O sözler, o makama yakışmıyor

Haberin Devamı

CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, HDP’li yöneticilere “şaklaban” dedi.
CHP’li yöneticiler için “Adları sosyal demokrat ama kendileri faşist” cümlesini kurdu.
Geçen gün de “bazı köşe yazarları” için “Cibiliyetsiz bunlar” demişti.
Bu sözleri sıradan vatandaşlar, başkaları için söylemiş olsalardı en azından bir hakaret davasına muhatap olurlardı.
Kim bilir, belki karşılarındaki de terbiyesiz çıkıp benzer sözleri onlar için kullanabilirlerdi, o vakit de mahkeme “İki taraf da birbirine hakaret etmiş” diyerek davayı düşürürdü.
Ama kanunlarımızda Cumhurbaşkanı’nın ayrı bir yeri var.
Bu sözlere hedef olanlar, aynı kelimeleri Cumhurbaşkanı için kullanacak olsalar soluğu Sulh Ceza Hâkimi’nin karşısında alırlar.
Ve Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddiasıyla hâkim karşısına çıkarılan birçok kişinin başına geldiği gibi tutuklanıp hapse de atılabilirler.
Yani eşitsiz bir ilişki mevcut.
Zaten Cumhurbaşkanı’na hakaret etmemek gerekir, o milletin ve devletin birliğini temsil eden bir makamdır.
O makama gösterilecek saygı insanın aynı zamanda kendisine duyduğu bir saygının sonucudur.
Cumhurbaşkanı’nın da bunu bilerek davranması, sözlerini daha özenle seçmesi bu nedenle gereklidir.
Size cevap veremeyecek durumda olan birisine hakaret etmek yakışık alacak bir tutum değildir.
Delikanlılığa da sığmaz!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan artık tarafsızlık yeminine uymasını beklemiyorum, bunun boş bir beklenti olduğunun farkındayım ama hiç olmazsa sözlerine dikkat etmeli ki “ayıp” olmasın.

Haberin Devamı


Kırmızı Kitap, kanunlardan üstün değildir


CUMHURBAŞKAN Recep Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen cemaati ile ilgili MGK kararının “legal görünüm altındaki illegal terör örgütleri” tanımını getirdiğini ve bunun Kırmızı Kitap’a gireceğini söyledi.
Sonra da ekledi: “Kırmızı Kitap’a girdikten sonra burada yargı mercilerinin de bakışı değişecek. Çünkü bu milli güvenlikle ilgili bir durum.”
Normal bir hukuk devletinde, “yargı mercilerinin” dikkate alacağı şey şunlardır:
Anayasa, uluslararası sözleşmeler, uluslararası mahkeme kararları, yüksek yargı içtihatları, kanunlar, yönetmelikler vs.
Yargı mercileri diye tanımlanan kişiler, yani savcılar ve hâkimler önlerine gelen davalarda başka şeylere bakamazlar.
Dosyadaki kanıtları incelerler, savunmaları dinlerler, sonra dönüp kanunlara bakarlar ve kararlarını buna göre verirler.
Kararlarını verirken başka şeylerden etkileniyorlarsa, orada hukuk devletinden ve adil bir yargılamadan söz edemeyiz.
“Kırmızı Kitap” diye tarif edilen “şey” bir kanun değildir. “İdari” bir karardır ve yargı mercilerini bağlamaz.
Eğer yargıçlar ve savcılar kendilerini böyle Anayasa ve kanunlar üstü bir metin ile bağlı hissediyorlarsa, orada vatandaşların hukuk güvenliği söz konusu değildir.
Çünkü bu bir tek anlama gelir: Devleti ele geçirenler, kendi ideolojilerini topluma zorla kabul ettirmek istiyorlardır.
Eğer bu ideoloji ile barışık değilseniz, başınıza her şey gelebilir, diktatörlüklerde böyledir.
Üstelik “Kırmızı Kitap” yüksek derecede gizliliği olan bir metindir.
Yargı böyle gizli ve kimsenin bilemeyeceği bir metin ile kendini bağlı hissediyorsa adalet sistemi de tamamen çökmüş, keyfileşmiş demektir.
Gülen Cemaati, devlet içinde bir devlet oluşturacak şekilde örgütlenmiş, kurumları işleyemez hale getirmiş ise buna karşı yapılacak şey bellidir:
Savcılar bunun kanıtlarını toplarlar, suçlananlar savunmalarını yaparlar, yargıçlar da bunları dinleyip, kanunlara bakıp, sadece kendi vicdanlarına karşı sorumlu olacak şekilde kararlarını verirler.
Bunun tersi oluyor, Anayasa ve kanun üstü, gizli idari metinler yargının dikkate alacağı bir şey oluyorsa orada diktatörlük vardır.

Haberin Devamı


Onlar otobüse de binerlerdi



O sözler, o makama yakışmıyor


GAZETECİ ağabeyim Tevfik Yener, dün bana eski bir gazete kupürü yolladı.
Kupür, 1963 yılında yayınlanan bir haber ile ilgili.
“Otobüste bir Başbakan hanımı” diye bir üst başlık atılmış, haberin başlığı ise şöyle: “Mevhibe İnönü küçük bir araba istiyor – Fakat Paşa buna razı değil”.
Haberin spotu ise şöyle: “Arabayı bizzat eşi kullanacağı için İnönü, kaza olur diye mütereddit.”
Şimdi de haberi okuyalım:
“Ankara, 9 (Hususi) – Başbakan İsmet İnönü, bir-iki gün önce belki de ilk defa, çok sevdiği ve sık kullandığı “hadi canım sen de” cümlesini söyleyemedi.
“Karşısında sade giyimli, kır saçlı ve az konuşan bir hanımefendi vardı. Etrafta torunlar, çocuklar oturuyordu. Konu hanımefendinin, Mevhibe İnönü’nün uzun senelerdir bir arzusunu gerçekleştirmek istemesiyle ilgiliydi.
Başbakan’ın eşi küçük tipte, özel bir otomobile sahip olmayı arzuluyordu, bu arabayı bizzat kendisi kullanacak; çarşıya pazara, ziyaretlere bununla gidecekti, hatta işinden baş kaldırabildiği günlerde, kocası Başbakan İsmet İnönü’yü, torunlarını yanına aldığı gibi, şehrin gezilebilecek yerlerine de gidecekti.”
Tevfik Ağabey, bana gönderdiği notta, 1962 yılında, askerliğini yaptığı sırada Harbiye’yi ziyarete gelen İsmet İnönü’nün otomobilinin kapısını kendisinin açtığını, aracın tek kapılı eski bir Opel olduğunu da yazmış.
Devletin parasıyla alınmış milyon liralık makam otomobillerinden inemeyenlerin anlayabileceği bir durum ve haber değil tabii!
Not: Tevfik Yener’in “Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu” isimli çok ilginç kitabı İnkılap Kitapevi tarafından yeni yayınlandı. Bildiğimiz klasik tarih kitaplarında bulamayacağınız ilginç ayrıntılar, belgeler ışığında; kimi zaman eğlenceli, kimi zaman acıklı öyküleriyle savaşın perde arkasının hikâyesi de diyebilirim. Tarihe meraklı olanların zevkle okuyacakları bu kitaptan haberiniz olsun istedim.

Yazarın Tüm Yazıları