Mehmet Y. Yılmaz

O makamda dedikodu yapılmaz

1 Ocak 2014
YENİ İçişleri Bakanı Efkan Ala’yı iyi ve düzgün bir bürokrat olarak tanıdık.

Ben şahsen hiç karşılaşmadım ama Diyarbakır Valiliği döneminde hakkında çok olumlu şeyler yazıldığını, kamuoyunda iyi izler bırakan icraatları olduğunu hatırlıyorum.
Başbakanlık Müsteşarlığı da bürokraside bir insanın gelebileceği en önemli mevkilerden biridir, o görevdeyken de hakkında çok olumsuz şeyler yazıldığını hatırlamıyorum.
Ama bakan olup da “tek seçicinin marifetiyle” siyasete adım attığından beri verdiği demeçlere bakıyorum ve şaşırıyorum: Acaba bize daha önce tanıtılan Efkan Ala ile İçişleri Bakanlığı’na atanan Efkan Ala gerçekten aynı kişi midir?Bir çetenin, güney illerimizden birinde siyasi parti yöneticilerinden tutun, valiye, emniyet müdürüne, yargıçlara, savcılara kadar herkesi dinlediğini söylüyor mesela.
Bu olayı bakanlığa geldiği gün mü öğrenmiş?
Yoksa daha önceden haberi vardı da “Bana ne, başkası baksın bu işlere” mi diyordu?Ve neden elindeki bu bilgiyi savcıya verip, soruşturmayı başlatmıyor?TRT’deki konuşmasında yolsuzluk soruşturmasının maliyetinin 104 milyar dolar olduğunu söylüyor.
“Şimdi ben bir şey soruyorum, doları kim aldı? Bir şey söylüyorsam sadece şüpheyle değil. Bu tezgâhın kazançlıları kimlerdir? Bu nasıl bir ihanettir. Nasıl bir yanlışlıktır. Tabi devlet ciddiyeti, bildiğinizi söylersiniz, sonra da bunu tevsik edersiniz. Sonra bunlar ortaya çıkacaktır. Kim bu bilgileri sızdırıyor, kim ne alıyor” diyor.
104 milyar doları nasıl hesaplamış merak ettim. Yıllık cari açığı 65 milyar dolar olan bir ülkede yaşıyoruz.

Yazının Devamını Oku

Amor omnia vincit

31 Aralık 2013
ÇOK sevdiğim bir Arap atasözü ile başlayarak yılı bitirmek istiyorum: “Hayat iki bölümdür, geçmiş bir rüya, gelecek bir dilek.”

Gerçi cennet vatanımızda şu son bir yılda yaşadıklarımızı alt alta yazsak, bunun bir “rüya” mı, yoksa bir “kâbus” mu olduğu konusunda uzun uzun tartışabiliriz ama olsun.
Bir yıl bitiyor, yenisi başlıyor ve gelecekte her şeyin iyi olacağına ilişkin umutlarımız olmasaydı, çekilmez bir hayatın kısırdöngüsü içinde yuvarlanıp gidiyor olurduk.
Karel Reisz, “Hayat bir tercih değildir. Bir şey olur ya da olmaz. Birçok tercih sizi seçer” derken ne kadar da haklıymış.
Memleketimizi seçip yerleşen “tercihler” bugün için içimizi karartıyor diye, bizler de enseyi karartmak zorunda değiliz.
Zaten şöyle düşünürüm: Ülkelerin, milletlerin hayatları, insan ömründen çok ama çok çok uzundur.
Yüzlerce yıldır bu ülkede neler neler oldu, neler yaşandı.
O dönemlerin içinde hayatlarını tüketen insanlar elbette üzüldüler, umutsuzluklara kapıldılar, hayatlarından memnun olmadılar ama nesiller değişti, hemen her şey iyiye gitti.

Yazının Devamını Oku

Siyasetin finansmanı şeffaf olmayınca

28 Aralık 2013
TÜRKİYE ve benzeri ülkelerde yolsuzlukların önüne geçilemiyor olmasının en önemli nedeni siyasetin finansmanının şeffaf olmamasıdır.

Belediyelerden başlayarak, devletin tüm ihalelerinde dönen oyunların temelinde bu yatar.
Verilen imar izinleriyle, ihaleleri kimin almasına izin verileceğine ilişkin “işaretlerle” sağlanmaya çalışılan şey, siyaseti finanse etmektir.Her iktidar döneminin kendi zenginlerini yaratmasının altında bu vardır.
Kendi zenginini yaratasın ki, yüksek harcamalar gerektiren kampanyalar döneminde ya da parti çalışmaları için işinden gücünden olanları besleyebilmek için yeterli kaynağa ulaşabilesin.
Bir müteahhide, imar değişikliği ile bir milyar dolar kazandırırsan bilirsin ki “acil ihtiyaç” ortaya çıktığında elini içine sokabileceğin bir cüzdan vardır.Bir devlet ihalesinde “Sen bu işe girme, onu filancaya söz verdik” dersen bilirsin ki filanca bey bunu karşılıksız bırakmaz.
“Sen bu işe girme” dediğin de bilir ki bir başka işi de sana verecekler, sesini çıkarmadan beklersen ödülünü alırsın, eh o ödülden bir parçasını da bu düzenin sürüp gitmesini sağlamak için siyasetçiye teslim etmeyeceksin de kime edeceksin?
Düzen böyle kurulur.
Kimse yola “İktidar olayım, cebimi doldurayım” diye çıkmaz, hep yüksek bir ideal vardır.Sonra iktidar süresi uzar, bozulma aşağılara doğru yayılmaya başlar.

Yazının Devamını Oku

Bunun adı anayasal düzene darbedir

27 Aralık 2013
İSTANBUL’daki bir başka yolsuzluk soruşturması ile ilgili dosya, soruşturmayı yürüten savcıdan alındı ve bir başka savcıya verildi.

Soruşturmadan alınan savcının konuyla ilgili yazılı açıklaması, aynı zamanda çok ağır bir suçun varlığını da gösteriyor.
Savcının açıklamasının ilgili bölümü şöyle:
“Suçlarla ilgili delillerin karartılmadan bir an önce toplanabilmesi için Nöbetçi Hâkimlikten soruşturma ile ilgili alınan arama ve el koyma kararları ile gözaltına alma kararını dün sabah itibariyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne, gereğinin yerine getirilmesi için gönderdim. Bilahare basın yayın organlarında ve internet sitelerinde gözaltına alınacak bazı isimlerin yer aldığını ve delillerin karartılmaya başladığını tespit ettim. Aynı gün saat 19.00 sıralarında operasyonda görev alacak Şube müdürleri ile adliye binasında yaptığım görüşmeye rağmen mahkeme kararının ve gözaltı kararının yerine getirilmediğini belirledim.”Önceki gün böyle bir durumun yaşandığına ilişkin ilk haberler duyulduğunda bunun gerçek olabileceğine ihtimal vermemiştim.
Akıl alacak bir iddia değildi, çünkü böyle bir durumun varlığı anayasal düzene karşı girişilmiş hareketten başka bir anlama gelmez.
Yargı gücüne karşı açık bir müdahaledir, Anayasa’nın ilga edilmesidir, anayasal düzene yönelik bir polis darbesidir.Belli ki artık her şeyi göze almışlar, üstü örtülemez hale gelen yolsuzlukları yargının elinden kaçırmak için Anayasa’yı ilga suçunu bile rahatlıkla işleyebiliyorlar.
Böyle bir ülkede güven içinde yaşayacağımıza nasıl emin olabiliriz?

‘Tanırım, iyi çocuktur’un AKP versiyonu

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan

Yazının Devamını Oku

Normal olana şaşırdık

26 Aralık 2013
MÜSTAFİ Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, başta Başbakan olmak üzere kimsenin beklemediği bir şeyi yaptı, hem bakanlıktan, hem milletvekilliğinden istifa etti, hem de Başbakan’ı istifa etmeye davet etti.

Normal olana o kadar uzak kalmışız ki Bayraktar’ın bu istifasını açıkladığı an her kesimde derin bir heyecan dalgasına da neden oldu.
Yapması gerekeni yapmış olmasına şaşırdık. “Anormallikler ülkesinde” zaten şaşırmasak olmazdı.Bayraktar istifasını açıkladığı konuşmasında “Soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan’ın onayıyla yapıldı” diyor.
Türkiye’de uzun süredir işlerin nasıl yürüdüğünü bilenler için hiç şaşırtıcı bir durum değil bu.
Başbakan adeta tek kişilik bir ihale komisyonu gibi çalışıyor. Bir parsel arsa için imar planının nasıl değiştirileceğinden tutun, büyük ihalelere ve hatta kimin gazetesini, televizyonunu kime satacağına bile karar veriyor.
Bayraktar’ın açıklaması, herkesin bilip, üzerinde kimsenin konuşmaya cesaret edemediği bu durumu gözler önüne serdi.
Bayraktar’ın “Bu milleti ve vatanı rahatlatmak için Sayın Başbakan’ın istifa etmesi gerektiğine inanıyorum” çağrısı elbette karşılığını bulmayacak.
Rüşvet skandalının belgeleri ortalığa saçıldığından bugüne ne yaptıysa aynısını yapacak, aynı şarkıyı çalacak: Dış güçler, odaklar vs.Kim bilir, belki bakarsınız danışmanlarından biri çıkıp “Bakan Bayraktar telekinezi yoluyla hipnotize edilerek böyle bir çağrı yapmaya yönlendirildi” bile diyebilir.

Hayatın olağan akışına uygunluk kriteri

Yazının Devamını Oku

Acaba cinler de kullanılmış olabilir mi?

25 Aralık 2013
ZATEN çok normal olma-yan bir memlekettik, giderek daha da tuhaflaşıyoruz.

Mesela dün Sabah gazetesinin birinci sayfasının önemli bir bölümü teolojik bir tartışmaya ayrılmıştı.
Televizyonlardaki tartışma programlarını izlememek gibi çok beğendiğim bir huyum var ama kolayca uyku uyuyamadıkları için bütün gece televizyon başında oturan arkadaşların söylediğine göre televizyonların bazılarında da bu konu tartışılmış.
Konu şu: Fethullah Gülen, geçenlerde yaptığı geleneksel günlük konuşmalarından birinde “beddua” etti mi, etmedi mi? Ettiyse, bu İslam’a uygun mu, değil mi?Muazzam yolsuzluk iddiaları var, hükümet soruşturmaya müdahil olmak için kanuna ve Anayasa’ya aykırı yönetmelik değişiklikleri yapıyor, Emniyet’te eski koltuğunu koruyabilen sadece birkaç müdür kalmış. Ve tartışma konumuz bu: Beddua etmek dinde var mı?
Diyanet İşleri Başkanı kükremiş mesela: “Düşmanlara bile beddua edilmez.”İlahiyat fakültelerinden hocalar da eksik kalmıyorlar tabii, bedduanın meğerse dinde yeri yokmuş!
Bülent Arınç “BDP’li kadın milletvekillerine her gün beddua ettiğini” açıkladığında böyle bir tartışma hiç yaşanmamıştı oysa.Demek ki bedduanın içeriğinden daha da çok, bedduayı kimin ettiği ve hedefinin kim olduğu önemliymiş! Kafasına göre bir imam bulunca ramazan ayını rahat geçiren Temel fıkrası gibi yani.Kafana göre bir Diyanet İşleri Başkanın varsa beddua bazen serbest, bazen din dışı olabiliyor!
Madem paraları unuttuk, teoloji tartışıyoruz, tam da bu noktada cinler mevzusuna yeniden dönebiliriz gibi geliyor bana.
Hatırlayacaksınız, Fethullah Hoca şöyle söylemişti:

Yazının Devamını Oku

Kutulardaki parayla bankanın ne ilgisi var?

24 Aralık 2013
RÜŞVET ve yolsuzluk operasyonunda evindeki aramada ayakkabı kutuları içine saklanmış milyonlarca Euro bulunan Halk Bankası Genel Müdürü’nün avukatı müvekkilinin “Türkiye’ye milyarlarca dolar kazandıran Halkbank’ın faaliyetleri nedeniyle” hedefe alındığını söylüyor.

Başbakan başta olmak üzere AKP sözcüleri ve yandaş medya yazarları da aynı havada: İsrail ve Amerika, İran’la ticaret yapılmasına aracılık ettiği için bu bankayı hedefe aldılar!
Hatta Başbakan bir adım ileri gidiyor, bankanın en gizli ticari sırlarının bile bu nedenle ele geçirildiğini söylüyor. (Ali Babacan bunun doğru olmadığını, bankanın sırlarının değil, sadece ilgili kişilerin bilgilerinin alındığını söyledi ama aynı teraneyi tekrarlamaya devam ediyorlar.)
Şunu merak ediyorum: Bankanın faaliyetleri ile Genel Müdür’ün evinde ayakkabı kutuları içine doldurulmuş milyonlarca doların, Euro’nun ne alakası var?Banka önemli bir uluslararası ticarete aracılık ediyor diye bu paraları görmezden gelmemiz mi gerekiyor?
Genel Müdür, “kayıt derdi çıkmasın diye” paranın bankada değil, evde tutulduğunu söylüyor.
Bu karapara değilse, kaynağı belliyse bankaya yatırmakta nasıl bir işlem zorluğu çıkabilirdi ki?

O çeteye, o kadroları kim verdi?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “devlet içinde devlet haline gelmiş bir çeteden” söz ediyor.Bu köşenin devamlı okuyucuları bilirler, bundan ben de yakınıyordum.

Yazının Devamını Oku

Bu suçu takip edecek bir savcı yok mu?

23 Aralık 2013
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın odasının dinlendiğinin anlaşılmasından sonra Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbaratı’nda görev değişikliği yapılmış, yeni gelen yöneticinin incelemesiyle de “portatif baz istasyonu olarak çalışan, GSM sinyallerini kendisine yönlendiren bir cihazın” kayıp olduğu anlaşılmıştı.

Milliyet’ten Tolga Şardan’ın bununla ilgili haberi üzerine ben de “Bu yasadışı aracın nasıl olup da Emniyet tarafından satın alınıp, kullanılabildiğini” sormuştum.
Cumartesi günü Sabah’ta yayımlanan haberden öğreniyoruz ki meğerse kayıp cihazların sayısı 1 değil, 11 imiş!
Şimdi aynı soruyu bir kez daha soruyorum, sayı değişikliği vesilesiyle.
Ülkemizdeki yasalara göre “iletişimin nasıl takip ve tespit edileceği” çok açık:
MİT, polis ya da jandarma dinleme kararı için savcıya gidecek, suç şüphesi ile ilgili elindeki belgeleri ve bilgileri onunla paylaşacak. Savcı ikna olursa dinleme izni almak için mahkemeye gidecek. Yargıç bu talebi uygun görürse, mahkemenin kararı Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na tebliğ edilecek. Dinleme ve takip TİB’in kanalı açmasıyla başlayacak.
Bunun dışındaki her yöntem yasadışı ve anayasal bir hakkın ihlali olduğu için de ağır bir suç.
Emniyet İstihbaratı’nın kayıp 11 cihazı ise bütün bu yasal sürece gerek duyulmadan dinleme ve takip yapılabilmesine olanak sağlıyor.

Yazının Devamını Oku