Paylaş
Dün elini bir kademe yükseltti ve “Polisimiz Taksim’de destan yazdı” dedi!
Hızını alamadı “Polisimiz kurşun yiyor, karşılığında su ve biber gazı sıkıyor” diye de ekledi.
“Kahramanlık destanı” yazılırken gencecik kızlar yerlerde sürükleniyor, öylece duran insanların gözünün içine gazlar sıkılıyordu.
İnsanların canı daha çok yansın diye TOMA’ların suları kimyasal silaha dönüştürülüyor, hedef gözetilerek atılan gaz fişeklerinden insanların gözü çıkıyor, kafatası çatlıyordu.
Yerlere düşen insanların tekme ve coplarla dövülmesi bu kahramanlığa ekstra bir asalet de katıyordu tabii!
Kurşun yiyen polis ortada yoktu ama Ethem Sarısülük polis kurşunuyla öldürülmüştü.
Başbakan bunları kahramanlık olarak görüyor ve sahip çıkıyorsa söylenecek bir şey de kalmıyor doğal olarak.
Polisiyle ne kadar iftihar etse azdır!
Beş–altı polis, aralarına aldıkları, teslim olmuş gençleri sadistçe döverken bundan kahramanlık çıkarıyorsa helal olsun.
Öyle görünüyor ki Başbakan giderek kendi kendini daha da gaza getiriyor.
Meydanlardaki vahşeti kendisinin emrettiğini de söylüyor.
Meydanlarda günahsız yere canı yakılan insanların ahlarından kurtulmak için çok dua etmesi gerekecek.
Avrupa Birliği’ndeki büyükelçileri de çağırmış ki Emniyet olayları anlatsın, onlar da gidip Avrupalılara anlatsın!
Çok iyi bir fikir!
Bakalım büyükelçiler insanların üzerine kimyasal silaha çevrilmiş suların sıkılmasını, otoparklarda garibanların dövülmesini, kızların saçlarından yerlerde sürüklenmesini nasıl açıklayabilecekler?
Bunları, demokratik meşruiyet içindeki olaylarmış gibi anlatırlarken muhataplarının ve bü-yükelçilerin yüz ifadelerini görmeyi ne kadar çok isterdim!
Zulm ile abad olunmaz
BAŞBAKAN, bir dönem “kardeşlik” yaptığı ama daha sonra düşman olduğu Esad’ı unuttu.
Şimdi Türkiye’deki insanlara daha çok kızıyor, işkenceci polise sahip çıkıyor, vatandaşlarının kimyasal sularla zehirlenmesine onay veriyor.
Bu arada da Esad bildiğini okumaya devam ediyor tabii.
Ama buna gönlüm razı olmadı, Başbakan’ın Esad’a seslenişlerinden küçük bir derleme yaptım. Esad okusun da aklı başına gelsin diye!
İşe yarar mı, göreceğiz.
“Esed. Gittiğin yol yol değil. Bu yol çıkmaz sokaktır. Daha fazla kan akıtmadan, daha fazla masum sivilin canını almadan bu yoldan dönmesini bir kere daha tavsiye ediyorum. Ey Beşşar, men dakka dukka. Ey Beşşar, eden bulur.”
“Tanklarla, toplarla iktidar bir yere kadar. Gün gelecek sen de gideceksin. Çünkü o koltuklar baki değil. O koltuklar geçicidir. Çok söylememize rağmen, maalesef anlamadı Suriye’nin başkanı.”
“Ne yaparsa yapsın hak galip gelecektir. Hiç endişeniz olmasın. Belki bedeli ağır ve zor olacaktır. Ama er geç, Suriye halkı buradan zaferle çıkacaktır.”
“Beşşar yönetiminin yanında asla değiliz. Zira halkına tankla topla silahla yürüyen bir rejimin yanında bizim olmamız mümkün değildir.”
“Şunu unutmayın her kutlu doğum sancılı olur. İnşallah bu kutlu doğum Suriye’deki kardeşlerimizin iradeleriyle tecelli edecektir. Zalim Esad zulmüyle anılacaktır, babası hayırla yâd edilmiyor, kendisi de hayırla yâd edilmeyecektir.”
“Suriye’deki uygulamayı şu anda bir diktatör uygulaması olarak görüyoruz.”
“Suriye’de kanlı halk hareketlerinin olmaması için çeşitli reformlar gereklidir.”
“Kendi halkına zulüm eden bir yönetimle bir işimiz olmaz.”
“Zulm ile abad olunmaz.”
Bu artık çok bayat bir söz
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Erzurum’da “Bu sosyalist geçinenler var ya, çoğu şimdi Bodrum’dadır. Yatlarındadırlar. O çığırtkanlık yapan var ya mesele Gezi Parkı değil hâlâ anlamadın mı diyen var ya. Bunlar yeri geldiği zaman, Boğaz’a karşı viskiyi yudumlamasını çok iyi bilirler” derken, mutlu bir tesadüf eseri ben de Bodrum’daydım.
Başbakan’ın kullandığı bu ifadeler hiç yeni değil, bunu biliyorsunuz. Taa Çetin Altan’ın sosyalist olduğu günlerden kalma ki o yıllarda ben çocuktum, muhafazakâr siyasetin kullandığı bir kalıptır.
Yaratıcılık notundan sıfır almayı hak eden bir durum yani!
Muhafazakâr siyasetçiler bu “Boğaz’da viski”, “Bodrum’da yat” bulamacının üzerine her zaman bir miktar dini sos dökerler. Arapça bilmeyen halkın anlayamayacağı ve bu nedenle içinde bir keramet var zannedeceği bir-iki Arapça kelime de paralayarak yenilebilir hale getirmeye çalışırlar.
Göbekte kaşıntı yapar ama muhafazakâr siyasetçilerin pişirip pişirip halkın önüne sıkça sunmalarının nedeni biraz da budur!
Çünkü asıl meseleyi gözden kaçırmak isterler:
Sorun bu “zevkusefanın” nasıl finanse edildiğidir. Çalışılarak kazanılmış, vergisi ödenmişse o paranın nasıl harcanacağı, sadece paranın sahibinin keyfine kalmıştır.
Çünkü insanın helal para kazanması ve bunu harcaması ayıp değildir.
Ayıp olan şey kaynağı belirsiz paralarla gemicikler, villacıklar almaktır.
Bu konuya yine döneceğiz, çünkü belli oldu ki vatandaşın dikkati bir kez daha “Maymuna bak” numarasıyla “hepsi hediye” Chanel çantalardan,
Louboutin ayakkabılardan, Armanilerden, Cavallilerden uzaklaştırılmaya çalışılacak.
Paylaş