Paylaş
“Yanında bebeğiyle şiddete uğrayan başörtülü kadını görmüyor.”
Başbakan’ın gerçekleri işine geldiği gibi çarpıtmasına alışkınız ama bu kadarına da artık pes demek gerek!
Günlerdir bu konuyu konuşuyoruz ama İstanbul Emniyeti’nin bu konuyu açıklığa kavuşturmak için kılını kıpırdattığına ilişkin bir işaret almış değiliz.
İddialara göre ellerinde kamera kayıtları da var ama ortada bir tane sanık yok!
Şu kişileri bulmak ne kadar zor olabilir?
1– Sayıları 70 ile 100 arasında, üstleri çıplak, ellerinde deri eldivenler, başlarında garip sargılar olan yetişkin erkekler. Üstelik kadının üzerine çişlerini de yapıp, arkalarında DNA izi de bırakmışlar.
2– Kadını korumaya çalışırken iddiaya göre öldüresiye dayak yiyen yaşlı adam ve yanındaki kızı. O kalabalıktan böyle “öldüresiye” dayak yedikten sonra en yakın hastaneye kaldırılmış olmalı zaten. En azından bölgedeki ambulanslarda tedavi görmüş olmalı.
İstanbul’da polis bu işlerin uzmanı!
Kamera kayıtlarını izliyor ve suçluları şıp diye yakalıyor.
İzleri bu kadar belli kişileri nasıl olup da bulamıyor?
Başbakan gibi soruyorum ben de: Bebeğiyle şiddete uğrayan kadının başına gelenleri gören kimse yok mu?
Durduk yerde otoriter olmuyor tabii!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın olağan salı azarlamalarından nasibini alanlar arasında, Gezi Parkı eylemcileri baş sıradaydı.
“Bir avuç çapulcu” diye yola çıkmıştı, bunlar artık nasıl büyüklükte bir avuç ise her gün onlardan söz ediyor, onlar için mitingler düzenliyor.
Demek ki o kadar da küçük bir avuç değillermiş!
Azarlama faslı sürerken öyle bir söz söyledi:
“Yazılı ve görsel medyadakiler bu tiplere hadlerini bildirmiyor. Önce haddini bileceksin yahu. Sen kalkıp da yok bilmem ne platformuymuş, ne platformu olursan ol yahu. Ayaklar ne zamandan beri baş olmaya başladı.”
Bu Başbakan’ın ilk ayak–baş kıyaslaması değil.
2008 yılında sendikaların 1 Mayıs’ı Taksim Meydanı’nda kutlamalarına izin verilmediğinde de böyle konuşmuştu: “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar.”
Hep söylüyorum, Türkiye’de ta Osmanlı’dan beri oluşmuş bir devlet geleneği var ve iktidara gelen kim olursa olsun aynı şeyin etkisi altına girmekte gecikmiyor.
Bu da en genel tanımıyla iktidarın, hükümet etmenin belli bir kesimin imtiyazında olduğu, geri kalan
“ayakların” bu işlere karışmaması gerektiğidir.
Yakın bir geçmişe kadar, AKP ideolojisindeki bir partinin iktidara gelmemesi gerektiğini savunanlar da böyle söylüyordu: Ayaklar, baş olur mu?
Bir demokrasiden söz ediyorsak, evet olur!
Çünkü demokrasilerde herkesin oyu eşittir, sırf belli bir görüşe oy verdi diye belli bir grubun oyu daha değerli, öbürününki daha değersiz değildir.
Ve artık günümüzde demokrasiden söz ediyorsak “çoğulcu” bir rejimden söz ediyoruz demektir, o zaman en azınlıktaki ayakların bile oyları, talepleri, istekleri meşrudur, değerlidir.
Başbakan’ın bu elitist sözleri, “tek adam olma düşüncesini” iyice içselleştirdiğini gösteriyor.
Nitekim bu tutum bütün davranışlarına da yansıdı. Her şeye o karar veriyor.
İhale mi var, kime verileceğinin kararı ondan geçiyor. Park mı yapılacak, o karar veriyor. Kaç çocuk doğuracağınıza, içkinizi nerede ve nasıl içeceğinize de! Hangi görüşün, hangi ortamda seslendirilebileceğini de o kararlaştırıyor, gazetelerin hangi manşeti atıp, hangi fotoğrafı basacağını da!
“İleri demokrasi” vaat eden bir iktidarın, gittikçe daha fazla otokratik bir görüntü kazanmasının nedeni budur.
Artık her copun ardında Başbakan var
BU memlekette işkence ve kötü muamelenin önüne bir türlü geçilemiyor olmasının nedeni, işkenceci polislerin ilk derece amirlerinden başlayarak, bütün devlet yetkilileri tarafından korunmasıdır. Emniyet müdüründen tutun, valiye, savcıya ve hatta yargıca kadar bütün yetkililerin genel eğilimi budur.
Onun için de ne işkence biter, ne kötü muamele.
Ama bugüne kadar hiç olmazsa iktidarlar, bakanlar, başbakanlar yalancıktan da olsa işkenceye karşı çıkarlardı.
Polisin aşırı şiddet kullanması, talimatları hiçe sayarak gaz bombalarını kapalı alanlara atması, gaz fişeklerini atarken hedef gözetmesi, TOMA’ları birer kimyasal savaş silahına dönüştürmesi, talimatlara aykırı olarak plastik mermileri hedef gözeterek atması Başbakan tarafından “Taksim’de destan yazmak” olarak nitelendirildi.
Bundan sonra bilin ki Türkiye’de polisin aşırı şiddet kullanmasının önünde hiçbir engel kalmadı.
Başbakan, bu sözleriyle, halkına uygulanan şiddeti oturup zevkle izleyen malum liderlerden biri haline gelmiş bulunuyor.
Böyle olaylarda artık ne polisi, ne amirlerini suçlayın! Ne valiyi, ne de içişleri bakanını!
Önceki günden itibaren halka uygulanacak aşırı şiddetin tek sorumlusu Başbakan’dan başkası değildir!
Paylaş