Mehmet Y. Yılmaz

Beşir Atalay’ın Uludere itirafı

16 Nisan 2014
ULUDERE’de 34 vatandaşımız bir “hava bombardımanı” sonucunda öldü.

Olayın üzerindeki perde hâlâ kaldırılabilmiş değil.
Söz konusu bombardıman emrinin “emirden kaynaklanan önlenemez bir hata sonucunda” verildiğini biliyoruz ama o hataya yol açan şeyin ne olduğu ısrarla gizleniyor.
Daha doğrusu gizlenmeye çalışılıyor demek lazım aslında.
Çünkü aslında hatanın, bir yanlış istihbarattan kaynaklandığını artık biliyoruz.
Söz konusu kaçakçı grubun içine PKK’nın üst düzey şeflerinden birinin de karıştığına ilişkin istihbarat Genelkurmay’a ulaşmamış olsaydı, o bombalama emri verilmezdi.
Hükümet, bugüne kadar bu konunun üzerini örtmek için çok gayret sarf etti.
TBMM komisyonunun gerçeğe ulaşmasını engelledi.

Yazının Devamını Oku

Ne mahremi genel bu, genel!

15 Nisan 2014
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’daki Kutlu Doğum Haftası etkinliğinde konuşma yaptı ve şöyle dedi:

“İnsanların mahremine girmek, kaydedip şantaj amacı ile kullanmak güzel dinimizin hiçbir ilkesiyle bağdaşmaz.”
Evet, “şantaj” bütün dinlerin ve bütün kültürlerin reddettiği, aşağıladığı bir tutum, buna kim itiraz edebilir ki?
Başbakan bu sözleri, 17 Aralık’tan sonra ortaya çıkan telefon konuşmaları ile ilgili olarak söylüyor.
Cemaat ile Başbakan ve adamlarının arasından 17 Aralık’tan önce ne olarak geçti, tam olarak bilemiyoruz.
17 Aralık’tan önce bu kayıtlar, Başbakan ve adamlarını belli davranışlara yöneltmek için kullanıldıysa, bu elbette şantajdı.Dedim ya, aralarında tam olarak ne geçtiğini bilemiyoruz, şu oldu, bu oldu derken soruşturma ile birlikte telefon kayıtları alenileşti.Kimisi savcıların yazdığı iddianamelere girdi, kimisi fezleke haline gelip TBMM’ye ulaştı, kimisi de “korsan” olarak internette yayınlandı.
Eğer aralarında anlaşabilmiş ve bu kayıtlar gizli kalabilmiş olsaydı, bir şantajdan söz edebilirdik.Ama artık bir şantajdan söz edemeyiz. Bunlar çoğu resmi mahkeme kararlarıyla elde edilmiş, yasal kayıtlar. Evet, yayınlanması kanunlara göre suçtu ama bu suç Başbakan’ın iktidarı döneminde o kadar çok işlendi ki bundan en son yakınacak kişi de kendisinden başkası değil.
“Yanlış iş yapmıyorsanız dinlenmekten korkmayın” diyen de kendi hükümetinin bakanından başkası değildi, onu da hatırlatayım.

Yazının Devamını Oku

Paraları evinize Fethullah Hoca mı koydu?

14 Nisan 2014
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, 17 Aralık’ın hükümete karşı bir darbe girişimi olduğunu söyledi.

Ona göre “paralel yapı” hükümete operasyon yapmak istemiş, ama bizimki “dik durmayı” başardığı için, darbe girişimi duvara çarpmış.
Demagojinin böylesine ileride tarih kitaplarında mutlaka yer verilecektir.
Rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu yürüten polis ve savcıların, arama-dinleme kararlarını veren yargıçların hepsi Fethullahçı olabilir.
Bunlar “Vay, sen misin bizim dershaneleri kapatmaya kalkışan” diyerek düğmeye basmış da olabilirler.
Kim bilir, belki aralarında böyle bir iktidar kavgası çıkmamış olsaydı, bu yolsuzluk soruşturması hiç yapılmayabilirdi de.
Şu ya da bu, artık biliyoruz ama!
Bunları ortaya çıkaranların Fethullahçı olması, eski bakan Muammer Güler’in oğlunun evinden 1 milyon 200 bin lira çıkmış olması gerçeğini yok etmiyor.Güler’in, oğluna başka, kamuoyuna başka açıklamalarda bulunduğu gerçeğini de örtmüyor.

Yazının Devamını Oku

Gerçekten ilginç bir dava olacak!

9 Nisan 2014
GEÇTİĞİMİZ hafta sonunda bu köşede, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan’ın vekili sıfatıyla Avukat Ahmet Özel’in yolladığı bir açıklamayı okudunuz.

Okumamış olanlar için kıskaca özetleyeyim:
30 Ocak 2014 tarihinde bu köşede “Bu davaya sonunda Yüce Divan bakacak” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Söz konusu yazıda, eski Başbakan Mesut Yılmaz ile eski bakanlardan Güneş Taner’in, 2004 yılında Yüce Divan’a sevk edildikleri olayı hatırlatmıştım.
Yılmaz ve Taner’e atılı olan suç, “Türkbank ihalesine fesat karıştırmak” ve “kendine bağlı bir medya düzeni oluşturma girişimi” idi.
Yılmaz ve Taner’i Yüce Divan’a gönderen TBMM’de çoğunluk da AKP’deydi.
Bunları hatırlatıyor ve rüşvet soruşturması vesilesiyle ortalığa saçılan dinleme kayıtlarındaki konuşmalara dikkat çekiyordum.
Bu yazımı daha önce okumamış okuyucular, www.hurriyet.com.tr adresinde, “yazarlar arşivi” bölümünde bulup okuyabilirler.

Yazının Devamını Oku

Bir kişiye göre rejim dizayn etmek

8 Nisan 2014
ÖNÜMÜZDE ağustos ayında yapılacak iki turlu Cumhurbaşkanlığı seçimi var ve bu nedenle şimdi “seçim ile gelen Cumhurbaşkanı” ile “parlamento çoğunluğuna sahip Başbakan” arasında bir güç mücadelesi olup olmayacağı tartışılıyor.

Cumhurbaşkanı seçiminin halk tarafından yapılmasını öngören Anayasa değişikliği tartışmaları sırasında bu itirazlar hiç dile getirilmemiş gibi!
Ama o vakitten beri belli ki Başbakan’ın aklında “Başkanlık ya da yarı başkanlık” sistemi vardı.
Şimdi seçim kapıya dayanınca alttan alta o isteğin gündeme getirildiğini, parlamenter rejimde yetkili bir Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın uyum içinde çalışamayacağının söylendiğini işitiyoruz.
Bu tartışma, Recep Tayyip Erdoğan’ın “tek adamlık” heveslerinden kaynağını alıyor.Normal olarak Anayasamız Cumhurbaşkanı’nın görevlerini de, Başbakan’ın yetkilerini de açıkça tanımlıyor.
Demokratik kuralları içine sindirmiş, Anayasa’ya aykırı işlem yapmayı aklından geçirmeyen bir Cumhurbaşkanı ve bir Başbakan arasında neden yetki tartışması olsun?Ama her siyasi yorumcu ve siyasetçi kabul ediyor ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olursa, böyle bir tartışma çıkacak, siyasi krizler yaşayacağız.
Bunu engellemenin bir tek yolu var, Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa, yerine gelecek Başbakan’ın silik bir siyasi kişiliğe sahip olması.
O zaman da tabii “Abdullah Gül bu genç yaşında emekli mi olacak” sorusu gündeme geliyor.

Yazının Devamını Oku

Pamir ile birlikte insanlık da boğuldu

7 Nisan 2014
ZEKERİYAKÖY’de kaybolan Pamir’in kısacık yaşam öyküsü, insanlık meselesinde içimizden bazılarının nasıl bir çamur içinde debelendiğini gösteren bir ayna oldu.

Bölünmüşlüğümüzün minicik bir bebeğin talihsiz bedeni üzerinde tepinmeyle sonuçlanmış olması ne kadar acı.
Bizleri birleştirmesi gereken bir acıdan, yıllarca silinmeyecek bir utanç çıkarmayı başardınız, hepinize bravo!Komplo teorilerine, takım tutar gibi siyaset yapmaya o kadar meraklıymışız ki insani değerlerimizi bile kaybetmişiz.
Pamir’in kaybolduğunun öğrenilmesinden sonra, bugüne kadar görülmemiş bir seferberlik yaşandı. Sosyal medya aracılığıyla organize olan insanlar, aramalara katıldılar.
Kalplerinde hiç tanımadıkları bir çocuğun sevgisi vardı, ama bilmiyorlardı ki Türkiye artık “Yeni Türkiye”.Eski insani değerlerini unutmuş, siyasi hesaplar uğruna değerleri darmadağın edilmiş bir “Yeni Türkiye”!Küçücük bir çocuğun hayatını kaybetmiş olması belli ki nasırlaşmış kalplerinde hiçbir etki bırakmıyor.
Başbakan’ın “insanları kamplaştır, koltuğunu garantile” politikasının kurbanı olmuş zavallılar...
Bir çocuğu canlı olarak kurtarabilme ümidiyle insanların sosyal medyada seferber olmasını bile çekemediler.
Kırılası parmaklarıyla zehirlerini kustular.

Yazının Devamını Oku

Aşkın ‘nefeslenmeye’ ihtiyacı vardır

5 Nisan 2014
FİLM oyuncusu Gwyneth Paltrow ile Coldplay grubunun solisti Chris Martin, 10 yıllık birlikteliklerinin ardından ayrıldıklarını duyurdular. Şaşılacak bir durum değil tabii.

Her gün binlerce çift evleniyor, binlercesi boşanıyor. Chris Martin, hayatta en çok kıskandığım insanlardan biriydi. Böylece, bu haberle, aramızdaki -tabii onun bundan hiç haberi yoktu- düşmanlığa da son veriyorum! Kıskançlığımın nedeni benden daha iyi şarkı söylüyor olması değildi elbette. Gwyneth’i kıskanıyordum, onun da bu durumdan haberi yoktu tabii.
Film filan seyrederken onu çok beğendiğimi söylediğimde birçok arkadaşım “bu kadında ne bulduğumu” merak ediyor. Sinemanın onca güzel kadını arasında sıralamanın sonlarında kendisine bir yeri ancak bulabileceğini söylüyorlar.
Benim için öyle değil.
41 yaşına gelmiş olmanın bir kadına katacağı ekstra güzelliğin de belli ki farkında değiller. O “cool” havasını seviyorum. Üstünden başından markaların fırlayıp gözümüzün içine girmemesini beğeniyorum. Kuşkusuz ki gidip Beşiktaş Pazarı’ndan ihraç fazlası tişörtler alıp giymiyor, bu işe onun da çok para harcadığına kuşkum yok. Ama o çok incelmiş bir zevkin sonucu olan kılıkları içinde, “sarı saçlarını gönlüme bağlıyor ki çözülmüyor”!“Mihriban” türküsüne bayılıyor olmamın nedeni sayılması lazım gelenlerden biri de o, ne yapayım?
İki çocuk sahibi olan çift ayrılıklarını şöyle duyurdular: “Hüzün dolu kalplerle ayrılmaya karar verdik. Bir yıldan uzun bir süredir birlikte kalarak ya da ayrılarak nasıl yapabileceğimizi görmek için çalıştık ve birbirimizi çok severken ayrılık sonucuna vardık.” Bunu yazarlarken Chris Martin içinden o meşhur şarkısını (Viva la Vida) söylüyor muydu acaba: “I used to rule the world / Seas would rise when I gave the word / Now in the morning I sweep alone / Sweep the streets i used to own.” (Eskiden dünyayı yönetirdim / Emir verdiğimde denizler yükselirdi / Şimdi sabah yalnız süpürüyorum / Süpürüyorum eskiden sahip olduğum sokakları.)Birisini seviyor ve şu ya da bu nedenle ayrılmak zorunda kalıyorsanız, hissedeceğiniz tek şey muazzam bir boşluk ve yalnızlık duygusudur. Kendinizi dünyanın sahibi zannediyorken bir anda sokakları tek başına süpüren birisine dönüştüğünüzü hissedersiniz.Türk olmadığı için elbette Müslüm Gürses’ten “Bu sabah yalnız uyandım / sensiz olmaz, sensiz olmaz”ı dinleyip efkârlanmamıştır ama aynı duyguyu hissettiğine hiç kuşkum yok.
“Gwyneth artık bana kaldı” diye sevinirken, ilginç bir kitap da tam bu haberin üzerine geldi. “Hüzün dolu kalplerle ayrılmaya karar verdiklerini” söylediklerine göre hâlâ birbirlerine âşık olmalılar. Ama yine de ayrılmaya karar vermişler.
Acaba doğru mu yapmışlar? Yanıtını Wilhelm Schmid veriyor.“Aşk - Neden bu kadar zordur ve yine de nasıl mümkün olur” isimli kitabında aşkın “nefeslenmeye” ihtiyacı olduğunu söylüyor. (Çeviren: Tanıl Bora, İletişim Yayınları.)

Yazının Devamını Oku

Hukuka veda, faşizme merhaba

4 Nisan 2014
ANAYASA Mahkemesi, üç ayrı başvuru ile ilgili olarak Twitter yasağının kaldırılmasına karar verdi.

Karar çarşamba günü akşamüstü alındı, Resmi Gazete’de yayımlandı, gereğinin yapılması için Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) gönderildi.
Normal bir hukuk devletinde mahkemenin bu kararının, tebliğ edildiği anda uygulanması gerekirdi ama dün bu yazıyı yazdığım saate kadar “tık” yoktu.
Anayasa Mahkemesi’nin kararından önce verilmiş bir İdare Mahkemesi kararı da vardı, o da verildiği günden beri TİB Başkanı’nın odasında, bir sumenin altında bekliyordu.
TİB Başkanı mahkeme kararlarını “sallamıyor” çünkü seçimden hemen önce bunun hazırlığını da yapmışlardı.
TİB Başkanı’nın işlediği bu suç nedeniyle yargılanabilmesi Başbakan’ın iznine bağlı ve o izin vermediği sürece yargılanabilmesi de mümkün değil.Zaten kendisine de öyle bir İçişleri Bakanı seçti ki adam “Yapacağın suç olsa da korkma, arkasından kanun çıkarırız” diyebilecek bir zihniyete sahip!
Kararın uygulanmaması, bir hukuk devletinde kabul edilebilecek bir durum değildir.
Ama artık “hukuk devleti” ilkesine de veda ettiğimiz ortaya çıkıyor.Belli ki Anayasa askıya alınmış, keyfi şekilde uygulanıyor ya da uygulanmıyor.

Yazının Devamını Oku