makam aracı olarak satın alınan 1 milyon liralık makam aracını iade edeceğini açıklamıştı.
“O araca bir gün bile binmedim, ibreti âlem olsun diye iade edeceğiz” demişti.
Neden bugüne kadar bekledi ve hâlâ iade etmedi ve bu hareketi kime “ibret” olacaktı, anlayamamıştım.
Devlet kesesinden bu tür pahalı makam araçlarına binenlerin ibret almaları gereken bir davranış olurdu herhalde, işine gücüne, metro, dolmuş, otobüs, servisle gidenlere değil!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan buna da
karşı çıktı.
Zaten karşı çıkacak bir şey bulamadığı gün kendisine karşı çıkacak, öyle görünüyor.
“O makam böyle bir arabaya fazlasıyla layık. Eğer benim haberim olsaydı sakın verme derdim” dedi.
Bu tür makamlarda bulunanlara böyle şeyler şeref katarmış, öyle söylüyor.
Ben de şunu sormak isterim: Diyanet İşleri Başkanı ya da bir başka kamu görevlisi, mütevazı bir araca binerse boncukları mı dökülür?
Hem yerli otomotiv sanayisini geliştirmekten söz ediyorsunuz, hem de pahalı ithal araçlardan inmiyorsunuz.
Üst düzey kamu görevlilerinin, bütçe olanaklarını lükse harcamak yerine yerli araçları kullanmaları, otomotiv sanayisine hem moral hem maddi destek olmaz mı?
“Büyüklerin” tasarruflu davrandığını gören öteki kamu görevlilerine örnek olmaz mı?
Hem ülkenin kaynaklarının kısıtlı olduğunu söyleyeceksiniz hem de lüksünüzden vazgeçmeyeceksiniz.
Ayıp olmuyor mu?
15 milyar lira harcadık sonuç sefalet!
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’deki içsavaştan kaçarak ülkemize sığınan Suriyeliler için 5.6 milyar dolar harcadığımızı söyledi.
Neresinden baksanız 15 milyar lira!
Ama buna rağmen sokaklar çaresizlikten dilencilik yapmak zorunda kalan Suriyeliler ile dolu.
Suriye’de savaşın kısa sürede biteceğini ve Esad’ın devrileceğini hesaplayarak sınırları ağzına kadar açtılar, hesapları yanlış çıktı.
Suriyeli göçmenlerin sayısının azalması yakın bir gelecekte görünmüyor, yakında IŞİD ve El Nusra’dan kaçmak zorunda kalacak olanları da hesaba katarsak göçmen sayısı daha da artacak.
Ve bu insanların büyük çoğunluğu artık kamplarda değil, Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış durumdalar.
Bu insanların çocuklarının eğitim olanakları yok, yakında büyüyecekler ve Türkiye’de suç örgütlerinin insan kaynağını da oluşturacaklar.
Evet, sınırımıza savaştan kaçarak gelenleri geri döndürmek mümkün değildi, insanlık sorumluluğu o göçmenleri kabul etmeyi gerektirirdi, yerine getirdik.
Peki bu göçmenleri kontrolsüz bir şekilde Türkiye’nin dört bir yanına dağıtmak ne kadar akıllıcaydı?
Bakın neredeyse iki günde bir Suriyeli göçmenler ile yerli halk arasında çatışmalar çıkıyor, evler yakılıyor, dükkânlar taşlanıyor.
Bunun bir tek sorumlusu var, o da bu işi yönetmeyi beceremeyen AKP hükümeti.
Bu iş daha büyük güvenlik sorunlarına yol açmadan bir çare bulunması gerekiyor ama hükümet boş böbürlenmeden başka bir girişimde de bulunmuyor.
Paylaş