Paylaş
O vakitler Anayasa değişikliklerindeki asıl amacın “yargıyı ele geçirmek hedefi” olduğunu yazmıştım.
Bu nedenle “yetmez ama evet”çi olmadım.
Referandum ile kabul edilen yeni Anayasa’ya göre Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yeniden düzenlendi.
“7 asıl 5 yedek” üyeden oluşan kurul “22 asıl 12 yedek” üyeden oluşturuldu.
Anayasa Mahkemesi,
“11 asıl, 4 yedek üye” yerine “17 asıl üye”den oluşturuldu.
Başbakan, referandumdan sonra yaptığı konuşmada “Okyanus ötesine” de özel olarak vurgu yaptığı teşekkürlerini iletti.
Yeni Anayasa hükmüne uyum için HSYK kanunu çıkarıldı, kurul yeniden oluşturuldu.
Bu kurul oluşturulurken “cemaat ve AKP” el ele çalıştı. Adalet Bakanlığı bürokrasisi kurula hâkim oldu.
Sonra Yargıtay ve Danıştay’da yeni daireler
kuruldu. Yeni oluşturulan daireler nedeniyle 700’den
fazla kadro tahsis edildi, bu kadrolara atamaları yeni kurulan HSYK yaptı.
Daha sonra bu kurumlardaki seçimlerde yeni atanan üyelerin “blok oy kullandıkları” ile ilgili tartışmaları da hatırlarsınız.
“Yargıyı ele geçirmişlerdi” ve hep birlikte mutlu mesut yaşayıp gidiyorlardı.
Sonra araları bozuldu.
Hükümet, cemaatin gücünden de yararlanarak kurduğu HSYK’dan memnun değil.
Artık “yargıda cemaatçi bir yapılanmanın varlığından, cemaatin yargıdaki imamından” yakınıyor.
Şimdi yeni hedef HSYK kanununu bir kez daha değiştirerek cemaatçi yapılanmayı temizlemek olarak açıklanıyor.
Amaç bir kez daha “yargıyı ele geçirmek”.
En başından beri gerçekten bağımsız bir yargı istemiyorlardı, şimdi de istemiyorlar.
Hedefleri belli: Günün birinde ayaklarına dolanacak yolsuzluk soruşturmalarını peşinen engellemek, şu andaki rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını örtbas etmek.
Emniyet’i Cemaat’e teslim eden kimdi?
RÜŞVET ve yolsuzluk soruşturmasının başladığı günden bu yana Emniyet Genel Müdürlüğü’nde müthiş bir tasfiye yaşanıyor.
İlk başlarda sayıyordum “kaç polis görevinden alınıp başka görevlere verildi” diye, ama sayıları yüzleri geçti, artık doğru dürüst sayabilmemize bile olanak olmayacak boyutlara vardı.
Söylentilere bakılırsa yakında benzer bir fırtına İçişleri Bakanlığı’nda da kopacak, “cemaatçi” olarak bilinen valiler, kaymakamlar merkeze alınacaklar.
Görevlerinden alınan polisler ile görevlerinden alınacakları tahmin edilen vali ve kaymakamları o makamlara bu hükümet atadı.
Bu tayinleri yaparken kimin ne olduğunu bizden iyi biliyorlardı.
O kadar iyi biliyorlardı ki cemaat ile bilek güreşinin ilk aşamalarında “Bizden önce kaç valiniz, emniyet müdürünüz vardı, şimdi kaç valiniz, emniyet müdürünüz var” diye açık açık sormakta bile sakınca görmüyorlardı.
Başbakan, yardımcısı Bülent Arınç’ı, Amerika’ya Fethullah Gülen’e yollamış ve yolcu ederken de “Sor bakalım, bizden bir emri var mı” diye tembihlemeyi ihmal etmemişti.
Sonra da zaten “Benden ne istedilerse yaptım” diyecekti.
Şimdi de çıkmış “Emniyet’te paralel yapılanma var, çete kurdular, Emniyet’i cemaatin imamı yönetiyor” diye feryat ediyorlar.
Tamam, kabul: Emniyet içinde cemaatçi bir yapılanma var! Bu bir sır değil, Emniyet’teki cemaatçi yapılanmayı ifşa eden Hanefi Avcı, bu nedenle uyduruk suçlarla hâlâ hapiste yatıyor.
“Emniyet’teki cemaatçi cunta” hükümete karşı velev ki harekete geçmiş olsun.
Suç ortağı kimdir? Emniyet’i cemaate teslim eden kimdir?
Boş nutuklarla milleti uyutmayı bırakın da önce bu yaptığınızın hesabını verin.
Başbakan bu bilgiyi neden bugüne sakladı?
ERGENEKON soruşturmasının savcısı Zekeriya Öz, şu anda rüşvet ve yolsuzluk soruşturmaları nedeniyle hükümetin ve dolayısıyla AKP medyasının en önemli hedeflerinden biri haline geldi.
Dün Sabah gazetesinin manşetinde Zekeriya Öz’ün, ailesiyle birlikte Dubai’ye yaptığı seyahatin tüm masraflarının bir inşaat şirketince finanse edildiği haberi vardı.
Benim bu yazıyı yazdığım saate kadar da henüz Zekeriya Öz konuyla ilgili bir açıklama yapmamıştı.
İddiaya göre Dubai tatilinin faturası uçak biletleriyle birlikte 77 bin 500 lira tutmuş.
Bu ne kadar doğrudur, bilemem. Bir savcının, böyle bir şeye tenezzül etmeyeceğini ümit etmek isterim, bakalım Savcı Öz bu konuyu nasıl açıklayacak.
Eğer doğruysa Savcı Öz’ü de bir Silivri yolculuğu bekleyecektir diye düşünüyorum.
Bu konuda onun söyleyeceklerini dinleyene kadar şunu sormak istiyorum:
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, gazeteciler ile yaptığı toplantıda Zekeriya Öz’ü ima ederek “Bir yargı mensubu yılda 20-22 defa turist olarak yurtdışına gider mi?” diye sormuştu.
Başbakan, “Kayak, kumsal, tenis. Bunun geliri nedir? Bakın bir yargı mensubu bir belediye başkanının makam odasına gidiyor, istediğini alamayınca o başkan hakkında dosya düzenliyor. Ben suç duyurusunda bulunuyorum, ses yok. Böyle bir şey olur mu?” diye konuşmuştu.
Buradan da anlıyoruz ki bu gezi ile ilgili belgeler vs. Başbakan’ın bilgisi dahilindeydi.
Merak ediyorum, acaba bu rüşvet ve yolsuzluk soruşturması açılmamış olsaydı, Başbakan elindeki bu bilgileri HSYK’ya verip suç duyurusunda bulunacak mıydı?
Hiç sanmıyorum.
Gezinin yapıldığı tarih ekim ayı, AKP medyasının ve Başbakan’ın konuyu açıkladığı tarih ocak ayı!
Böyle bir bilgiyi bugüne kadar adaletten ve kamuoyundan neden sakladılar?
“Günü gelince ortaya süreriz” diye oturup neden beklediler?
Bunun adı şantaj değil mi?
*
NOT: Savcı Öz, öğleden sonra “Masrafı ben karşıladım. İddialar yalan” açıklaması yaptı. Kısa süre sonra ise Ağaoğlu Grubu bir duyuru yaptı: “Sayın Savcı’yı biz ağırladık.”
Paylaş