Paylaş
En son olarak Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, uçağın düşürülmesindeki asıl amacın Putin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın “karizmalarının çizilmesi” olduğunu ifşa etti!
“Rus uçağının düşürülmesinde asıl hedef, Erdoğan ile Putin’di” diye yazdı.
Selvi’nin komplo teorisine göre “Rus uçağının düşürülmesinde gri alanlar var.”
Buradan yola çıkıyor ve uçağın başka önleyici tedbirler alınmadan neden vurulduğunu sorguluyor.
“Tarihi Cerablus operasyonu ile birlikte eni 98 kilometre, derinliği 61 kilometre olan bir alan DAEŞ’ten temizlenip, ABD ile birlikte kontrolümüze girecekti. Böylece PYD’nin Fırat’ın batısına geçip, Azez’le Kobani arasındaki hattı kontrol etmesinin önüne geçmiş olacaktık. Uçak düştü, büyük operasyon durdu” diye yazıyor.
Türkiye’nin artık Kandil’e karşı operasyonları da gerçekleştiremediğine dikkat çektikten sonra “Bir uçak düştü şimdilik üç işimiz durdu. Bir taşla üç kuş vuruldu” diyor.
Bütün bu teoriyi niye icat ettiği belli:
Rus uçağının düşürülmesi, Türkiye’ye büyük zarar verdi.
Rusya ile ilişkilerin bozulması, ekonomik ambargo, PYD’nin ABD’den sonra Rus koruması altına da girmesi, Suriye’de artık masada güçlü bir yer edinme olasılığının güçleşmesi gibi bir dizi zararlar.
İnsanın mesleği de yandaşlık olunca, bir şeyler uydurup Rus uçağının düşürülmesini “bir üst akla” bağlamak gerekiyor tabii.
“Birileri komplo kurdu, Rus uçağını düşürdü, çünkü Erdoğan’ın başına birileri çorap örmek istiyor” gibi bir savunma icat ederek, Rus uçağının düşürülmesindeki sorumluluğu meçhul birilerine mal etmeye çalışıyorlar.
Ama küçük bir sorun var.
Başbakan Davutoğlu ne demişti: “Rus uçağının vurulması emrini bizzat ben verdim.”
Gazeteciyi ‘zorla getirmek’ niye gereksin?
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu’na hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl 2 aydan, 2 yıl 4 aya kadar hapis cezası ile yargılanan gazeteci Nazlı Ilıcak için mahkeme “duruşmaya zorla getirilmesi” kararı verdi.
İstanbul’daki yargılamada, Ilıcak’ın avukatı hazır bulunmuş ve “bir sonraki duruşmada müvekkilinin hazır bulundurulacağını” söylemiş.
Buna rağmen, mahkeme “zorla getirilme” kararı vermiş.
Bunun ne demek olduğu belli: Nazlı Ilıcak’ın kapısına polis gidecek, onu alıp duruşma saatinde mahkemeye çıkaracak.
Daha açık bir ifade ile polis, Nazlı Ilıcak’ın özgürlüğünü “makul bir süre içinde hâkimin karşısına çıkaracak şekilde” kısıtlayacak.
Anayasa ile teminat altına alınmış bir özgürlük bu.
Polisin bunu keyfi olarak yargılamadan bir gün önce başlattığına ilişkin uygulamalar da bizim memlekette sıkça rastlanan bir durum.
Oysa Ilıcak’ın avukatı duruşmada hazır bulunmuş ve bir sonrakine müvekkilinin de getirileceğini beyan etmiş.
Bir sonrakinde de geçerli bir nedeni bulunmadan duruşmaya gelmemiş olsaydı, mahkemenin verdiği karar anlaşılabilirdi.
Üstelik elde bir de AİHM kararı var: “Siyasetçiye yöneltilen eleştirinin kabul edilebilir sınırları, özel bir kişiye kıyasla daha geniştir. Siyasetçi kaçınılmaz bir şekilde ve bilerek her söz ve davranışında, kendini basının ve kamuoyunun merceği altına yatırır. Bunun sonucu olarak daha geniş bir hoşgörüye sahip olması gerekir” diyen bir karar. (Lingens/Avusturya kararı.)
Mahkemenin, “zorla getirme kararının”, bir gözdağı ya da peşin cezalandırma amacı taşımadığını ümit etmek isterim.
Komedi filminde çok gülmek
SON günlerde okuduğum en komik haber Erzurum’dan geldi.
Erzurum’da, Cem Yılmaz’ın ‘Ali baba ve 7 Cüceler’ isimli filmine giden iki arkadaş, filmdeki esprilere çok güldükleri için karakolluk oldu.
“Cem Yılmaz bile bu kadarını hayal edemezdi” diye düşündüm haberi okurken.
Ne büyük suç!
Bir komedi filmine gidiyorsunuz, herkes de sizin gibi “gülmek” için oraya gelmiş ama siz “çok güldüğünüz için karakolluk” oluyorsunuz!
Bir komedi filmi sahnesi olarak bile gerçeküstü bir senaryo!
“Çok” gülmenin sınırının nereden geçtiğini de merak ettim.
Belli ki sinirli bir vatandaş, her şeyden nem kapıyor, gülmek için gittiği filmde bile birileri çok gülüyor diye kavga çıkarıyor.
İşin ilginç tarafı böyle bir habere artık çok da şaşırmıyoruz.
Herkesin başına her ortamda gelebilecek bir durum bu.
Böyle sinirli birisine her yerde rastlayabilirsiniz. Trafikte, lokantada, sokakta yürürken, vitrine bakarken vs.
Çünkü toplumumuz öyle bir hale geldi ki sinirleri zayıf olanların patlamaları için küçücük bir gerekçe bile yetebiliyor.
Eskiden de çok huzurlu ve kendisiyle barışık insanların oluşturduğu bir toplum sayılmazdık ama öyle bir dönemden geçiyoruz ki herkesin sinirleri fena halde gevşemiş durumda.
Psikolojimizi bu hale şu getirdi, bu getirdi demek istemiyorum ama bu ülke dev bir tımarhaneye dönüşmeden önce birilerinin bir şeyler yapması gerek.
En başta da ülkeyi yönetenlerin ve politikacılarımızın tümünün!
Paylaş