Bu cümleyi, 16 Temmuz sabahından beri kurmayan kaldı mı bilmiyorum ama bir kez daha tekrarlamakta yarar gördüğüm için yazıyorum.
Çünkü bunun hâlâ farkında olmayanların bulunduğunu, yaşadığımız şeyin bir “oyun” olduğunu düşünenlerin var olduğunu görüyorum.
Böyle şeylerin “oyunu” olmaz, önce bunu herkesin iyice anlaması lazım.
Darbe girişiminin aptalca bir planlamanın eseri olması, bu girişimin çok ciddi bir halk hareketi ile engellendiği gerçeğini değiştirmiyor.
Savcı, Rus uçağının Türkiye’yi zor duruma sokmak için Fethullahçı subaylar tarafından düşürüldüğü iddiaları üzerine soruşturmasını genişletmiş.
Rus uçağının düşürüldüğü gün görev yapanların isim listesini Genelkurmay’dan talep edecek ve bu kişileri soruşturacakmış.
Öte yandan Rus uçağını düşüren pilotların, darbe girişiminde yer aldıkları iddia ediliyor.
Savcının soruşturmayı bu yönde derinleştireceğini öğrenince, benim de bir faydam dokunsun diye düşündüm.
Gözaltına alınanlar arasında Anayasa Mahkemesi üyeleri, HSYK üyeleri, yargıçlar, savcılar da var.
Darbe girişiminin ardından İçişleri Bakanlığı’nda da büyük çaplı görevden almalar yaşandı.
Bu bakanlıkta görevden uzaklaştırılanlar arasında 7 bin 899 emniyet personeli, 1’i il valisi, 29’u merkez valisi olmak üzere 30 vali, 52 mülkiye müfettişi, 16 hukuk müşaviri, 1 genel müdür yardımcısı ve 2 daire başkanı da bulunuyor.
140 Yargıtay, 48 Danıştay üyesine görevden el çektirildi. Açığa alınan hâkim ve savcıların sayısının 2500’den fazla olduğu bildiriliyor.
15 Temmuz artık Türkiye’nin demokrasi tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak hafızalarımıza yazılacak.
Türkiye’de askeri darbe tehlikesi, artık bir daha tartışılmayacak şekilde bertaraf edilmiş de oluyor.
Bu darbe girişiminin, kısa sürede bastırılabilmiş olması ve bu süre içinde halkın da sokaklara çıkıp tankların karşısına dikilebilmiş olması önemlidir.
Unutmayalım ki o insanlar sokağa davet edildiklerinde, darbe girişiminin hangi aşamada olduğunu en yetkililer de dahil olmak üzere bilmiyordu.
Bu yıl ellincisi düzenlenen Jazz Festivali’ni izlemek için Montreux’deyim ve bir denizi andıran Cenevre Gölü’nün (Leman Gölü olarak da isimlendiriliyor) kıyısındaki “kordon boyunda” sabah yürüyüşümü yaparken bu soru takılıyor kafama.
Ve onu takiben bir soru daha: Türkiye’nin komşuları, İsviçre’de olduğu gibi, Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya ve Lihtenştayn olsaydı, daha rahat bir hayatımız olur muydu?
Birinci sorunun aklıma takılma nedeni bu ülkenin etnik yapısıyla ilgili.
Fransızca konuşanlar var. Alman bölgesinde Almanca konuşuluyor. İtalyan bölgesinde de doğal olarak İtalyanca. “Romanş” adı verilen bir başka grup da kendi dilini konuşuyor: Romanşça.
Sonra da BBC’nin programına çıktı ve “Suriye’de bir şey değişmeli ama her şeyden önce Esed değişmeli.
Esed değişmeden, Türkiye’de bir şey değişmez” dedi.
Binali Yıldırım’ın hayal dünyasını çok merak ediyorum.
Bazen Saray’ın hükümet üzerindeki vesayetini unutuyor ve bir şeyler söylüyor.
Bu uçağın bir saatlik uçuşta yaktığı yakıtın tutarı 200 bin dolar civarında. Dulles ile Charlotte arasındaki uçuş da zaten bu kadar sürüyor. Demek ki gidiş geliş 400 bin dolarlık yakıt kullanılmış.
Başkan’ın devlete ait bir uçakla siyasi bir kampanyaya destek vermeye gitmesi eleştirilince Beyaz Saray açıklama yaptı: “Her zaman olduğu gibi, başkanın siyasi seyahat masrafları, ilgili seçim kampanyasının bütçesinden karşılanacaktır.”
Hillary Clinton’un bir yardımcısı da ABC televizyonuna şunu söyledi: “Başkanın bu seyahatinin masraflarını kampanya bütçesinden biz karşılayacağız.”
İnsanın Burhan Kuzu’ya hak vermemesi mümkün değil, bu Obama gerçekten zavallı!
Bu haber, bayramdan önce, 1 Temmuz tarihli Hürriyet’te yayımlandı.
Demek ki Suriyeli göçmenlerin memleketlerine dönüşleri, 30 Haziran’dan itibaren başlamış.
Habere göre çıkışlar, bayramın ilk günü olan 5 Temmuz’a kadar sürmüş.
Sınır kapısından geçerek Suriye’ye dönen bir Suriyeli göçmen, DHA muhabirine, memleketinde 10 gün geçireceğini söylemiş.