Paylaş
Kuşkusuz ki iyi hatırlanacak işler de yaptılar ama kötü hatırlanacak işleri de var.
Bunların başında da suçsuz insanların, kurulan türlü tezgâhlarla uzun süreler hapiste tutulması gelecek, buna hiç kuşku yok.
Askerler, aydınlar, gazeteciler, bu iktidar döneminde suçsuz yere hapislerde süründüler.
Şimdi bunların bir bölümünden “paralel yapı” dedikleri cemaati sorumlu tutuyorlar.
Neler yaptıklarını gazetelerde okuyoruz.
Sahte delil yerleştirmekten tutun da yargılananların lehine olan delillerin ve bilirkişi raporlarının saklanmasına kadar bir dizi iğrenç iş.
Ama bu AKP hükümetlerini sorumluluktan kurtarmaya yetmez.
Bütün bunlar olurken işbaşındalardı ve onlara “ne istedilerse verdiler”, yapılan her türlü hukuksuzluğa göz yumdular.
Ve ileride tarih önünde siyasi olarak bu yapılanların hepsinden o hükümetler sorumlu.
“Paralel yapı” şimdi tasfiye sürecinde ama hukuk alanına geldiğimizde yine değişen bir şey yok.
Yine suçsuz insanlar, hukuk dışı uygulamalarla hapishanedeler.
Sadece hapse atılmıyorlar, tecrit uygulamalarıyla da işkence altında tutuluyorlar.
İşte Can Dündar ve Erdem Gül!
Hukuk kurallarının herkese eşit olarak uygulandığı dünyanın medeni ülkelerinde yargılanmayacakları bir suç isnadıyla hapisteler, bu da yetmiyor tecrit altındalar.
Damadın kardeşinin televizyonunun hapishanede set kurup dizi çekmesi mümkün olabiliyor ama mesleği gazetecilik olan insanlara bir daktiloyu bile çok görüyorlar.
Bugünler elbette geçecek ama lekesi, bu iktidarın üzerinde tarih boyunca silinmeden duracak.
İTÜ camisi acaba neye benzeyecek?
İSTANBUL Teknik Üniversitesi’nin Ayazağa Kampusu’nda bir cami yapılacak, temelleri de geçen gün atılmış. Rektör, cami talebinin öğrencilerden geldiğini söylüyor, üniversiteye hayırlı olsun.
Caminin neye benzeyeceğini çok merak ediyorum.
Sağda solda örneklerini gördüğümüz, çirkin bir beton yığınına mı çevirecekler, yoksa gerçekten bir teknik üniversitenin kampusuna yakışacak, mimari değeri olan bir eser mi yaratacaklar, bilemiyorum.
Ancak bu vesileyle uzun süredir aklımda olan bir konuyu açmama izin verin.
İTÜ’nün, Maçka’da da bir kampusu var.
Mimar Sarkis Balyan tarafından yapılmış, “silahhane” binası ve bahçesindeki binalardan oluşuyor.
Maçka’ya özel bir karakter veren, şahane bir bina mimar Balyan’ın yaptığı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında jandarma tarafından kullanılmış, Cumhuriyet’ten sonra, 1955 yılında da önce Milli Eğitim Bakanlığı’na, sonra İTÜ’ye devredilmiş bir bina bu.
Binanın arkasında geniş bir bahçe var, şimdi bir bölümü otopark olarak kullanılıyor, geri kalanında da daha sonra inşa edilmiş eğitim binalarından oluşuyor.
Normal olarak İTÜ gibi bir okulun, kendisi için inşa ettirdiği binaların da mimari bir değerinin olmasını beklersiniz değil mi?
Maalesef öyle değil.
Ana bina ile alakası olmayan, çirkin betonarme binalar, sanki mimari geçmişimizle alay eder gibi getirilip oraya kondurulmuş.
Tipik bir “Terzi kendi söküğünü dikemez” durumu diyeceğim ama dilim de varmıyor.
Türkiye’nin en iyi mimarlık ve mühendislik fakültelerini bünyesinde barındıran bir üniversitenin, önlerindeki o muazzam örnek dururken o binaları inşa ettirebilmiş olmasına hayret etmemek elde değil.
Onun için İTÜ Kampusu’nda bir cami inşa edileceğini duyunca nasıl bir şey çıkacağını merak ettim.
Dilerim ki beni utandıracak, mimari değeri olan bir cami yapılıyor olsun.
Rusya’ya yaptırımımız yok mu?
UÇAĞIN düşürülmesinden sonra Rusya, Türkiye’ye karşı bir dizi yaptırım uyguluyor. Demokratik bir ülke olmadığı için de aklına her geleni, kolayca yapabiliyor.
İşadamlarını tutuklayıp sınır dışı edebiliyor, gümrük kapılarında kamyonları bekletip sebze-meyveyi çürütüyor, turist gelmesini yasaklıyor vs.
Domatese, bibere filan yasak koyuyor ama “Fındık ile limon almaya devam edeceğiz” diyebiliyor, bu taraftan “O zaman sana limon da yok” sesi çıkmıyor!
Türkiye ile ticaretten kâr ettiği konular tabii ambargo dışı.
Gaz da satarım diyor, buğday da. Zaten yürümeyen “Doğalgaz hattı inşaatını iptal ettim” diyor ama Anamur’a nükleer santral kurma işi devam ediyor.
Bu arada öğreniyoruz ki Türkiye, IŞİD’e karşı hava operasyonlarına da artık katılamıyormuş.
Sebebi kolayca tahmin edilebilir: Ruslar “kaza ile” bir uçağımızı düşürmeye kalkmasınlar diye!
Yöneticilerimiz “Bizim de yapabileceklerimiz var” gibisinden demeçler veriyorlar ama ortada bir şey de yok.
Türkiye sanki komşunun camını sapanla kırdıktan sonra, koşup evine saklanan çocuklar gibi!
O uçağı düşürme emri verilirken belli ki daha sonrası hiç düşünülmemiş.
Ne Rusya’nın tepkisi hesaplanmış ne de Türkiye’nin gerçek gücünün sınırları.
Bir “dünya liderimiz” var ama adeta her gün azarlanan bir ülkeye dönüştük.
Ayıp olmuyor mu artık?
Paylaş