Evet, kuşkusuz ki demokrasinin olmazsa olmaz şartı serbest seçimlerdir ve halkın iradesini seçimler yoluyla koyabilmesi önemlidir, o iradeye saygı duyulur.
Ancak bu seçim sonuçlarına bakınca, demokrasimizin geleceği için endişelenmemek de mümkün değil.Şu anda seçimin galibi olarak görünen iktidar partisine verilen oyların önemli bölümünün Başbakan’ın kişisel karizmasına yönelik olduğunu söylemek mümkün.
Evet, halkın önemli bölümü bu iktidarın yaptığı işlerden memnun olabilir, yolsuzluk iddialarına kulak asmayabilir, muhalefet partilerini yetersiz buluyor olabilir ama bu durum Başbakan’ın kişisel karizması ile de yakından ilgilidir.
Başbakan’ı seviyorlar, kendilerinden buluyorlar ve bu nedenle onun aleyhine olabilecek durumları da kolayca görmezden gelebiliyorlar.
Ve Başbakan bunu başarırken, izlediği politika kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, hatta düşmanlaştırıcı bir politika!Bu yolla kendisini sevenleri kemikleştirebiliyor, karşıt propagandaların o kitlelere ulaşmasını ve etkili olmasını önleyebiliyor.
Bu kitlelerden aldığı güç ile “tek adam” olmak yolunda da hızla ilerliyor.Yargı bağımsızlığıyla, özgür medya ile, evrensel demokrasi ilkeleri ve söz söyleme hürriyeti ile barışık değil, bunları önemsemediğini açıktan söyleyebiliyor. Yasama organını bir parmak işaretiyle harekete geçirebiliyor.
İçeride izlediği “düşmanlar yaratıp onlarla savaşma, kavga etme” politikasını dış politikada da sürdürüyor.
Baba ve oğul arasında geçen ve evdeki paraların “sıfırlanması” talimatının verildiği konuşma!
Paralar yakın akrabaların, eşin dostun evine dağıtılmış, ama yine bitmemiş ve elde 30 milyon Euro daha kalmıştı!
Tempo dergisinin nisan sayısında “Parasını sıfırlamak isteyenler için dev hizmet” başlıklı şahane bir grafik haber yayınlandı.
Mesela 1 milyon dolar para 17 santimetre yüksekliğinde, 30 santimetre eninde bir balya yapıyor ve ağırlığı sadece 10 kilo.
Böyle bir şeyi taşımak da, sıfırlamak da kolay!
Ama 100 milyon dolara çıktığınız anda işler karışıyor.
Bir paletin üzerine bunu yerleştirirseniz 1 metre 75 santim yüksekliğinde bir “paketiniz” oluyor.
Başbakan’ın seçim sonuçlarının belli olmaya başlamasının hemen ardından yaptığı balkon konuşması, neler ile karşılaşacağımızı gösteriyor.
Başbakan halkı kutuplaştırarak, kendi tabanını konsolide etme politikası tutmuş görünüyor.Ve önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi ile gelecek yıl yapılacak genel seçime kadar sürenin artık azalmış olması, bu politikanın sürdürülmesini Başbakan için anlamlı kılıyor.Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı gösterileri ile başlayan süreci bu amaçla kullanmış, başarılı olduğunu anketlerle görmüştü.
Bu kez yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasını hem mağduriyet için hem de kutuplaştırma siyasetinin bir unsuru olarak kullandı ve başarılı da oldu. Aynı zamanda bir taş ile iki kuş vurmuş da oldu.
Böylece yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasından da kurtulmuş, kendi seçmeninin yolsuzlukların yapılabileceğine ilişkin onayını da almış bulunuyor.
Başbakan’ın önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimine kadar izleyeceği ötekileştirme politikalarının hangi eksenlerde gelişebileceğinin ipuçları da balkon konuşmasında var.
Bir yandan cemaat, diğer yandan Suriye, öteki taraftan en başından beri hazzetmediği özgür medya, bu düşmanlık siyasetinden nasibini alacak.
Seçimden önce en çok merak edilen konulardan biri de kuşkusuz ki Fethullah Gülen cemaatinin nasıl bir oy potansiyeline sahip olduğuydu.
Ve sonucunu da bir önceki genel seçime benzer oy oranlarıyla almış bulunuyoruz.
Çıkan tabloya bakıp elbette “O kazandı, bu kaybetti” diye sevinenler olacaktır ama kazananın da kaybedenin de ürkmesi gereken bir tablo ile karşı karşıyayız.
Kimsenin kimseye saygı duymadığı, hatta çoğu zaman varlığına bile tahammül edemediği bir bölünmüş ülke!Başbakan ve iktidar partisi izlediği seçim stratejisiyle bu açıdan başarılı, buna hiç kuşku yok.
Muhalefet ise deyim yerindeyse iktidarın estirdiği rüzgârın önünde savrulmak ve Başbakan’a laf yetiştirmekle uğraştığı için seçimi bir kez daha kaybetmiş bulunuyor.
Bir kez daha ortaya çıkıyor ki, aynı politikaları izleyerek, aynı sözleri söyleyerek muhalefetin alabileceği oy işte bu kadar!Yeni şeyler söylemeleri, yeni politikalar ortaya koymaları gerekiyor ki kaç seçimdir takılıp kaldıkları oy oranlarının üzerine çıkabilsinler.
Bu seçim Devlet Bahçeli’nin kaybettiği kaçıncı seçim, sayısını hatırlamak zor!
Kemal Kılıçdaroğlu da Anayasa referandumunu bir kenara bırakacak olursak, ikinci kez kaybediyor.
Oyumu kullanırken “Sayımız belli olsun” diye düşündüm. Benim gibi, yerleşik ana akım siyasi partilere mesafeli, bize sunulanlardan çok daha farklı çözümlerin olabileceğini düşünen insanların da bu toplumda var olduğu bilinsin istedim.
Yarın bir kez daha sandık başına gideceğiz ve siyasi tercihlerimize göre oylarımızı kullanacağız.
Bundan önceki seçimlerde hep şöyle düşünmüştüm: Halk seçimini yaptı, ona saygılı olmak gerekir.
Doğal olarak bu seçimin sonuçlarına da saygı göstereceğim.Ama bu kez, bu seçimlerin ardından ülkeye bir huzur ve sükûnet havasının hâkim olabileceğine de –ne kadar istesem de– inanamıyorum.
Başta iktidar partisi ve Başbakan’ın çabaları nedeniyle öyle derin bir bölünme yaşıyoruz ki seçim sonuçları bunu tescil etmekten başka bir işe yaramayacak.Araştırmalara göre seçimin galibi olacağı görülen Başbakan’ın yeni bir balkon konuşmasına da artık herkesin karnı tok gibi görünüyor.
Çünkü seçimden sonra bizi bekleyen tek şey, bugünkü iktidarın otoriterleşme eğiliminin daha da azgınlaşmasından başka bir şey olmayacak.
Seçim kampanyası süresince iktidar partisinin sözcülerinin ve Başbakan’ın söyledikleri bana bunu düşündürüyor.
Son kayıtta yer alan seslerin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’e ait olduğu ileri sürülüyor.
Yayınlanan ses kaydında söylenen sözlere girmeyeceğim. Zaten bunu merak edenlerin hepsi dün internette kaydı dinledi, bazı haber sitelerinde kaydın çözülüp yazılı hale getirilmişi bile yayımlandı.
Sadece kısa bir özet yapayım: Suriye ile savaşa girmek için Süleyman Şah Türbesi’nin bir gerekçe olarak kullanılması, “gerekirse Türkiye’ye doğru 8 füze attırıp” müdahale için ortam yaratılması konuşuluyor.
Bu ses kaydı gerçek ise söylenecek şeyler belli:
Bir kere, böyle önemli bir toplantıyı bile yeteri kadar güvenlik önlemi almadan yapabiliyorlar.Dinleyen artık her kimse böyle bir heyetin, böyle bir toplantıyı hiçbir önlem almadan yapmalarına da mutlaka şaşırmıştır.
Öte yandan bu kaydı kim yaptı bilemiyoruz: Cemaat mi, Suriye muhaberatı mı, başka bir ülkenin gizli servisi mi?
Kaydı kim yapmış olursa olsun, ulusal güvenliğimize karşı açık bir saldırı olarak niteleyebiliriz.
Kasetleri yayanları (yani ismini vermeyerek Fethullah Gülen cemaatini) “fitneci, vicdansız, iftiracı, ahlaksız” olarak niteledi.
“İslam’ı dünyevi bir güç devşirme adına istismar edenlerin elim akıbetleri tarih boyunca görüldü. Bu dünyevileştirici popüler kültür toplumsal barışı tehdit ediyor, din ve dindarlık algısını zedeliyor” dedi.
Böylece Diyanet İşleri Başkanı da “hükümet–cemaat” savaşında cephesini seçtiğini vurguluyor, cemaati İslam dışına çıkmakla suçluyor.
Niye bu kadar bekledi anlayamadım ama bu kavgada araya girme niyetim de yok. Çünkü sonunda ikisi günün birinde yine birleşip yumruğu gözümün üstüne patlatabilirler, ben uzak duruyorum.
Ama şunu da merak etmiyor değilim!
“İslam’ı dünyevi bir güç devşirme adına istismar edenler” yalnızca cemaatçiler mi?
Siyaset yaparken İslami söylemden vazgeçmeyen ama bir yandan da cebini dolduranlar bu tarifte nerede yer alıyorlar?
Benim bu yazıyı yazdığım saate kadar da herhangi bir gelişme olmamıştı.
Olmasına da gerek var mıydı? Hiç zannetmiyorum, böyle bir gereklilik yoktu.
17 Aralık’tan bu yana internette yayınlanan ses kayıtları, görevden alınan savcıların yazdığı fezlekeler normal bir memlekette zaten kolayca rastlanamayacak durumları gözlerimizin önüne sermişti.Bakanların aldığı rüşvetler ortadaydı.
Birilerini TC vatandaşı yapmak için, karışık işleri olan işadamlarını takip eden polislerin görev yerlerini değiştirmek için alınan paralar!
O paralara hukuki kılıf yaratmak için bakan çocuklarının “danışmanlık ücreti alıyormuş gibi yapmaları”!
Evlerde ayakkabı kutularına, boyum büyüklüğündeki kasalara istiflenmiş paralar.
Çikolata tepsisine, elbise torbalarına doldurulup bakanlara gönderilen paralar.