Paylaş
Bu yıl ellincisi düzenlenen Jazz Festivali’ni izlemek için Montreux’deyim ve bir denizi andıran Cenevre Gölü’nün (Leman Gölü olarak da isimlendiriliyor) kıyısındaki “kordon boyunda” sabah yürüyüşümü yaparken bu soru takılıyor kafama.
Ve onu takiben bir soru daha: Türkiye’nin komşuları, İsviçre’de olduğu gibi, Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya ve Lihtenştayn olsaydı, daha rahat bir hayatımız olur muydu?
Birinci sorunun aklıma takılma nedeni bu ülkenin etnik yapısıyla ilgili.
Fransızca konuşanlar var. Alman bölgesinde Almanca konuşuluyor. İtalyan bölgesinde de doğal olarak İtalyanca. “Romanş” adı verilen bir başka grup da kendi dilini konuşuyor: Romanşça.
Ortak bir dilleri olmayan, etnik kökenleri farklı ama İsviçreli olmaktan gurur duyan, kendilerini İsviçreli olarak tanımlayan bir
halk var.
Onları bir arada tutan şey, tarihsel geçmişleri, federalizm ve doğrudan demokrasi gibi değerler bütünü.
Bir de dönüp Irak’a, Suriye’ye bakıyorum. İnsanlar bu topraklarda büyük medeniyetler kurduklarında, ortada İsviçre diye bir ülke yoktu.
Aynı dili konuşan, aynı etnik kökenden gelen insanlar ve mezhepçilikle birbirlerinin boğazını sıkıyorlar.
Bir arada yaşama kültürü gelişmemiş, kimse, diğerinin varlığına saygı duymuyor, ezmek, yok etmek istiyor.
Bunun nedeni sadece din ile açıklanabilir mi?
Ya da Batılı emperyalistlerin kurduğu tuzaklarla?
İşin sırrı bana öyle geliyor ki demokrasi ve hukuk kültürü ile ilgili.
Herkesin kendini özgürce ifade edebilmesinde, herkesin kanunlar önünde eşit olabilmesinde saklı.
İsviçreli, yüzyıllardır biliyor ki konuştuğu dili ya da etnik kökeni ne olursa olsun, haklarını koruyacak bir hukuk düzeni var.
O düzen yaratıcılığı da besliyor, girişimciliği de yüceltiyor, bilimsel gelişmeyi de sağlıyor.
DAHA İYİ YAPMAYI İSTEME KÜLTÜRÜ
- METİN Münir geçen gün www.t24com’daki köşesinde, Londra’nın ünlü ısmarlama elbise diken firmalarından birinin baş terzisi Davide Taub ile ilgili bir öykü aktardı.
Amerikalı bir yazar bir başka usta terzinin Savile Row kalitesinde elbise dikip dikemeyeceğini öğrenmek için Vietnamlı bir terziye bir takım elbise diktirip Taub’a gösterir.
Elbiseyi gören Taub’un yüzünde bir ıstırap ifadesi belirdiği aktarılıyor. Taub, elbisenin konfeksiyondan farklı olmadığını söylüyor.
Amerikalı yazar soruyor: “Eğer daha çok prova yapılmış olsaydı daha iyi olur muydu?”
“Evet” diye cevap veriyor Taub, “ama insan ayrıca şeyleri daha iyi yapmak isteme kültürüne sahip olmalı.”
Münir’in yazısını sabah okumuştum. Akşamüstü ise Peter G. Rebeiz ile tanıştım ve iki saatlik yemek sohbetinin ardından Taub’un sözünü ettiği “şeyleri daha iyi yapmak isteme kültürüne sahip olmanın” ne anlama geldiğini somut olarak görmüş oldum.
Peter, Caviar House and Prunier’in sahibi.
Bu, restoranlar ve gurme mağazalarından oluşan bir zincir. Sık yolculuk yapanlar, büyük havaalanlarında (İstanbul Atatürk’te de dış hatlar gidiş terminalinde) rastlamışlardır.
Fransa’nın Bordeaux kentinde ürettiği siyah havyarı ve İsviçre Alpleri’nde bir dağ başında üretilen somon fümesiyle tanınıyor.
Peter, havyar işine o denli tutkuyla bağlı ki bir kitap da yazmış, adı: Caviar-A History of Desire.
Yıllarını bu kitaba vermiş ama bu arada babadan kalan işini büyütmüş. Aynı zamanda müzik tutkunu, besteleri var, Royal Filarmoni ile birlikte bestelerini çalmış, evinde de bir konser salonu var. Jazz Festivali’nin de en büyük destekçilerinden biri.
Annesi, kız kardeşleri ve yeğenleriyle onca zenginliğin içinde ama sıradan bir hayatı seçmiş kendine.
Mütevazı olmadığı tek konu havyar ve somon. Babası, Rusya’dan ithalat ile başlamış işe ama sonra ithalat rejimi sıkılaşınca aynı ayardaki havyarı Avrupa’da üretebilmek için muazzam çabalar sarf etmişler. Ve sonunda da başarmışlar.
Bazı okuyucuların “Tek derdimiz de bu mu yani” diye sinirlenebileceklerini biliyorum.
Onları düşünmeye davet etmek isterim: Bir şeyleri daha iyi yapmayı isteme kültürüne sahip olsaydık daha farklı bir hayatımız olmaz mıydı?
EKONOMİ BAKANLIĞI’NIN AÇIKLAMASI
EKONOMİ Bakanlığı’ndan geçen gün yazdığım yazıyla ilgili bir açıklama aldım.
O yazıda, bir gazete haberinden yararlanarak Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin temsil faslından 4 milyon 400 bin lira harcadığına dikkat çekmiştim.
Sonradan anlaşıldı ki gazetenin haberi doğru değilmiş.
Ekonomi Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada şöyle deniliyor:
“Temsil, Ağırlama, Fuar, Organizasyon giderleri, TBMM Uluslararası standartlara (GFS: Government Finance Statistics) uygun olarak hazırlanan Bakanlığımız Bütçesi içerisinde 03.6.1.01 ekonomik kodunda yer almaktadır. Bu gider kalemleri kapsamında 2016 yılının ilk altı ayında 222.526 TL harcama yapılmıştır. (Soru önergesine cevap verildiği 20 Haziran 2016 tarihinde bu rakam 186.789 TL’dir.)
İlk altı ay içinde 222.526 TL harcama yapılırken, yılın ilk 5 ayında 4 milyon 400 bin TL harcama yapıldı şeklinde kaleme alınmasının doğru olmadığı aşikârdır.
Anılan harcamalar, Anlaşmalar Genel Müdürlüğü’nün, Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü’nün, Özel Kalem Müdürlüğü’nün, Destek Hizmetleri’nin ve İhracat Genel Müdürlüğü’nün, fuar, ekonomi ve iş zirveleri gibi etkinlikler kapsamında yapılmıştır.
Bu etkinliklerde, ülkemize davet edilen kurum ve kuruluşların temsilcileri ile, ithalatçı firma yetkililerinin katılımı sağlanmış, ürünlerimize yeni pazarlar bulunması ve mevcut pazarlarımızın korunması amaçlarına yönelik olarak çalışmalar yapılmıştır.
Mevzuatın yüklemiş olduğu görevler doğrultusunda ve Bakanlığımızın koordinasyonunda gerçekleştirilen bu organizasyonlarda geleneklere ve davetin şümulüne göre hazırlıkların gerektirdiği giderler yapılmıştır.
Soru önergesine verilen cevap metnine ve istatistiki bilgilere http://www2.tbmm.gov.tr/d26/7/7-5170sgc.pdf internet linkinden TBMM sayfasından ulaşabilirsiniz.”
Okuyucularımın dikkatine sunarım.
Paylaş