Paylaş
İSTANBUL Valisi’nin, Taksim’de 1 Mayıs kutlamaları yapılmasını yasaklamasını açıkladığı kararında “bölgede araç ve yaya akışının çok yoğun, turizm potansiyelinin yüksek olması ve turistik otellerin 24 saat faaliyet göstermesi” de bir gerekçe olarak ileri sürülüyordu.
Ve dün “bölgede araç ve yaya akışı” olamadı.
“24 saat faaliyet gösteren turistik otellerden” çıkan turistler, her türlü trafiğe kapatılmış Taksim Meydanı’nda öylece kalakaldılar.
Boğaz’a gidemediler, Sultanahmet’e uzanamadılar, sarayları, müzeleri, camileri gezemediler.
Muhtemelen hayatlarının en ilginç deneyimini yaşadılar ve döndüklerinde ziyaret ettikleri ülke için söyleyecekleri şey en iyi ihtimalle burasının tuhaf bir ülke olduğu olacak.
Dün İstanbul, ilan edilmemiş bir sıkıyönetim yasağı yaşadı.
Taksim’in dünkü görüntüsü, 12 Eylül 1980 sabahından hiç farklı değildi.
Bir demokraside böyle bir kutlama yapmak için izin almak gerekmez.
Devlete düşen görev, kutlamaların barış ve huzur içinde gerçekleşmesini sağlamaktır ve devlet dün bu görevini yapmadığı gibi vatandaşlarının özgürlüklerini de kısıtladı. Şehri bir açık hava hapishanesine çevirdi, temel bir hakkın kullanılmasını engelledi.
Buna “Yeni Türkiye” diyorlar ama doğrusunu isterseniz dün yaşadıklarımız, devletin eski kafasından bir türlü kurtulamadığını gösteriyordu.
Cumhurbaşkanlığı’ndan açıklama
CUMHURBAŞKANLIĞI Basın Başdanışmanı Lütfullah Göktaş’tan bir açıklama aldım.
Bilgilerinize sunuyorum:
“Gazetenizin 30 Nisan 2015 tarihli nüshasındaki köşe yazınızda, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bazı ifadelerinden hareketle yaptığınız değerlendirmenin, gerçekle bağdaşmadığını belirtmek istiyoruz.
Sizin de yazınızda alıntıladığınız üzere Sayın Cumhurbaşkanımız, 27-28 Nisan tarihlerinde Kuveyt’e yaptığı resmi ziyaret akabinde uçakla yurda dönerken, paralel yapıyla ilgili olarak gazetecilere şöyle demiştir:
“Bu yapı, muhalefetteki tüm partilerle ilişki halinde. Bir meslektaşınız, Diyarbakır Belediyesi’ne arka kapıdan giriyor. Meşru bir iş yapsa, normal kapıdan girer. Arka kapıdan girdiği zaman burada bir şeyler var.”
Yazınızdaki yanlışlık, Sayın Cumhurbaşkanımızdan yaptığınız alıntı sonrasında, şöyle bir ifade sarf etmenizden kaynaklanıyor:
“Cumhurbaşkanı gazetecilere bu açıklamayı yaptığı saatlerde henüz gazetelerde bu haber yayımlanmamıştı. Türkiye’nin bu ziyaretten haberi yoktu”.
Bu ifadeleriniz gerçeği yansıtmıyor.
Sayın Cumhurbaşkanımızın, Kuveyt’ten Ankara dönüş tarihi 28 Nisan akşamıdır. Gazetecilerle sohbet de dönüş yolunda gerçekleşti.
Diyarbakır Belediyesi’ne bir gazetecinin “arka kapıdan” yaptığı ziyaret ise 28 Nisan tarihli Güneş gazetesinin ilk sayfadaki haberleri arasındaydı.
“Sır Görüşme” başlığıyla yayımlanmış olan haberin spot cümlelerinde şu ifadeler yer almaktaydı:
“Paralel Yapı’nın yayın organı Zaman Gazetesi’nin Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’a giderek HDP’li Belediye Başkanı Gültan Kışanak ile gizli bir görüşme yaptı. Binaya arka kapıdan girdi”.
Dolayısıyla, Sayın Cumhurbaşkanımız gazetecilerle konuştuğu sırada, kamuoyu Diyarbakır’da yapılan o ziyareti basın aracılığıyla çoktan öğrenmiş durumdaydı.
Yanlış bilgilere dayalı hatalı çıkarsamalar içeren yazınızda ve başlığında, Türkiye hakkında ‘muhaberat devleti’ şeklinde bir niteleme kullanılması ise gerçekten esef vericidir.”
Tüm hâkimlere gözdağı
TAHLİYE krizinde “reddi hâkim” kararı veren hâkim ile tutuklu sanıklara tahliye kararını veren hâkim, tutuklandılar.
Suçlarının “terör örgütü üyeliği” olduğu belirtiliyor. Yargıçlar, “TC hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek” yani “darbe teşebbüsü” ile de suçlanıyorlar.
Ama biz biliyoruz ki tutuklanmalarının nedeni, hükümetin hoşuna gitmeyen bir karar vermiş olmaları.
Buna bakarak bir süre önce bir hakaret davasında tahliye kararı verdiği için görevden alınan hâkimin şanslı olduğunu bile söyleyebiliriz. Demek ki hapse bile atılabilirmiş.
Hâkimler hakkındaki yargılama sürecinin nasıl gelişmesi gerektiği kanunlarda yazılı.
HSYK’nın ilgili dairesi soruşturma izni verecek, müfettişler görevlendirilecek.
Müfettiş raporları kovuşturmayı gerekli kılıyorsa ilgili daire bu kez kovuşturma izni verecek ki hâkimler suçlanarak mahkemeye sevk edilebilsinler.
Bu olayda devlet bir kez daha kendi koyduğu kanunu çiğnemiş bulunuyor.
Müfettişler savcılıktan tutuklama talep ediyorlar ve hâkimler tutuklanıyor.
Hukuk devleti ilkesi bir kez daha ortadan kaldırılıyor, ülkedeki bütün hâkimler üzerinde bu örnek olayla baskı kurulmak isteniyor.
Tutuklama kararı veren yargıç, bir müfettiş raporuyla iki meslektaşının “terör örgütü üyeliğine” ve “darbeye teşebbüse” ikna olabiliyor.
Acaba müfettişler iki gün içinde nasıl delillere ulaşabildiler ki bunlar dosyaya kondu ve tutuklama kararı veren yargıç ikna oldu?
İnsan gerçekten merak ediyor.
İddianame hazırlandığında nasıl delillere ulaşılmış, göreceğiz.
Paylaş