Paylaş
Değişiklik yöntemi ve 12 Eylül yasalarının temizlenmesi ile ilgili olarak görüş birliğine varmışlar, parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi konusunda anlaşamamışlar.
Öne şunu söylemeliyim ki Başbakan ile ana muhalefet liderinin 2 saat 15 dakika medeni bir görüşme yapabilmiş olmaları sevindirici bir gelişme.
Herkes çatışmadan, kavgadan yoruldu ve artık oturup sakin ve medeni bir şekilde sorunlarımızı çözmek zorundayız.
Siyaset de esasen bunun için yapılır, sorunları çözmeyi hedefler, kavgayı değil.
Başbakan Davutoğlu, Kılıçdaroğlu’na “Sayın Cumhurbaşkanımızı çok sert sözler ile eleştiriyorsunuz, bundan rahatsızız, eleştiri dozunuzu biraz düşürün” demiş.
Umarım aynı şeyleri Cumhurbaşkanı’ndan da rica ediyordur.
Hangimiz “dünyanın en çok hakarete uğrayan” bir Cumhurbaşkanı’na sahip bir ülkenin vatandaşı olmak isteriz ki zaten?
Cumhurbaşkanı da hem sesinin tonunu biraz düşürse hem de sözlerinin ayarının kaçmamasına dikkat etse, ne kadar iyi olur.
Başbakan, nasıl bir başkanlık sistemi düşündükleri ile ilgili ayrıntıya girmemiş.
Oysa bu konudaki tartışmayı doğru bir zeminde yapabilmemiz için bu önemli.
Nasıl bir sistem olacak? Denge-fren mekanizmaları nasıl işleyecek. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı nasıl sağlanacak, yasamanın yürütme üzerindeki denetimi ile ilgili nasıl bir mekanizma kurulacak?
Bunları bilmeliyiz ki neyi tartışacağımızı da bilelim.
Önemli olanın demokrasinin gelişmesine izin verecek bir sistem olduğu bir gerçek.
Başkanlık ya da parlamenter sistem, hangisi olursa olsun bütün mesele güçler ayrılığını sağlayacak ve denge-fren mekanizmaları sağlam bir sisteme geçebilmek.
Türk tipi parlamenter sistemi bırakıp Türk tipi başkanlık sistemine geçeceksek, bundan demokrasi filan çıkmaz, unutmayalım.
Çözüm süreci, ‘oyalama süreci’ imiş!
HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, çözüm süreci görüşmeleri sırasında kendilerine özerklik konusunda sözler verildiğini açıkladı.
Baluken, “yerinden yönetim anlayışıyla yasal düzenlemeler yapılacağı” sözünü hem “devlet”, hem de “hükümet üyelerinin” verdiğini söyledi.
“Devlet” dediği sanırım görüşmeleri yürüten MİT yetkilileri olmalı.
MİT yetkililerinin kendilerine bu konuda siyasi bir talimat verilmeden kafalarından böyle sözler veremeyecekleri de sır değil.
Yani verilen söz esasen AKP hükümetinin sözü.
Türkiye’de, demokrasinin az gelişmişliğinin göstergelerinden birinin de merkezi idarenin aşırı yetkileri olduğunu biliyoruz.
AB üyesi olacak isek de zaten yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, yerinden yönetim ilkelerinin hayata geçirilmesi de gerekiyor.
Bu Kürt sorunundan bağımsız bir sorun olmamak ile birlikte bütün ülkenin temel sorunlarından biri.
Bugün Ahmet Davutoğlu hükümeti bu konuda ne düşünüyor bilmiyorum ama Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin verdiği bu sözleri tutmayacağını tahmin etmek de zor değildi.
Çünkü çözüm süreci diye adlandırdığımız süreç, sorunu demokrasi içinde çözmeyi değil, seçimlere kadar şehit cenazesi gelmemesini ve oy avcılığını hedefliyordu.
Ülkenin bütününde demokrasiyi geliştirmek bir yana bir tek adam idaresi kurmak peşindeki bir zihniyetin, parçalanmayı göze almadan ülkenin diğer yarısında “yerinden yönetim ilkelerini” hayata geçirecek kanun değişikliklerini yapmayacağı bir sır sayılmazdı.
Ve şunu da söylemeliyim ki KCK’nın “özyönetim” diye sunduğu model ile de AB’nin yerinden yönetim şartları arasında bir alaka yok.
Bu tabloya bakarak iki taraf da kendi siyasi hesapları için birbirlerini oyalamış diyebilir miyiz?
Devlet, kanunlara uyar
CİZRE’de vurulan bir yaralıya yardım etmek için sokağa çıkan hemşire Abdülaziz Yural, başından vurularak öldürüldü.
Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, hemşirenin, özel harekât polisleri tarafından açılan ateş sonucunda öldüğünü açıkladı.
Sağlık Bakanı da “olayın aydınlatılmasının takipçisi olacağını” söyledi.
Böyle ortamlarda her türden dezenformasyon olabilir, açıklamayı kim yaparsa yapsın ihtiyatla karşılamakta yarar vardır.
Devlet güçlerinin açıklamasına da, diğer gruplardan gelen açıklamalara da bu nedenle ihtiyatla yaklaşırım.
Önce bunu söylemiş olayım.
Ancak bölgedeki operasyonlar sırasında devlet güçlerinin daha çok titizlenmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmak isterim.
Devletin kullandığı gücün “meşru” olabilmesi için kanunlara uyulması, sivillere yönelik zarar gelmemesi için azami dikkatin gösterilmesi gerekir.
Duvarlara sloganlar yazmak, aşiret devletinin silahlı güçleri gibi havalara ateş açarak kutlamalar yapmak, sivillerin hayatına mal olacak tedbirsizlikler ya da kasıt içinde olmak kabul edilebilir bir durum değildir.
Bölgede görev yapan güvenlik güçlerinin komutan ve amirlerinin en çok dikkat etmeleri gereken husus budur.
Paylaş