Paylaş
Zaten karışıktı, iyice karıştı demek daha doğru belki de.
Hatırlayacaksınız, bundan kısa bir süre önce de Türkiye, Katar ile bir askeri anlaşma imzaladı ve Katar’da “ortak düşmana karşı” bir askeri üs kuracağız.
Türkiye ile Katar arasındaki 3 bin 600 kilometrelik uzaklık dikkate alındığında “ortak düşmanın” kim olduğunu merak ettiğimi sormuştum.
Yanıtını bulmak çok zor değil.
Katar’ın bölgede korkacağı tek güç İran çünkü.
“Yüksek düzeyli stratejik ortağımız” Suudiler ile İran şimdi neredeyse bir savaşın eşiğindeler.
Diplomatik ilişkilerini kestiler, Ortadoğu’da benzerlerini çok duyduğumuz türden yüksek perdeli demeçler birbirini kovalıyor.
Bugün yarın bu ağız dalaşına Katar’ın da karışması sürpriz olmaz. Nitekim Bahreyn, Sudan, İran ile ilişkilerini dün kesti. Birleşik Arap Emirlikleri ise İran’la ilişkilerini en alt düzeye indirdi.
Ve Türkiye, kendisini esasen hiç ilgilendirmemesi gereken bir kavganın ortasında.
Ne kavgayı ayırabilecek gücü var, ne de taraflar yumruklaşmaya başladığında bir kenara çekilebilecek durumda.
Eski bir halk deyişimiz var: ‘Bal bal demekle ağız tatlanmaz.’
Ortadoğu söz konusu olduğunda ne kadar doğru.
Erdoğan–Davutoğlu ikilisinin dış politikasını gayet güzel tanımlayan bir deyiş bu aynı zamanda.
Ortadoğu bataklığına girmeyin eleştirilerini, hamasi nutuklarla seçim propagandasıyla yanıtlamanın ve propaganda malzemesi haline getirmenin bedelini bakalım nasıl ödeyeceğiz?
Bu sessizliğin sebebi nedir?
SUUDİ Arabistan’da idam edilen Şii din adamı Şeyh Nimr El Nimr, Esad da dahil olmak üzere, İslam dünyasındaki bütün diktatörlere karşı çıkan, şiddet ile alakası olmayan, şiddeti reddeden bir insandı.
2011’de BBC’ye verdiği demeçte, “yetkililere karşı silahlardansa sözün gürlemesini desteklediğini” söylemişti.
Nimr, “Söz silah olarak mermilerden daha güçlüdür çünkü yetkililer silahların savaşından faydalanacaktır” demişti.
Ve şimdi bu barış yanlısı din adamının kafasının kılıçla kesilerek idam edilmesi Ortadoğu’da silahların yeniden konuşmasını başlatabilir.
Benim garibime giden husus, barış yanlısı ve zalimlere karşı duran bir din adamının öldürülmesine Türkiye’nin bu yazının yazıldığı saate kadar sesini çıkarmamış olması.
“Mazlumun kimliğine bakmadan yanında durduklarını” söyleyen iktidardan tıs yok, Dışişleri sessizliğe bürünmüş durumda.
Mısır’da henüz infazı sözkonusu dahi olmayan idam kararlarına karşı kıyametler koparan AKP iktidarının bu sessizliği size de garip gelmiyor mu?
Mesela Budist bir ülkede, bir Müslüman din adamı idam edilmiş olsaydı, yine böyle sessiz mi kalacaklardı?
Neden acaba?
Katiller bu kez Suudi oldukları için mi, din adamı Şii olduğu için mi?
Siyasetin önünü tıkamayın
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, “Parti kapatmak asla düşünülmemeli ama suçu işleyen milletvekilleri veya belediye başkanları bunun bedelini ödemeli.
Eşbaşkanların dokunulmazlıklarının kaldırılması suretiyle başlayacak süreç inanıyorum ki terörle mücadeledeki havayı olumlu etkileyecektir” deyince “süreç” başladı.
Zaten o ne derse artık Türkiye’de bu emir kabul edilip yerine getiriliyor.
Gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün bugün hapiste olmalarının nedeni de bu, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın dokunulmazlıklarının kaldırılması için harekete geçilmesinin nedeni de bu.
Böylece, “1990’lara döndük mü” sorusunun çoktan seçmeli doğru yanıtlarından birini daha işaretleyebiliriz!
Bundan sonra herhalde dokunulmazlıklarının kalkmasından sonra polisin TBMM’yi basıp halkın seçtiği insanları emniyete götürmesine sıra gelecek.
Cumhurbaşkanı bu hareketin “terörle mücadeledeki havayı olumlu etkileyeceğini” söylüyor. Buna nasıl inanıyor, anlayabilmek zor. Geçmişte bu işler, terörün sona ermesine ve silahların susmasına yaramış mıydı ki şimdi de yarasın?
Türkiye, bu sorunu çözebilecekse bunu ancak demokratik siyasetin içinde kalarak yapabilir.
Demokratik siyaset yollarının tıkanmasının geçmişte nelere yol açtığını unutmayalım.
Sınırımızda ciddi bir savaş sürerken, yurtiçinde birçok kent ve kasabada insanlar evlerini barklarını terk etmek zorunda bırakılırken bir de demokratik siyasetin önüne sınır çekmek, felaketten başka bir şey getirmez.
Hükümet daha önce denenmiş ve sonuç alınmamış yolları bir kez de kendisi deneyip öğrenmeye çalışacağına, barış sürecini raftan indirmeli ve silahların susmasını sağlamalıdır.
Bu sorunu siyaset içinde çözemediğimiz sürece, parçalanmaya daha çok yaklaşıyoruz.
Herkesin aklını başına devşirmesinin tam zamanıdır.
Paylaş