Paylaş
Vaktiyle askerler iç hizmet kanununa dayanarak darbe yaparlardı, şimdi hükümet, bir kanunu değiştirerek darbe yapma hevesinde.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile ilgili Anayasa değişikliğinden sonra, bugünkü HSYK’yı oluşturan kanun bu hükümet tarafından çıkarılmıştı.
Anayasa’yı değiştirirken ve bu kanunu çıkarırken hükümet bize bunların “demokratikleşmenin gereği” olduğunu söylüyordu.
Şimdi ise bütün yargıç ve savcıları Adalet Bakanı’na bağlamak istiyorlar, ki istedikleri savcıyı istedikleri yere tayin etsinler, beğenmedikleri yargıçları memleketin bir ucuna sürebilsinler.
Yapmak istedikleri değişikliği bırakın 28 Şubatçılar, 12 Eylül darbesini yapanlar bile akıl edememişti.
Üç yıl önceki HSYK’nın vesayet rejiminin bir eseri olduğunu söylüyorlardı, şimdi çıkaracakları kanun ile onun bile gerisine gitme hesapları yapıyorlar.
Normal bir demokraside, bir iktidar bırakın böyle bir kanunu Meclis’e getirmeyi, hayalinden geçirdiğini söylese ülkenin bütün yargıçları, savcıları, avukatları sokaklara dökülürdü.
Ama bu beylerin aklında demokrasi filan yok.
Bir tek dertleri var: Bundan sonra yolsuzluk soruşturmalarının önünü kesmek, yürümekte olan soruşturmaları kazasız belasız atlatabilmek.
Ve bunun için resmen anayasal düzene karşı bir darbe planlıyorlar, yargıyı iş göremez hale getirmek peşindeler, demokrasinin tabutuna son çiviyi çakmaya hazırlanıyorlar.
Normal olanı istifa edip gitmesiydi
HÜKÜMETİN iddiasına göre devlette bir paralel yapı oluşmuş, bunlar hükümeti iş göremez hale getirmek istiyorlar.
Kimlermiş bunlar? Hepsi hükümet tarafından göreve getirilen polisler!
Bu paralel yapı dedikleri cemaat, hükümetin “Yargı daha bağımsız olsun” niyetiyle Anayasa ve HSYK kanununda yaptırdığı değişikliklerden yararlanarak yargı organlarını da ele geçirmiş.
Cemaatin yargıda bir imamı varmış, emirleri ondan alıyorlar, istediklerini tutuklayıp, istediklerini serbest bırakabiliyorlarmış.
Daha önceki güne kadar “bölgesel güç” olmak da hükümeti kesmiyor, “dünya gücü” olmaktan söz ediyorlardı. Önceki gün Başbakan bu hedeften de vazgeçti, Japonya’da “Bizim bölgesel güç olmak gibi bir niyetimiz yok” dedi.
Suriye’de içsavaş başladığında en büyük düşman Suriye diktatörü Esad idi. “Bu işe böyle bulaşmayın, radikal unsurların Suriye’ye geçişini kolaylaştırmayın, böyle yaparsanız Türkiye–Suriye sınırını Peşaver’e çevireceksiniz” diyenlere “Esad’ı destekliyorsunuz” diye saldırıyorlardı. Dün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, iş işten geçtikten çok sonra “Bunlar (Suriye’deki radikal İslamcı militanlar) o kadar yanlış yöntemler uyguluyorlar ki rejimi ehvenişer denilecek noktaya getiriyorlar” dedi.
Bunlar iktidara gelene kadar Türkiye, bölgede herkesle arası iyi olan bir konumdaydı, “komşularla sıfır sorun” diye yola çıktılar, şimdi Mısır küs, İsrail küs, Irak küs, Suriye küs, İran uzak duruyor!
Halkbank’a genel müdür atadılar, adamın evinde ayakkabı kutuları içinde paralar çıktı.
Bakanların çocukları ani bir zihin açıklığı ile milyonlarla oynamaya başladılar, İçişleri Bakanı’nın oğlunun evinden boyum kadar çelik kasalar ile 1 milyon 200 bin lira çıktı.
İşadamları, bakanlara 700 bin liralık kol saatleri hediye edebiliyor.
Bakanlara elbise torbaları içinde cepleri para doldurulmuş yeni takım elbiseler geliyor, onlar da pişkinlikle bu hediyeleri kabul ediyorlar.
Ve memleketi doğru dürüst yönetsin diye seçtiğimiz adam koltuğunda oturmaya devam edebiliyor.
Normal bir demokraside, siyasi ahlak sahibi medeni politikacılar bunların onda biri olsa istifa ederdi.
O ise hâlâ bağırıp çağırıyor, yargıyı bile kendisine bağlamanın hesapları içinde koltuğu kurtarmaya çalışıyor!
Kusursuz cinayet!
ULUDERE’de 34 vatandaşımızın ölümüyle sonuçlanan “hava operasyonunda” kimse kusurlu değilmiş, bunu askeri savcılığın soruşturmasından öğrendik. “Kusur” derken ne arıyorlardı, merak ettim.
Birileri insansız hava aracının görüntülerini inceledi, birileri MİT’ten kendisine gelen istihbarat ile bu bilgileri birleştirdi, birileri de kararı verdi ve tek suçları devletin zaten göz yumduğu bir işi yapmak olan 34 insan öldü.
Elbette birilerinin “kasten” bu işin emrini verdiğini düşünmüyorum. Ama birileri hata yaptı ve 34 kişi öldü. Hatayı kim yaptı, neden yaptı bilmek hakkımız değil mi?
Kendisine böyle bir yetki verilmiş bir insanın, yaptığı hatadan sonra en azından çıkıp özür dileyerek, istifa etmesi gerekmez miydi?
Hadi kanuni sorumluluk yok diyelim, vicdani sorumluluk da mı öldü?
Futbolcuyuz, futbolcu!
ULUDERE’de 34 vatandaşımızın ölümünden sonra Kürtleri aşağılayan, ırkçı tweet’ler atan hakeme Futbol Federasyonu 6 ay hak mahrumiyeti cezası verdi.
Söz konusu hakemin cezasını tamamladıktan sonra da hakemlik yapmasının mümkün olamayacağı söyleniyor. Gezi protestoları sırasında ırkçı tweet’ler atan profesör ise hâlâ Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki koltuğunda oturmaya devam ediyor. Ne YÖK bu konuda bir soruşturma yaptı, ne de Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörlüğü.
Daha da büyük rezillik, bu adam İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sanat danışmanı olarak, hakaret ettiği insanların vergilerinden toplanan maaşını almaya da devam ediyor. Bu tabloya bakınca “Demek ki” diyorum, “Futbolcular, üniversiteden de, Kadir Topbaş’tan da daha çağdaş insanlarmış”.
Paylaş