Paylaş
En azından bazı AKP’lilerin beklediği gibi bir kıyamet de kopmadı.
Başlarını örtmeye karar veren kadın milletvekillerinin bunu daha önce neden yapmadıkları ayrı bir soru olarak duruyor.
Oysa madem içtüzükte bir engel yoktu, daha seçildikleri günden itibaren de türbanlarını takarak Meclis’e gelebilirlerdi.
Hacca gittikten sonra böyle bir karar almışlar, öyle söylüyorlar.
Hâlâ öyle midir bilmiyorum ama eskiden bizim memlekette, aşırı haylaz olan tipleri hacca gönderirlerdi ki akılları başına gelsin, içkiden, kumardan uzak dursunlar.
Hanımefendileri tenzih ederim elbette ama hacca gittikten sonra hidayete ermek böyle bir şey olsa gerek.
Ama bana öyle geliyor ki bu bir anda hidayete ermekten daha fazla bir şey.
Üç seçimin neredeyse arka arkaya yapılacağı bir sürece girdik. Önce yerel yönetimleri, sonra Cumhurbaşkanı’nı, sonra da yeni TBMM’yi seçeceğiz.
Eğer TBMM’de CHP bu nedenle bir olay çıkarmış olsaydı, AKP seçimlerde kullanmak için harika bir malzemeye sahip olacaktı. Kısmet değilmiş!
Dün TBMM’de bu konuyla ilgili olarak yapılan konuşmaları dinledim, genellikle kadın haklarından söz edildi.
Bu vesileyle kadınların tek sorununun türban takarak TBMM’ye gelmek ya da kamuda iş bulmak olmadığını da hatırlatmakta yarar var.
Madem herkes kadın haklarının geliştirilmesinden yana, mesela “eşit işe eşit ücret” sorununu da partilerimiz gündemlerine alabilirler.
Türkiye’nin en önemli kadın sorunlarından biri çocuk yaşta evlendirilen kızlar meselesi.
Bunu çözmek için de bir adım atmalarını bekliyorum, söyledikleri sözlerde tutarlı olduklarını göstermeleri için bu gerekli.
Çocuk yaştaki kızların “Ana-babaları izin verdi” denilerek evlendirilmesini önlemek basit bir yasal düzenleme ile mümkün çünkü. Parmakları kaldırır, indirirler ve bunu yapabilirler.
Ama bana öyle geliyor ki kadın hakları ile ilgili sözlerini bugünden itibaren unutacaklar.
Çünkü dertleri kadın hakları filan değil, türban üzerinden oy avcılığı yapmak.
O gün öyle, bugün böyle
MECLİS’teki türban konuşmalarında BDP’li Pervin Buldan, “Erkeklere çağrım var: Artık kadınların kıyafetlerine karışmasınlar” dedi.
MHP Milletvekili Ruhsar Demirel de “Kadınlara kılık kıyafet üzerinden mobbing yapılıyor” dedi.
Her iki konuşma da AKP’li milletvekillerinin yoğun tezahüratı ve alkışları ile karşılandı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, haziran ayında HABER TÜRK’teki söyleşisinde Fatih Altaylı’ya şöyle demişti:
“Ofisimin önünden, Kadıköy’den gelenlerin durumunu görüyorum. Bütün bu durumları gördüğüm zaman, bunlar aslında benim kendi değerlerimle uyuşan şeyler değil.”
Arkasından “Buna rağmen saygı gösteriyorum” demişti ama zaten her şeyi bitiren söz de “buna rağmen” sözüydü.
Bir vapurdan inerek işine giden kadın nasıl giyinmiş olabilirdi ki “buna rağmen” vurgusuna gerek olsun?
Eminim dün Buldan ve Demirel’in konuşmalarını çılgınca alkışlayan AKP milletvekilleri Başbakan’ın o sözlerini de alkışlamışlardı.
Tutarlılık siyasette ne zaman aranan ve gereken bir tutum olacak,
Allah bilir!
‘Yasaklı kitap sayfası’ demokrasinin yeni aşaması
BİLİMKURGU edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 isimli romanı (François Truffaut, romanı aynı isimle sinemaya da uyarlamıştır) kitap düşmanlığının en önemli değer olduğu bir “uygarlığı” anlatır.
Bradbury’nin hayali toplumunda, faşist kara gömleklileri andıran “itfaiyeciler” yangın söndüren değil, evleri basıp kitaplarla birlikte evleri de yakan insanlar olarak ortaya çıkarlar.
Kitap o uygarlıkta bir kötülük kaynağıdır ve içlerinde yazılanlar insanları üretici olmayan hayallere daldıran, mutsuz olmalarına yol açan şeylerdir, yok edilmelidir.
Türkiye’de yaşayanlar için hiç de bilimkurgu sayılmayacak bir durumdur bu.
Kitapların topluca yakılarak imha edildiğine, kitapların suç aletiymişçesine sergilendiğine, bazı kitapları bulundurmanın suç sayıldığına çok tanıklık ettik.
Arada sırada polisin hâlâ bazı kitapların evlerde bulundurulmasının gizli örgüt üyeliğine işaret ettiğini düşündüğüne rastlıyoruz ama en azından kitap yasaklanmıyor diye seviniyorduk.
Burası Türkiye tabii, her şeye
o kadar da sevinmemek gerek.
Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutulan 14 mahkûma, aileleri, kitapçılarda serbestçe satılan bir kitap yollamışlar.
Cezaevinin Eğitim Kurulu kitapları incelemiş ve kitabın bazı sayfalarında “yasaklı” bazı dergilerden alıntılar bulunduğunu keşfetmiş ve kitapların mahkûmlara verilmemesine karar vermiş.
Mahkemeye itiraz edilince de mahkeme daha ilginç bir karar vermiş:
O sayfaları yırttıktan sonra kitapları verebilirsiniz!
Böylece demokrasimizin bir ileri aşamasına geçmiş bulunuyoruz. Artık tüm kitabı değil, bazı sayfalarını yasaklıyorlar!
“Fahrenheit 451 ruhu” yıkılmamış, ayakta duruyor!
Paylaş