Çünkü TBMM’deki çoğunluk, parti disiplini kisvesi ardına saklanmış bir tek adamın işaretine bakar.
Recep Tayyip Erdoğan’ın bir işareti ile istedikleri kanunları çıkarabilirler, o kanunun Anayasa’ya uygunluğu, o kanunun Türkiye’yi yepyeni bir rejim krizinin içine sokabileceği umurlarında olmaz.
Tek dertleri vardır, partinin yöneticisinin gözüne girmek, böylece gelecek seçimlerde listedeki yerlerini garanti etmek.Onun için Anayasa’ya açıkça aykırı bu kanunu çıkarmakta tereddüt etmeyeceklerdir.
Başbakan da, onun yeni Adalet Bakanı da gayet iyi biliyor ki bu kanun Anayasa’ya aykırıdır ve Anayasa Mahkemesi’nden dönecektir.
Ama onlar için bunun bir önemi yok. Kanun yayınlanınca istedikleri düzeni kuracaklar, Anayasa Mahkemesi kanunu iptal etse bile yenisi çıkana kadar o düzenleme yürürlükte kalacak.Çünkü acil programları öncelikle yolsuzluk soruşturmalarının önünü kesebilmek!Ne Anayasa umurlarında, ne de bir demokrasinin olmazsa olmaz koşulu güçler ayrılığını takıyorlar.
Kanunu çıkaracaklar ama acaba Cumhurbaşkanı onaylayarak, hesapladıkları planlamanın yürümesine izin verecek mi? Şimdiki soru budur!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, şimdi kendi kişisel ikbali ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasını korumak arasında bir tercih yapacak.Recep Tayyip Erdoğan’ın şimşeklerini üzerine çekmeyi göze alabilecek mi, yoksa siyasi geleceğini Erdoğan ile çatışmadan sürdürebilmenin hesapları içinde mi olacak?
Nasıl sevmeyeyim ki? Benim gibi, bir gazetede haftanın altı günü yazı yazıyorsanız ve her gün üç ayrı konuda bir şeyler söylemek istiyorsanız, bundan daha iyi bir ülke bulamazsınız.
Bu nedenle hep şükretmişimdir, “İyi ki İsveç’te yaşamıyorum” diye!
Onların hayatı çok sıkıcı! Gerçi kızlar çok güzel, tabiat muazzam filan ama İsveçli olsam her gün üç ayrı konu nasıl bulabilirdim ki?
Tabii bu ülkede yaşamanın da kendine göre güçlükleri var, boşuna dememişler “Türk olmak kolay değil” diye!
Kendimi genellikle “suya yazıyormuş gibi” hissediyorum. Bunun için kendime kafama göre takılacağım cumartesi günlerini ayırmıştım ama 17 Aralık’tan beri ben de sizler gibi gündeme kapıldım.
Oysa gazetelerde çok eğlenceli, üzerinde konuşulması gereken haberler de yayımlanıyor ve tanımı gereği onlar da “gündemin” bir parçası.
Mesela geçen gün bir haber okudum. Ozan Güven, ki kendisini gerçekten severim, bir demeç vermiş. Habere göre dizide oynayan bir genç kız ile dedikodusu çıkmış, o da şöyle demiş: “Ben 40 yaşındayım. 25 yaşındaki bir kızla nasıl ilişkim olur, ben sapık mıyım?”Onun kadar zeki ve esprili bir insanın böyle cümleler kurmasına ihtimal vermem.
Vaktiyle askerler iç hizmet kanununa dayanarak darbe yaparlardı, şimdi hükümet, bir kanunu değiştirerek darbe yapma hevesinde.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile ilgili Anayasa değişikliğinden sonra, bugünkü HSYK’yı oluşturan kanun bu hükümet tarafından çıkarılmıştı.
Anayasa’yı değiştirirken ve bu kanunu çıkarırken hükümet bize bunların “demokratikleşmenin gereği” olduğunu söylüyordu.
Şimdi ise bütün yargıç ve savcıları Adalet Bakanı’na bağlamak istiyorlar, ki istedikleri savcıyı istedikleri yere tayin etsinler, beğenmedikleri yargıçları memleketin bir ucuna sürebilsinler.
Yapmak istedikleri değişikliği bırakın 28 Şubatçılar, 12 Eylül darbesini yapanlar bile akıl edememişti.Üç yıl önceki HSYK’nın vesayet rejiminin bir eseri olduğunu söylüyorlardı, şimdi çıkaracakları kanun ile onun bile gerisine gitme hesapları yapıyorlar.
Normal bir demokraside, bir iktidar bırakın böyle bir kanunu Meclis’e getirmeyi, hayalinden geçirdiğini söylese ülkenin bütün yargıçları, savcıları, avukatları sokaklara dökülürdü.
Ama bu beylerin aklında demokrasi filan yok.
Bu yanıtı duyunca içimden o anda İzmir’de olup Yıldırım’a şunu sormak geçti: “Sizin için uygun zaman hangisiydi acaba?”Sanki her şeyi güllük gülistanlık bir ülkede yaşıyormuşuz gibi konuşuyorlar: “Zamanlama manidar!”
İyi de bu ülkede deprem olmasa, seçim oluyor, seçim olmasa yangın çıkıyor, yangın çıkmasa sel basıyor.
Her gün bir olağanüstü durum var, hiçbir şey bulamasa Başbakan kendisiyle kavga ediyor.Hangi arada uygun zaman gelecek de yolsuzluk ve rüşvetlere operasyon yapılacak?Bu siyasetçilerin çok iyi bildiği bir söz ve yanıt vermek zorunda kalmak istemedikleri her durumda işlerine yarayan bir formül!
Bütün Doğulu toplumlarda olduğu gibi Türkiye’de de insanlar komplo teorilerine kolayca kapılabiliyorlar ve zihinler bir kere komplo aramaya başladığı vakit de işin aslını gözlerden kaçırmak kolayca mümkün olabiliyor.Geçenlerde Zaytung’da bir “son dakika” esprisi vardı: Hırsızlık yaparken ev sahibine yakalanan genç şöyle demiş: Zamanlama manidar!
Kusura bakmayın ama artık bu sözü duyunca aklıma sadece bu espri geliyor!
Tepeden tırnağa etik arınma gerekli
SAVCI Zekeriya Öz’ün ailecek çıktığı Dubai gezisinin masraflarını Ağaoğlu İnşaat karşılamış. Kendi açıklamalarına göre durum böyle.
O vakitler Anayasa değişikliklerindeki asıl amacın “yargıyı ele geçirmek hedefi” olduğunu yazmıştım.Bu nedenle “yetmez ama evet”çi olmadım.Referandum ile kabul edilen yeni Anayasa’ya göre Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yeniden düzenlendi.
“7 asıl 5 yedek” üyeden oluşan kurul “22 asıl 12 yedek” üyeden oluşturuldu.
Anayasa Mahkemesi,
“11 asıl, 4 yedek üye” yerine “17 asıl üye”den oluşturuldu.
Başbakan, referandumdan sonra yaptığı konuşmada “Okyanus ötesine” de özel olarak vurgu yaptığı teşekkürlerini iletti.Yeni Anayasa hükmüne uyum için HSYK kanunu çıkarıldı, kurul yeniden oluşturuldu.
Bu kurul oluşturulurken “cemaat ve AKP” el ele çalıştı. Adalet Bakanlığı bürokrasisi kurula hâkim oldu.
Sonra Yargıtay ve Danıştay’da yeni daireler kuruldu. Yeni oluşturulan daireler nedeniyle 700’den
Olabilir, cemaatçi bir yapılanmanın varlığından ilk kez şikâyet edilmiyor, bundan ilk şikâyet edenler de AKP’liler değil.
Cemaatçi yapılanmadan önce de kendisini devlet içinde ikinci bir devlet gibi konumlamaya kalkışanlar çok oldu.
Yani seçilmiş bir hükümeti iş göremez hale getirme hevesi de yeni değil.Bu tür girişimlerin ağır bir Anayasa’yı ihlal suçu olduğunu da biliyoruz.
Anayasa ve yasalar hükümetlere bu tür girişimler ile mücadele olanağı veriyor.
Anayasal düzeni korumak için gerekeni yapmak zaten hükümetin görevlerinden biridir.
AKP hükümeti bugüne kadar bunun farkına varmamış gibi davranıyor, geçmişte işbirliği yaptığını da gözlerden kaçırmaya çalışıyor.
Ama bugün madem bu işin farkında, gerekeni yapmak boynunun borcudur.
Artık her şeyi yalayıp yutmuştu, bilmediği, çözemeyeceği bir mesele kalmamıştı ve ustalaşmıştı. Bunun için vatandaşın oyuna talipti ki ustalık yeteneklerini konuştursun, Türkiye’yi uçursun!
Ama kendi sözlerine bakacak olursak, 11 yıldır memlekette nelerin olup bittiğinden haberi bile yokmuş da bazı şeyleri şimdi öğreniyormuş gibi konuşuyor.Kendisinin ve AKP sözcülerinin sözlerine bakarsak memleketin polisinde paralel bir yapılanma oluşmuş.
Bunlar herkesi dinliyorlar, beğenmedikleri insanların başına çoraplar örüyorlar, onunla da kalmayıp Cumhuriyet hükümetini iş göremez hale getirmeye kalkışacak kadar da güçlenmişler.
Oysa daha üç ay önce polisin destan yazan kahramanlar ordusu olduğunu söyleyen de kendisiydi.
Usta dediğin bu sözünü ettiği oluşumun marifetlerinin farkına daha önce varmaz mıydı?Anayasal güçlerden yargı deseniz en başından bozulmuş!
“Bunu yaparsak yargı daha bağımsız ve daha güçlü olacak” dedi, Anayasa’yı değiştirdi şimdi çıkmış “HSYK işinde yanlış yaptık” diyor.
“Yargı ve emniyet başta olmak üzere devlet kurumları içine yerleşmiş bir örgüt, dışarıdan aldığı talimatlarla Türkiye’nin istikrarına, güven ortamına, Türkiye’nin büyüyen ekonomisine ve kardeşliğine bir suikast girişiminde bulunmuştur” diye anlatıyor.
Cihazlardan biri havadan dinleme yapılmasına olanak sağlıyor.
Milliyet’te Tolga Şardan’ın haberine göre “dinleme yapılmasının zorlaştığı alanlarda uçurulan bu sistem, konumlandığı alanda özel bir etki alanı yaratarak tespit edilen hedeflere yönelik telefon ve ortam dinlemesi gerçekleştirebiliyor.”Bu sistemden iki ayrı set alınmış ve iddiaya göre şu anda ikisi de yok!
Bununla da kalmamış. “Hedefleri” takip ve izlemekte kullanılan, ortam dinleme yeteneğine sahip özel donanımlı “obzervasyon” araçları da ortada yok.Ve sürpriz: Bu cihazlar da Emniyet envanterine alınmamış, bu nedenle kimde olduğunu takip edebilmek de kolayca mümkün olamıyor.
Niye envantere alınmadı diye sormayın, yasal değil, yasadışı takip ve izlemeler için kullanılması düşünüldüğünden envantere de alınmamış olmalı.Zaten yasal araçlar alınmış olsaydı, bunu Emniyet kendi bütçesinden ithal edebilirdi.
Özel İdare’ye emir verilip alınması sağlanmış ki canlarının çektiği kişileri mahkeme izni olmadan izleyebilsinler, özel hayatlarına girebilsinler!
Şimdi “kirli çamaşırların ortalığa saçılması” döneminde yaşadığımız için cihazların yokluğu fark edildi ve peşlerine düştüler.
Cihazlar ortadan yok olana kadar kim bilir kimler dinlenip kayıt altına alındı ve o kayıtlar da kim bilir nerede?