Paylaş
Bölünmüşlüğümüzün minicik bir bebeğin talihsiz bedeni üzerinde tepinmeyle sonuçlanmış olması ne kadar acı.
Bizleri birleştirmesi gereken bir acıdan, yıllarca silinmeyecek bir utanç çıkarmayı başardınız, hepinize bravo!
Komplo teorilerine, takım tutar gibi siyaset yapmaya o kadar meraklıymışız ki insani değerlerimizi bile kaybetmişiz.
Pamir’in kaybolduğunun öğrenilmesinden sonra, bugüne kadar görülmemiş bir seferberlik yaşandı. Sosyal medya aracılığıyla organize olan insanlar, aramalara katıldılar.
Kalplerinde hiç tanımadıkları bir çocuğun sevgisi vardı, ama bilmiyorlardı ki Türkiye artık “Yeni Türkiye”.
Eski insani değerlerini unutmuş, siyasi hesaplar uğruna değerleri darmadağın edilmiş bir “Yeni Türkiye”!
Küçücük bir çocuğun hayatını kaybetmiş olması belli ki nasırlaşmış kalplerinde hiçbir etki bırakmıyor.
Başbakan’ın “insanları kamplaştır, koltuğunu garantile” politikasının kurbanı olmuş zavallılar...
Bir çocuğu canlı olarak kurtarabilme ümidiyle insanların sosyal medyada seferber olmasını bile çekemediler.
Kırılası parmaklarıyla zehirlerini kustular.
Ne çocuğun babasının “Gezici” olduğu kaldı, ne “muhalifliği”...
İnsanların iyi niyetli çabaları “İkinci Gezi planlanıyor, kurnaz senaryo” çığlıklarıyla karşılandı.
İçlerinde hiç bitmeyen bir nefrete, dini bile alet etmeye çekinmediler. 3.5 yaşındaki bir çocuğun Alevi mi, Sünni mi olduğunu bile sorguladılar.
Sözde hepsi inanmış insanlar, bakarsanız günde beş kere namaz da kılıyorlardır.
Tek dileğim var, bu yaptığınız ahlaksızlığın acısı çocuklarınızdan çıkmasın!
Daha önce de böyle mi düşünüyordu?
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, dün Radikal’de yayımlanan söyleşisinde önümüzdeki cumhurbaşkanı seçiminden kaynaklanabilecek bir “rejim sorununa” dikkat çekti.
Çiçek, “Bugünkü sistem GDO’su bozuk bir demokrasi oyunu sahneye koyuyor. Böyle bir sistemin dünyada örneği yok. Cumhurbaşkanı halk tarafından hem de ikinci kez seçilebilecek. Yetkili ama hiçbir sorumluluğu olmayan bir cumhurbaşkanı. Buna karşın halkın seçtiği, parlamentonun çoğunluğunu almış bir başbakan olacak. Yetkili ve sorumsuz bir cumhurbaşkanı ile etkili bir başbakan arasındaki ilişki nasıl olacak? Cumhurbaşkanı ile yargı-yasama ilişkileri nasıl tanzim edilecek? Bu ilişkiler ileri demokrasilere uygun sağlıklı ilişki değildir. Ciddi problemleri bünyesinde taşır” diyor.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine yönelik Anayasa değişikliği, Anayasa Mahkemesi’nin son derece saçma “367” kararından kaynaklandı. O vakit bunun yanlış bir çözüm olduğuna dikkat çekmiştim. Nitekim, bizim o günlerde söylediklerimizi, AKP yetkilileri şimdi tekrarlıyorlar.
Bu Anayasa değişikliği ile ilgili referandum 21 Ekim 2007 tarihinde yapıldı.
Cemil Çiçek de aynı yıl yapılan genel seçimlere kadar Adalet Bakanlığı görevindeydi.
Merak ettim, bugün işaret ettiği sakıncaları o günlerde Başbakan’a söylemiş miydi?
Cumhurbaşkanı adayı olacağı o günlerde az çok tahmin edilen Abdullah Gül’ü uyarmış mıydı?
Bugün söylediği “İlkelerde anlaşmamız lazım. Çift başlılık sorunu yaşanmaması gerekir. Bizim kurumsal kavgayla kaybedecek vaktimiz yok. Devletimizi, değerlerimizi yıpratırız, enerjimizi hiçe harcamış oluruz” sözlerini, o vakit hükümet toplantısında ya da partisinin grup toplantısında dile getirmiş miydi?
“Demokrasimizin genetiğini bozarız, yapmayalım” demiş miydi?
Çiçek gibi tecrübeli bir siyasetçinin ve hukukçunun o tarihte de bugün söylediği gibi düşünüp düşünmediğini gerçekten merak ediyorum.
Önemli bir fırsat kaçırıldı
HÜKÜMET ile “paralel yapı” el ele vermiş, polisi ve yargıyı yönetir ve torba davalarla her türlü muhalefeti sindirmeye çalışırken şu eleştiriyi sıkça yazmıştım: Polis fezlekesi, savcılık iddianamesi oluyor, savcılığın iddianamesi mahkemenin kararına dönüşüyor.
Nitekim Ergenekon davasının gerekçeli kararı, bu gerçeği bir kez daha gözümüzün içine soktu.
Gerekçeli karar tam 16 bin 798 sayfa.
Mahkeme heyetinin bu uzunlukta bir kararı oturup yazabilmiş olması, bilgisayarlardaki “kes-yapıştır” olanağının varlığından kaynaklanıyor.
İddianamenin ilgili bölümleri kesilmiş, mahkeme kararı olarak sayfalara yeniden yapıştırılmış.
Mahkemenin mahkûmiyet kararı verdiği sanıklar bu kararı nasıl inceleyecekler, bu kaç aylarını alacak tahmin etmek hiç kolay değil. Aynı zorluk, bazı kararlara itiraz etmek isteyecek savcılar için de geçerli. Mahkeme ilk kararını açıkladığında sorduğumuz sorular, gerekçeli kararla da yanıtlanabilmiş değil.
Sanıkların arasındaki örgütsel ilişkiyi net olarak ortaya koyamıyor, gizli tanık ifadeleri tartışılmaz kanıtlarmış gibi değerlendiriliyor.
Ben hâlâ Doğu Perinçek ile Tuncay Özkan arasında nasıl bir emir-komuta zinciri kurulabildiğini anlamış değilim mesela.
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile Mustafa Balbay arasındaki hiyerarşi nedir?
Bir terör örgütünden söz ediliyor ama hangi sanık kime hangi emri vermiş, o emir nasıl yerine getirilmiş ve terör eylemi organize edilmiş, belli değil.
Mahkeme kararında, Danıştay saldırısını gerçekleştiren sanık ile diğer sanıklar arasında ilişkiyi belgeleyen bir kanıt ele geçirilemediği söyleniyor ama “terör örgütünün” işlediği suçlardan biri de bu. Nasıl olabiliyor?
Bu dava, arkası arkasına eklenen operasyonlar ile muhaliflerin toplandığı bir torba davaya dönüştürüldüğünde, böyle bir örgüt varsa bile onun açığa çıkarılabilmesinin artık mümkün olamayacağını yazmıştım.
Türkiye’nin geçmişindeki siyasi cinayetleri yok sayamayız. Bu cinayetleri gerçekleştiren yapının adı artık her ne ise bu davayla ortaya çıkarılması mümkün olamadı.
Çünkü en başından beri amaç bu örgütü ortaya çıkarıp, gerçek suçluları bulmak değil, muhalefete topyekûn bir gözdağı vermekti.
Geçmişteki karanlık
olayları aydınlatabilme olanağı bu nedenle kaybedildi, önemli
bir fırsat kaçırıldı.
Paylaş