Paylaş
Okumamış olanlar için kıskaca özetleyeyim:
30 Ocak 2014 tarihinde bu köşede “Bu davaya sonunda Yüce Divan bakacak” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Söz konusu yazıda, eski Başbakan Mesut Yılmaz ile eski bakanlardan Güneş Taner’in, 2004 yılında Yüce Divan’a sevk edildikleri olayı hatırlatmıştım.
Yılmaz ve Taner’e atılı olan suç, “Türkbank ihalesine fesat karıştırmak” ve “kendine bağlı bir medya düzeni oluşturma girişimi” idi.
Yılmaz ve Taner’i Yüce Divan’a gönderen TBMM’de çoğunluk da AKP’deydi.
Bunları hatırlatıyor ve rüşvet soruşturması vesilesiyle ortalığa saçılan dinleme kayıtlarındaki konuşmalara dikkat çekiyordum.
Bu yazımı daha önce okumamış okuyucular, www.hurriyet.com.tr adresinde, “yazarlar arşivi” bölümünde bulup okuyabilirler.
Başbakan ve oğlunun avukatı bu yazımla ilgili olarak “tüm yasal haklarımızı hızlı, eksiksiz ve etkin bir şekilde kullanacağız” diyor.
Ben de buradan kendilerine sesleniyorum: “Aman elinizi çabuk tutun!”
Aradan geçen bu zaman içinde söz konusu dinleme kayıtlarının “sahte” olduğuna ilişkin bir bilgi edinmedik.
Söz konusu dinleme kayıtlarının, içimizden bazılarının iddia ettiği gibi “dublaj ve montaj” olduğu kanıtlanmadı.
Belki meydanlarda gaza getirilen halk kandırıldı ama bizler biliyoruz ki o kayıtlar gerçek, o sesler gerçek, o konuşmalar gerçek.
Gerçek olmasaydı, bugüne kadar bin kere kafamıza kakılırdı zaten, bu konuda ellerine kimse su dökemez, bunu biliyoruz.
Onun için bu işi bir an önce bitirelim diyorum.
İlk derece mahkemelerinden korkmalarına gerek yok.
Beni kolayca mahkûm ettirebilecekleri bir savcı ve hâkimi tayin ettirebilirler.
Temyiz davasına bakacak yüksek mahkemeden de korkmasınlar. Orada da “kafasına göre imam bulup ramazanı rahat geçiren Temel gibi, kafalarına göre bir daire” bulabilirler.
Önemli değil, çünkü gerçek hukuk davası ondan sonra başlayacak.
Anayasa Mahkemesi’nde, o da olmadı AİHM’de kazanacağım kesindir.
Tahmin ediyorum yargılamaydı, temyizdi, itirazdı vs. geçecek süre içinde emekli olacak yaşa da gelmiş olurum. Alacağım tazminat, bakarsınız küçük bir yelkenli almama bile yetebilir.
Yalnız çok önemli bir ricam var: Paraları ona buna dağıtıp bitirmesinler, “sıfırlayıp” tüketmesinler. Bakın işte o zaman çok kızarım!
‘İlave tedbirsiz’ asla yaşayamayız!
BİR hesaba göre 57, bir başka hesaba göre 58 yaşındayım.
Hayatım, yarım özgürlükler ülkesinde geçti yani.
Zaman zaman muhafazakârlar, zaman zaman İslamcılar, zaman zaman milliyetçiler, çok kısa bir süre de olsa sosyal demokratlar kendilerini “tam özgür” olarak hissettiler ama benim gibi insanlar, bunu bile tadamadık.
Bizlerin üye olduğu partilerin faaliyetlerinin yasaklanması, bürolarının basılması, afişlerini asanların vurulması, dövülmesi, karakola çekilmesi hep sıradan bir olay olarak görüldü, hatta çoğu zaman alkışlandı.
Onun için “Yeni Türkiye” de beni hiç şaşırtmıyor.
“Yeni Türkiye”de de özgürlükler “bazıları” için sınırsız, bazıları için sopa kapı arkasında bekliyor.
Seçim kampanyası boyunca ÖDP’nin, TKP’nin büroları polis baskınlarına uğradı, kimse ağzını açıp da “Kardeşim, hani demokratik bir ülkede seçim yapıyorduk” demedi, demek içinden gelmedi.
Bunları geçtim, alışkın olduğum bir durum.
Twitter yasağı, Anayasa Mahkemesi kararıyla kaldırılınca Başbakan kükredi: “Bu milli bir karar değil!”
“Eski Türkiye”de de böyleydi. “Milli menfaatler” dendiği zaman akan sular dururdu.
Biz o “milli menfaat” denen şeyin, bakkal Ahmet ağabeyin anladığı anlamda bir “menfaat”i örtmek için ileri sürüldüğünü bilirdik.
“Menfaat lobisi”, bu konuda o kadar hünerliydi ki halkın bunu kendi “menfaatine” sanmasını sağlamaları işten bile değildi.
Dün baktım, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Anayasa Mahkemesi kararını eleştirirken şöyle söylemiş:
“İlave tedbirler de getireceğiz.”
Bunu okuyunca “Hey gidi günler hey” dedim!
Nostaljiyi sevmem ama, bu AKP’nin icadı “Yeni Türkiye”de, bana “Eski Türkiye”yi hatırlatan, nostaljik bir tat var!
Bunu ilk kez Nihat Erim’den duymuştum, daha çocuk sayılırdım.
Bülent Arınç’tan dün duyunca gözlerim nemlendi.
Düşünün ki Berkant, “Samanyolu”nu yeni çıkarmış. İspanyol paça pantolon giyiyoruz. Selda Bağcan, radyoda canlı yayında İspanyol şarkıları söylüyor.
Üç kelime İtalyanca ezberlemişim ama hava atacak kız bile yok ortada.
Aradan bunca yıl geçmiş, artık “ileri gençlik yaşlarına” gelmişim, bir devlet yetkilisinin ağzından yine aynı sözler kulağımda çınlıyor:
“İlave tedbirler getireceğiz!”
Bir “ilave tedbir” gelirse, bilin ki o “ilavenin” varlığı, sizin özgürlüklerinizden bazılarının “eksilmesi” anlamına gelir.
Basit bir muhasebe ilkesi yani!
Aktifler, pasifler sonunda eşitlenir, “tedbirler”, özgürlüklerinize yazılmış bir borç haline gelir.
“Yeni Türkiye” ile “Eski Türkiye” arasındaki fark, sözlerin çıktığı ağızlardan ibarettir, sözlerin kendisinden değil.
Allah selamet versin Bülent Bey, sağlıkla yaşayın!
Bakalım, benim Nihat Erim’i hatırladığım gibi, 40 yıl sonra sizi de hatırlayacak bir gazeteci çıkacak mı?
Okuyucularıma açıklama:
Bir toplantıya katılmak için bugünden itibaren yurtdışında olacağım. Toplantılar nedeniyle yazı yazabilecek zaman bulabilmem mümkün değil. Pazartesi günü yine bu köşede buluşuruz.
Paylaş