Paylaş
“Araç tercihlerimizde, 06/09/2011 tarih ve 28046 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan ‘yerli ürün kullanılması’ konulu Başbakanlık genelgesine uyulması konusundaki sorumluluğun tarafımıza ait olduğunu peşinen kabul ve taahhüt ederiz.”
Başbakanlık bir genelge yayınlıyor ve “yerli ürünlerin kullanılması” ile ilgili olarak devletin tüm kurumlarına bir talimat veriyor.
Başbakanlığa bağlı bir kuruluş, yöneticisine en pahalısından bir Mercedes almaya karar verince de DMO’ya taahhütname veriyor ki Başbakanlık, DMO’yu bu alım nedeniyle sorumlu tutmasın.
O tarihte Başbakan olan kişi Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değil.
Yayınladığı genelgeye uymayan da kendisine bağlı bir kurum.
Ve şimdi aynı Recep Tayyip Erdoğan, bu kez cumhurbaşkanı olarak, başbakan iken yayınladığı genelgeyi takmayan kurumun başındaki şahsa kendi “havuzundan” bir Mercedes gönderiyor.
Neresinden bakarsanız bakın devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan, absürd bir durum bu.
Ve geçen gün sorduğum sorulara bir yanıt gelmediğini hatırlatayım.
Diyanet İşleri Başkanı’ndan yanıt bekliyorum:
- Mercedes’i “ibreti âlem için” iade edeceğini açıklamıştı. Şimdi Cumhurbaşkanlığı’nın hediye edeceği Mercedes’i kullanacak mı? Kullanırsa bu kime ibreti âlem olacak, kullanmazsa bundan kim kendisine bir ibret çıkaracak?
- Ve bir küçük sorum daha var: İade edeceğini söylediği Mercedes’i kime iade etti?
Bununla ilgili devir teslim belgesinin bir kopyasını bana yollayabilirler mi?
- Araç DMO’ya iade edildiyse, DMO bu aracı ne yapacak? Satacak mı, yoksa bir başka kuruma mı tahsis edecek?
- Satacak ise aracın değer kaybı nedeniyle devlet bütçesinin uğradığı zararı kim karşılayacak?
- Bir başka devlet kurumuna tahsis edecek ise bu hangisi olacak? Cumhurbaşkanlığı’na mı tahsis edilecek?
GAZETECİLİĞE ‘CASUSLUK’ MUAMELESİ YAPMAK
CUMHURİYET gazetesi, Adana ve Hatay’da 2014 yılının Ocak ayında durdurulan ve içinde “insani yardım malzemesi olduğu” belirtilen ve MİT’e ait olduğu için sonradan yollarına devam etmelerine izin verilen TIR’lar ile ilgili görüntüler yayınladı.
Gazetenin haberine göre ilaç kutularının altına saklanmış, Rus menşeli bin top mermisi, 50 bin makineli tüfek mermisi, 30 bin ağır makineli tüfek mermisi taşınıyormuş.
Bunun üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar hakkında “devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etmek”, “siyasi ve askeri casusluk”, “gizli kalması gereken bilgileri açıklamak” ve “terör örgütünün propagandasını yapmak” suçlamalarıyla soruşturma başlattı.
Aynı gün Adana Cumhuriyet Başsavcılığı da bu haberle ilgili bir başka soruşturma başlattı.
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açıklamasında “özellikle 29.05.2015 günü bazı basın yayın organlarında ve internet haber sitelerinde gerçeği yansıtmayan haber, yorum ve görüntünün yayınlandığı görülmüştür” deniliyor.
Benim de kafam haliyle karışmış bulunuyor: Belgeler Adana savcısının belirttiği gibi gerçek değilse İstanbul savcılığı neden “casusluk” soruşturması açtı?
Önce savcı beylerin bir araya gelerek bunu çözmelerinde yarar görüyorum.
Sonra da şunu söylemeliyim:
Dünyanın demokratik ülkelerinde gazeteciler bu tür belgelerin peşine düşerler, gazeteler de böyle belgeleri ele geçirdiğinde yayınlarlar.
Mesela, Amerika’da New York Times, 40 yıl önce Pentagon belgelerini yayınlamıştı.
Vietnam savaşı ile ilgili çok gizli bilgilerin yer aldığı bu belgeler yayınlandığında Amerika’nın Vietnam’daki savaşı sürüyordu.
New York Times’ın bu belgeleri 13 Temmuz 1971’de yayımlamaya başlamasından hemen sonra federal mahkeme yayının durdurulması kararını vermişti.
Ancak sonra konu ABD Yüksek Mahkemesi’ne taşındı ve Yüksek Mahkeme belgeleri yayınlamanın basın özgürlüğü ile ilgili bir hak olduğuna karar verdi.
Çok yakın geçmişte de İngiliz ve Amerikan gazeteleri “Wikileaks” belgeleri olarak bilinen gizli dokümanları yayınladı ve hiçbirine “casus” muamelesi yapılmadı.
Savcıların bu haberle ilgili böyle zorlama davalar açmanın peşine düşmeleri, Türkiye’de adalet sisteminin düştüğü durumu yansıtıyor.
Anayasa ve AİHM kararlarıyla güvence altına alınmış basın özgürlüğü, hükümetin hoşuna gitmediği için savcıların da hedef aldığı bir durum haline geliyor.
CHE’NİN KEHANETİ
- BİR Avrupa Komisyonu görevlisi, Habertürk yazarı Soli Özel’e, bir anısını anlatmış.
Özel’in yazısından bu bölümü aktarıyorum, eğlenceli ve ilginç bir öykü çünkü:
“Avrupa Komisyonu’nun bir görevlisi şu anısını nakletti. ABD ile Küba arasındaki ilişkiler yumuşamaya başlayınca, AB “Biz de buradayız” diye bir heyet göndermek istemiş. Zaten üyelerinin çoğunun iyi ilişkileri var Havana’daki rejimle.
“Heyet Raul Castro ile buluşmuş ve yarım saat sürecek buluşma iki saatte bitmiş.
Sonlara doğru Raul, kendisi, abisi Fidel ve Ernesto Che Guevara arasında 1960’ların başında geçen bir konuşmayı anlatmış.
Raul, Che’ye, mealen “Bu Amerikalılar bizden kendilerine bir zarar gelmeyeceğini ne zaman anlayıp bizimle ilişkilerini düzeltecekler?” diye sorduğunda, Che herhalde “Böyle bir şey hiç olmayacak” demek amacıyla “Amerikan Başkanı siyah, Papa da Arjantinli olduğunda” diye cevap vermiş.
Bildiğiniz gibi geçen hafta ABD, Küba’yı terörist ülkeler listesinden çıkardı. Geçen yılın son aylarında açıklanan normalleşme süreci devam ediyor. Ve tabii evet, Amerika Başkanı Obama siyah, Papa ise Arjantinli!”
Paylaş