Eski Vali Bey ve karısı, Richmond bölgesinde faaliyet gösteren işadamlarından hediye kabul etmek, borç istemek, rüşvet almak ve işadamlarının özel uçaklarıyla lüks seyahatlere gitmek ile suçlanıyor.
Kabul ettikleri hediyelerin, aldıkları “para yardımlarının” toplamı 165 bin dolar.
Bununla ilgili haber salı günü The Washington Post’ta yayımlandı.
Savcılığın hazırladığı iddianamede kanıtlardan biri “first lady”nin işadamlarından para istediği e–postaları.
Ayrıca New York’a bir “alışveriş gezisine” götürüldüğü de tespit edilmiş.
Oscar de la Renta’dan 11 bin dolarlık elbise, Louis Vuitton’dan 5 bin 685 dolarlık ayakkabı, Bergdorf Goodman’dan 2 bin 604 dolarlık giysi aldığı ve faturaların işadamlarınca ödendiği de biliniyor.
Vali Bey de ihmal edilmemiş tabii, bu geziden onun payına da gümüş bir Rolex saat düşmüş.
Konuyu Türkiye’nin şu anda en önemli “kargo şirketi” haline getirilen MİT’e getireceğim.
Sadece romanlarda ve filmlerde değil, gerçek hayatta da devletler ve istihbarat örgütleri örtülü operasyonlar yapıyorlar.Bu işlerde bir tek kural geçerli: Yakalanırsan, yalnızsın!Filmlerde de öyle, gerçek hayatta da.
Her devlet örtülü operasyon yapar ama bunun kendisi ile doğrudan ilişkilendirilmesinden hoşlanmaz. Çünkü yapılan iş genellikle yasadışıdır. Yasadışı değilse zaten örtülü operasyona da gerek yoktur, her iş açıktan yapılır, sorumluluk en sonunda siyasi otoritenindir.
Örtülü operasyonu yürütmekle görevli olanlar da bunu bilir. Yakalanma ve bundan şahsen sorumlu olma riski, işin başarılmasında da önemli bir saiktir, ona göre davranılır.
Mesela Amerika’da böyle bir olay yaşanmıştı.
İran–Irak savaşı sırasında, İran’a silah satarak elde edilen para ile Nikaragua’daki sosyalistlere karşı örtülü operasyon yürütülmüştü. (Ki o tarihte İran, ABD’nin baş düşmanıydı, ambargoluydu ve bu ticaret MOSSAD olanaklarından da yararlanılarak yürütülmüştü.)
Operasyonun yöneticisi Oliver North isimli bir yarbaydı.
Bundan önceki gidişinde, muhataplarının karşısında, ülkesini demokratikleştirerek Avrupa Birliği’ne tam üye yapmak isteyen bir siyasetçi olarak oturuyordu.
Bu sefer durum biraz karışık.
Avrupa Birliği yetkilileri bu sefer Erdoğan’a baktıklarında “Avrupalı olmaya kararlı bir Müslüman demokrat” görmeyecekler.
Karşılarındaki kişiyi nasıl göreceklerinin ipuçlarını AB ilerleme raporlarında ve AB yetkililerinin son günlerde verdiği demeçlerde bulabiliyoruz.
Ne göreceklerini ben söyleyeyim:
-Barışçı protesto gösterilerini bile polis şiddetiyle dağıtmak isteyen, demokratik eleştiriye tahammülü olmayan bir siyasetçi.-Polis şiddetini “Polis destan yazdı” diye yücelten bir lider.
-Ülkesindeki yolsuzluk soruşturmalarını örtbas edebilmek için yargı bağımsızlığını kanunla yok etmek isteyen, yargıyı kendisine bağlamaya çalışan bir lider.-Hem Avrupa Birliği’ne üye olmak isteyip, hem de “Avrupa bize karışamaz” diyen bir kişilik.
Bunlardan birinde Başbakan, Latif Topbaş isimli işadamıyla görüşüyor. Topbaş’ın ikinci soruşturma sırasında savcılık emrini dinlemeyen polis tarafından gözaltına alınmadığını da hatırlatayım.
Özel orman arazilerindeki yapılaşmanın 100 dönümde 6 dönümlük tek parsel üzerinde yapılabileceğine ilişkin Yargıtay kararı üzerine konuşuluyor.
Topbaş, Başbakan’a bunu düzeltmek için kanun çıkıp çıkmayacağını soruyor.
Şöyle diyor: “Abi bu şey çıkacak mı yav, 6, yüzde 6 meselesi diyordunuz. İhtimali var mı onun?”Başbakan yanıtlıyor: “Tabii, tabii!”Savcılığın soruşturma dosyasındaki bir başka konuşma SİMPAŞ’ın patronu ile KİPTAŞ’ın genel müdürü arasında, aynı konuyla ilgili.Patron, bunun için bir kanun çıkıp çıkmayacağını soruyor, belediyenin KİPTAŞ şirketinin genel müdürü yanıtlıyor:“Kanun çıkarıyoruz abi kanun. Bu torba yasasına giriyor, Tayyip Bey ile görüştük bu konuyu uzun uzadıya. Kanun olayından sonra işler daha kolaylaşacak.”Patron bunun üzerine şöyle diyor: “Böyle bir yer var, alayım mı?”Genel müdür yanıtlıyor: “Şerefle alabilirsin abi.”Patron emin olmak istiyor: “Yani sonucu kesin gözüküyor mu? Eğer o şekildeyse yaramaz. Mevcut hali ile işime yaramaz.”Genel müdür rahatlatıyor: “Pazarlığını yap, birkaç ay sabrederek yap. Alıp almamakta serbestlik gibi bir şey ile al adamdan. O kanun bir-iki ayda çıkacak. O zaman rahatlarız. Öbür türlü yine şeyden izin çıkacak, yani kanun çıktıktan sonra olsa olmasa bana göre değil, yani bakanlık vermese vermeyebilir yani.”Ve bunun üzerine Beykoz’da özel orman arazisinden 500 dönümlük bir alan için görüşmeler ilerliyor.
İlk bakışta bir suç yok gibi görünüyor.
İki işadamı, birisi Başbakan olan iki yetkili ile konuşup, gelecekteki yatırımları için bir işaret arıyorlar.
Suç mudur? Bunu mahkeme bilir.Ahlaki midir? Hayır değildir, bunun için mahkeme kararı gerekmez.Çünkü bu bilgi o 500 dönümlük arazinin sahibinde olsa pazarlık başka türlü gelişebilir.
Benim ölçülerime göre “şahane” sayılması lazım gelen Gayet isimli bir oyuncuya âşık olmuş, motosiklete atladığı gibi kadının evine gitmiş, oralarda gazetecilik hâlâ yaşayan bir meslek olduğu için de fotoğraflanmış.
Doğrusunu isterseniz siyasetçinin böylesini severim. Bir kadına âşık olmuş, âşık olmadıysa bile deyim yerindeyse “bayılmış” ve peşine düşmüş.
Ama yine de bu meselede anlayamadığım bir konu var.
Çünkü Hollande’ın Valerie isimli bir başka şahane sevgilisi var.
Evlenmemişler, birlikte yaşıyorlar.
Dolayısıyla işin içine belediye ve medeni kanun girmediği için, bir başka kadını beğendiğinde kolaylıkla bunu söyleyebilir, “Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna” diyebilirdi.
Evli olsaydı, boşanma süreçleri uzayabilirdi, bunun için bir “ihanet” tablosu söz konusu olabilirdi.
İlk işareti Deniz Feneri savcılarını mahkeme kapılarında süründürerek vermişti.
Yolsuzluk soruşturmalarının derinleştirilmesini, “en tepedeki hırsızlar imparatoruna” ulaşmasını böyle engellemek istediğini öğrenmiştik.
17 Aralık’tan sonra hırsızları değil, savcıları ve polisleri hedef almasıyla bu gerçeği artık sadece biz değil, polisler ve savcılar da öğrendi.
Bundan sonra hangi savcı, hangi polis bir yolsuzluğun üzerine gidebilir ki?Çünkü her an “zamanlama manidar” olabilir, savcılar, polisler kendilerini “darbeci” konumuna düşürülmüş olarak bulabilirler.
Türkiye’yi yurtdışında temsil eden büyükelçilere düzenlediği “mitingde” yaptığı konuşmada söylediği sözlerden sonra, artık şunu da söyleyebiliriz:
Türkiye, dinci teröristlerin huzur içinde at koşturabileceği bir ülke olabilir!El Kaide’nin Türkiye kollarına karşı yapılan operasyonu yürüten polislerin görevden alınması, savcıların şimşekleri üzerlerine çekmelerinin doğal sonucu bu olur.
El Kaide’nin bu ülkede kör terör ile onlarca kişinin ölümüne, daha çoğunun kalıcı sakatlıklarına sebep olduğunu unutmuş görünüyor.
Diyor ki: “AB ülkelerinde, HSYK ile ilgili oturmuş bir sistem yokken, her ülke kendine ait bir düzenleme yaparken, Türkiye’nin HSYK düzenlemesi ile ilgili beyanatta bulunmak kimsenin haddi değildir. AB’nin müktesebatına dair tespitler, kusura bakmasınlar bize yutturacakları bir şey değil.”
Başbakan’a hatırlatmak isterim ki “yutturmak” fiilini bugünlerde çok kullanmasa iyi olur. Baksanıza, bütün cemaatçiler Emniyet teşkilatını ele geçirdiklerini Başbakan’a yutturmuşlar çünkü.Başbakan’ın AB müktesebatı ile ilgili sözleri, aslında Avrupa Birliği hedefinin de artık iyice geride kaldığını gösteriyor.
Tam üyelik müzakerelerinin esası da zaten bu müktesebata uyum meselesi değil midir?Madem “uyum” yok, o zaman üyelik hedefi de yok demektir. Şunu diyebilir miyiz acaba: Başbakan “AB’ye gireceğiz” sözünü liberallere iyi yutturmuş!Son günlerde en çok kullandığı sözlerden biri de bu: Haddini bil!
Bir başöğretmen edasıyla herkese dersini vermeye çalışıyor.
Demokrasiyi içine iyice sindirmiş bir liderin ağzına asla almayacağı bir söz bu: Haddini bil!
Çünkü demokraside insanların hadlerini kendileri bilirler, kendileri tayin ederler.
Ama o istiyor ki bir çizgi çizsin ve kimse o çizginin üstüne geçmesin!
“17 Aralık, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.”Bu sözü “cımbızladım” çünkü Başbakan’ın bu sözünün önünde ve sonunda söyledikleri hep bildiğimiz şeylerin tekrarından ibaret!
Meselâ şöyle diyor: “Bilgilendirme gereken sorumlular bilgilendirilmiyor. Yargı ve emniyet içindeki bir örgüt, tamamen gizli olarak yürüttükleri soruşturmaları, seçimlere 3.5 ay kala, manidar bir zamanda düğmeye basıyorlar.”Bizim yasalarımızda böyle bir bilgilendirme yapılması zaten gerekmiyordu, çünkü hazırlık soruşturmaları tanımı gereği gizlidir, kimseye haber verilmesine, izin alınmasına gerek yoktur.
Onun için “cımbızladığım” cümleye döneceğim ve Başbakan’a katıldığımı söyleyeceğim, 17 Aralık tarihi Türkiye’nin demokrasi ve hukuk tarihine bir kara leke olarak geçti!
Asla silinmeyecek, unutturulamayacak, on yıllar sonra bile bugünkü siyasi aktörlerin isimlerini duyduğumuzda yüzümüzü kızartacak olaylar silsilesi!Hatırlayalım, 17 Aralık’ta ne oldu?
Bir kamu bankasının genel müdürünün evinde ayakkabı kutularının içine istiflenmiş 4.5 milyon dolar çıktı.Bir bakanın oğlunun evinde boyum büyüklüğünde altı kasa ve kasaların içine istiflenmiş 1 milyon 200 bin lira çıktı.Bir bakana, bir işadamının 700 bin lira değerinde saat hediye ettiğini öğrendik.
Bir bakanın işyerine elbise torbaları ve bavullar içinde paralar yollandığını öğrendik.
Bir bakanın adının kısaltılmış haliyle bir rüşvet listesinde yer aldığını gördük.