Paylaş
Bu yanıtı duyunca içimden o anda İzmir’de olup Yıldırım’a şunu sormak geçti: “Sizin için uygun zaman hangisiydi acaba?”
Sanki her şeyi güllük gülistanlık bir ülkede yaşıyormuşuz gibi konuşuyorlar: “Zamanlama manidar!”
İyi de bu ülkede deprem olmasa, seçim oluyor, seçim olmasa yangın çıkıyor, yangın çıkmasa sel basıyor.
Her gün bir olağanüstü durum var, hiçbir şey bulamasa Başbakan kendisiyle kavga ediyor.
Hangi arada uygun zaman gelecek de yolsuzluk ve rüşvetlere operasyon yapılacak?
Bu siyasetçilerin çok iyi bildiği bir söz ve yanıt vermek zorunda kalmak istemedikleri her durumda işlerine yarayan bir formül!
Bütün Doğulu toplumlarda olduğu gibi Türkiye’de de insanlar komplo teorilerine kolayca kapılabiliyorlar ve zihinler bir kere komplo aramaya başladığı vakit de işin aslını gözlerden kaçırmak kolayca mümkün olabiliyor.
Geçenlerde Zaytung’da bir “son dakika” esprisi vardı: Hırsızlık yaparken ev sahibine yakalanan genç şöyle demiş: Zamanlama manidar!
Kusura bakmayın ama artık bu sözü duyunca aklıma sadece bu espri geliyor!
Tepeden tırnağa etik arınma gerekli
SAVCI Zekeriya Öz’ün ailecek çıktığı Dubai gezisinin masraflarını Ağaoğlu İnşaat karşılamış. Kendi açıklamalarına göre durum böyle.
Bir inşaat şirketi, bir başsavcı yardımcısının 80 bin liraya yakın tutan tatil masraflarını neden karşılar bunu anlayabilmek mümkün değil.
Bunun gerisinde “Aramızı iyi tutalım, ileride ne olur ne olmaz” düşüncesinin yatmaması mümkün müdür?
Ama asıl anlayamadığım şey bir savcının nasıl olup da bunu kabul edebileceği.
Hadi o kabul etti diyelim, ailesinden kimse de demiyor mu ki “Bu çok pahalı tatili biz nasıl yapabiliyoruz?”
Aralarında herhangi bir hukuki ilişki bulunmayabilir, o nedenle bu bir “rüşvet” olarak da görülemeyebilir.
Ama hiç kuşku yok ki bu “normal” karşılanmaması gereken bir durumdur.
Ciddi “etik” bir soruna işaret eder ve bir savcının bu yük ile çalışabilmesi de mümkün olmamalıdır.
Savcı Öz’e düşen de soruşturma bitene kadar sıfatlarını bırakmasıdır.
Bunun son derece yaygın bir etik sorun olduğunu biliyoruz.
İşadamlarının özel uçaklarıyla oraya buraya uçan bakanların, umre ziyaretine gidenlerin sayıları hiç de az değil.
Son rüşvet soruşturması nedeniyle Zafer Çağlayan’ın böyle bedavaya temin edilmiş özel uçakla ailecek umreye gittiğini öğrendik. Başkalarının olduğunu da duyuyorum.
Bu normal bir şey değildir.
Zafer Çağlayan’ın 700 bin liralık hediye saati kabul etmesi gibi bir durumdur ama bizim devlet yöneticilerimizin bu hediye meselesine özel bir zaafları olduğunu biliyoruz.
Bu köşede belki yüz kere sordum, hâlâ Suudi Arabistan Kralı’nın devlet yöneticilerimizin eşlerine armağan ettiği mücevherlerin akıbetini öğrenemedik.
Normal olarak, yasalarımıza göre bu hediyelerin beyan edilip Hazine’ye devri gerekiyordu ama hanımefendiler mücevherleri kabul etmekte sakınca görmediler.
Ortaya çıkıyor ki kamu yönetimimizin tepeden tırnağa bir etik arınmaya ihtiyacı var.
Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu her yılbaşında memurlara “hediye kabul etmemeleri” uyarısını yapıyor ama devletin en başından en sonuna kadar bunu takan yok!
Aşılmaması gereken sınır
ERGENEKON, Balyoz, Şike ve KCK gibi davalarda önemli savunma hakkı ihlalleri olduğunu, delillerin hukukiliğinin ve gerçekliğinin doğru dürüst tartışılmadığını çok yazdım.
Yargıtay, Balyoz davasında “hayatın akışına uygunluk” gibi son derece tuhaf gerekçelerle kararları onayladı ama biraz hukuk nosyonu olanlar Anayasa Mahkemesi’nin ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu kararların önemli bölümünü bozacağını tahmin edebiliyorlar.
Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, şimdi bu davalardaki hak ihlallerinin önüne geçebilmek için yeniden yargılamanın yolunu açmaya çalışıyor.
Elbette Prof. Dr. Feyzioğlu’nun hukuk bilgisine saygım var, kuşkusuz ki onunla bu konuda tartışmaya girebilecek donanımda değilim ama bu işte yine de bir gariplik var gibi geliyor bana.
Bir yargı organının verdiği kararı, yasama organının bir kararıyla yok sayarak yeniden yargılamanın önünü açmak, güçler ayrılığı ilkesi ile çelişiyor diye düşünüyorum.
Yasama organı elbette Anayasa’yı değiştirmek dahil her türlü yasal düzenlemeyi yapma hakkına sahiptir, yargının mahkûm ettiği kişiler için af da çıkarabilir ama aşılmaması gereken sınır güçler ayrılığıdır!
Bugün yaşamakta olduğumuz rejim bunalımının temel nedeni de bu sınırın aşılmış olmasıdır.
Yürütme yasamayı kontrol ediyor, yargı üzerinde baskı kurmaya hatta onu kendisine bağlamaya çalışıyor. Bir de üzerine yasama, yargının yetki alanına müdahale ederse korkarım ki içine gireceğimiz kaos daha da büyür.
Bana öyle geliyor ki en doğru yol Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın “sanık lehine bozma istemesi”dir ki sorun yine yargının kendi alanı içinde çözüme kavuşturulsun.
Ve son bir not: Ne yazık ki ülkemizde yargı hatası, eksik soruşturma, savunma hakkının ihlali gibi nedenlerle mağdur olanlar sadece bu özel mahkemelerde yargılananlar değildir.
Yasama organı, bu sorunu kökten çözmek istiyorsa yargılama usullerimizi bu amaca uygun olarak düzenleyecek yasalar çıkarmalıdır.
Paylaş