Paylaş
“AB nihayet Türkiye’nin restini anladı ve kesenin ağzını açtı. Ne demiştik? Sınırı açar, tüm Suriyeli mültecileri üzerinize salarız.”
Kendisi hukuk profesörü olur, biliyorsunuz.
Bu zarif mesajı da olgunlaşmış bir hukuk bilgisinden süzülüyor zaten.
Kuzu’nun 3 milyar Euro’luk AB göçmen yardım programından heyecanlandığı belli oluyor.
Ama kötü haberim de şu ki bu para devede kulak bile sayılmaz.
Türkiye artık göçmenler için son durak haline geliyor ve buradan geriye dönebilecekleri bir ülkeleri de kalmadı.
2 milyondan fazla göçmen var ve Türkiye’nin bu sorunla baş edebilmesi için daha çok sıfırlı Euro’lar, dolarlar lazım.
İşin ilginç tarafı Türkiye’nin bu konuda sadece Avrupa’nın eline bakıyor olması tabii.
Milyar dolarlarla oyuncak gibi oynayan Arap Yarımadası’nın krallarından, şeyhlerinden, emirlerinden tık yok.
Katar ile Suudi Arabistan elbirliğiyle Suriye’deki ateşin üzerine benzin döktüler ama sıra göçmen kabul etmeye gelince, başlarını ters tarafa çeviriveriyorlar.
Oysa aslına bakarsanız Suriyeli göçmenlerin en rahat edebilecekleri yerler de o ülkeler.
Para bol, aynı dili konuşuyorlar, o ülkelerde nüfus zaten az, insan gücüne ihtiyaç var vs.
Cumhurbaşkanımız da Avrupa’ya bu sorunun bir insanlık sorunu olduğunu söylüyor hep ama aynı şeyleri Kral ile Emir’e söyleyemiyor.
BİRİSİ BU SÖZLERİ ÜZERİNE ALMALI
- BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu’nun TÜSİAD’da yaptığı konuşmayı genel olarak olumlu bulduğumu söylemeliyim.
Epeydir duymadığımız sözleri söyledi, dileyelim ki söylediği sözlerin arkasında durabilecek gücü de bulsun.
Mesela şu sözlerinin altını çizdim:
“Gelin kutuplaştırıcı dilden kaçınalım. Kim demokrasimizi vesayet altına almak istiyorsa, hesap veremeyeceği bir gücü kullanmaya kalkıyorsa ona karşı omuz omuza verelim.”
Aylardır, yıllardır bundan yakınıyoruz zaten.
Bu nedenle bu sözlerin muhatabı TÜSİAD ya da kamuoyu değil, bir başkası olmalı.
Ülkemizde bir tane “kutuplaştırıcı bir dil kullanarak kendi seçmenini konsolide etme sihirbazı” var.
Diğerleri de onu taklit ediyorlar ve onun kurduğu oyunun bir parçası haline geliyorlar aslında.
“Demokrasiyi vesayet altına alarak hesap veremeyeceği bir gücü kullanmak isteyenlerin” sayısı ise bir hayli azaldı, sonunda bir tek kişiye kadar indi.
Askeri vesayet gücünü yitireli çok oldu.
Cemaat vesayeti deseniz, istedikleri her şeyi cemaatin emrine sunan kişi “çok saf olduğunu” kabul etti, cemaatin devlet organları üzerindeki etkisini sıfırlamaya çalışıyor.
Ama hâlâ “hesap vermeyeceği bir gücü kullanmak isteyen” birisi var!
Biliyorsunuz, Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı hesap vermiyor, eylem ve işlemlerinden sorumlu değil.
Yürütme gücü adına hesap verecek olan kişi Başbakan. Yaptığı her şeyden, sadece kendi yaptıklarından değil, bakanların yaptıklarından da o sorumlu.
Ama onu vesayet altında tutmak ve Başbakan’ın sahip oldukları yetkileri kullanmak isteyen bir Cumhurbaşkanımız var.
“Ben Anayasa’ya uymam, Anayasa bana uydurulsun” anlamına gelen sözleri bile rahatça söyleyebiliyor.
Umarım Başbakan’ın bu sözleri yerine ulaşır, tekrar normal bir ülke haline geliriz.
TÜBİTAK IRKÇILIĞI MI SAVUNUYOR?
MEMLEKETİMİZİN “bilimsel ve teknolojik araştırmalar kurumu”, daha önce yayınladığı kitapları “yerlilik ve kültürel uyum” kriterlerine göre inceliyor.
Bu amaçla toplanan kitaplar, eğer sınıfı geçemezse imha ediliyorlar.
Böylece dünyanın kitap imha eden ilk bilimsel ve teknolojik araştırmalar kurumuna da sahip olmuş oluyoruz!
TÜBİTAK’ın topladığı kitaplardan biri “Gökkuşağının Tüm Renkleri” adını taşıyor.
Hürriyet’in “Radikal Kitap” ekinde bu kitabın içeriği ile ilgili bir haber okudum.
Kitap, bir çocuk kitabı ve insanlar arasında dil, din, ırk ayrımcılığının yanlışlığını anlatıyor.
Mesela şöyle bir bölüm var:
“Gökkuşağında birçok renk vardır ve her bir renk diğerinden farklıdır. Her renk tek başına da eşsiz ve özeldir, ama yan yana geldiklerinde en güzel, harika bir manzarayı, yani bir gökkuşağını oluştururlar. Tıpkı gökkuşağındaki renkler gibi insanların her biri de eşsizdir. Dünyanın her yerinden insanlar bir araya geldiğinde, gökkuşağı kadar sevimli bir manzara oluştururlar.”
Kitabın tam metni, Radikal Kitap ekinde yayınlandı, kaçırdıysanız internetten şu linki tıklayarak kolayca ulaşabilirsiniz:
http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/tubitaktan-gokkusagina-gecit-yok-430577
Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız her fırsatta Yunus Emre’nin “Yaratılanı, yaratandan dolayı severiz” sözünü hatırlatıyor.
Bu kitabın içeriği de tam olarak bu aslına bakarsanız.
Merak ettim: Irkçılıktan, ayrımcılıktan uzak durmak, neden “yerlilik ve kültürel uyum” kriterine ters geliyor?
Yoksa, TÜBİTAK’ın bizim bilmediğimiz bir bilimsel araştırması mı var, Türkiye’de yaşayanların “yerli ve kültürel karakterinin” ırkçılık, mezhepçilik, din ayrımcılığı olduğuna ilişkin?
Paylaş