Güzel, genç kadınlar ve yakışıklı, genç erkekler. Giyimlerine özenmişler, saçları, başları zımba!
Böyle çiftleri gördüğümde birbirlerine yakıştıklarını düşünüyorum.
Hepsi için bu genellemeyi yapamam ama bir süre sonra fark ediyorum ki ilgileri sadece birbirlerine dönük değil.
Bir yandan da yan gözle sağı solu kesmeye devam ediyorlar. Genellikle de erkeklerin bu durumda olduklarını söyleyebilirim. Ya da kadınlar daha hesaplı oldukları için aynı şeyi yapıyorlar belki ama en azından bana çaktırmıyorlar diye düşünüyorum.
Elindeki ile yetinememek gibi bir durum bu.
Sanki dışarıda hep daha iyi birisi var ve onu ellerinden kaçıracaklarmış gibi bir ruh durumu.
Bunun biraz da bize özgü olduğunu düşünüyordum. Kadın–erkek ilişkilerinde genetik olarak tam olgunlaşamamış bir toplumun eseridir diye varsayıyordum.
Suçları “casusluk”!
Savcılık açıklamasında şöyle deniliyor:
“Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçundan 15 yıldan 20 yıla kadar hapis talebi ile; ve ‘Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla açıklama’ suçundan müebbet hapis cezası istemi ile Adana 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açılmıştır.”
Böylece tek suçu, o sırada Adana Jandarma Alay Komutanlığı’nda askerlik yapmak ve kendisine verilen emirlere uymak olan gariban askerlerin de “casusluk” yaptığını öğrenmiş oluyoruz.Her Türk erkeği askerlik anılarını anlata anlata bitiremez, belli ki bu erlerinki hiç bitmeyecek!
“Casusluk” dediğimiz meslekte öğrendiğiniz bir bilgiyi, bundan yarar sağlayacak bir üçüncü kişiye vermeniz (ya da satmanız) gerekir.Savcılığın açıklamasından bunu anlayamıyoruz ama.
Bu bilgi kime satılmış (ya da verilmiş) bilemiyoruz.
Savcılığın da bildiğini, bunu kanıtlayabileceğini tahmin etmiyorum, çünkü bu konuda elinde bir bilgi olsaydı, açıklamada onu da belirtirdi.
Konuşulan konuyla ne ilgisi olduğunu tam olarak çözebilmiş değilim ama CHP’nin geçmişte camileri ahır yaptığını, Arapça ezanı Türkçe okuttuğunu, mütedeyyin insanlara öcü muamelesi filan yaptığını söyledi.
Ebru Gündeş’in “vatansever bir sanatçı” olduğunu söylemekle kalmadı, aynı zamanda “Tutmayın beni, gidip kırayım şunların ağzını burnunu” havasındaydı da!
Din, kitap meselelerine bu kadar girmesini “bakara-makara” ve “Google’dan bir ayet seçip sallıyorum” sözlerinin ifşa edilmiş olmasına bağladım.
Böylece demek istiyor ki “Bakmayın siz o tapelere, ben aslında çok dindar bir insanım”.Bilemeyiz tabii, Allah bilir, bu konuyla ilgili hesap sormak bize düşmez.
Öteki konulara ise hiç girmedi.
Mesela bir ayakkabı kutusu içinde kendisine ofiste elden Reza Zarrab tarafından teslim edildiği iddia edilen 500 bin dolar konusuna girmedi.Zarrab’ı tanıyorsunuz, Ebru Gündeş’in eşi ve memlekete “Orospuyla memurun bahşişini peşin vereceksin” atasözünü bir kez daha hatırlatan adam!
Ses kayıtlarına göre Zarrab, Bağış’ı arıyor, bakan da 4-6 arası uygun olduğunu söylüyor.
Hatırlayacaksınız, operasyonun yapıldığının ertesi günü de aynı açıklamayı yapmıştı.
O miktardaki nakit işlemlerin banka aracılığı ile yapılması yasal bir zorunluluk ama hadi onu es geçelim. Hangi ev için protokol yapılmıştı? Protokol nerede? Bakanın oğlu alıcı mıydı, satıcı mıydı?
Bu soruları da aslına bakarsanız sormayabiliriz.
Çünkü evde arama yapıldığı sırada bakan ile oğlu arasında geçen bir telefon konuşması ile ilgili kayıt var.
Muammer Güler, oğlunun evine yapılan polis baskını sırasında oğluyla konuşurken şu soruyu soruyor: “Evde ne var?”“Bir şey yok baba” yanıtını alınca soruyu daha açık sormak ihtiyacını hissediyor: “Kaç para?”Oğlan “Sen biliyorsun” deyince tekrar soruyor: “Kaç lira oğlum?”Sonunda “1 trilyon lira” olduğunu öğrenebiliyor.
Konuşmanın gelişme şeklinden de anlaşılıyor ki Bakan Güler, oğlunun evinden hatırı sayılır bir para çıkacağını biliyordu.
Zaten o eve gitmemiş olması, boyum büyüklüğündeki yedi çelik para kasasını görmemiş olması mümkün müydü?
Oysa Milli Güvenlik Kurulu toplantısının yapıldığı günden beri AKP medyası ısrarla bunu yazıyordu.
YAŞ kararları alınacağını, disiplin kurulunun çalıştırılacağını hep onların haberlerinden öğrendik.
Demek ki palavra sıkıyorlarmış!
Neden böyle yapıyorlar diye düşününce aklıma sadece bir “algı operasyonu” olasılığı geliyor.
Bir yandan da devletin neredeyse tüm kurumlarında her gün bir operasyon yapılıyor. Çoğunluğu üst düzey görevlerde olan bürokratlar görevden alınıyorlar. Haberlerin sunuluş biçiminden anlıyoruz ki görevden alınanlar “darbeci paralel yapının” birer mensubuymuşlar.
Görevden alınanların sayısına bakacak olursak gerçekten bir “ordu” insandan söz ediliyor.
Peki bu kişiler o görevlere nasıl geldiler, bunu haberlerden anlamamız mümkün olamıyor.
Çok şaşırtıcı bir sonuç olmamakla birlikte savcının takipsizlik kararı verirken vurguladığı hususlara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Türkiye’de birçok hukuksuzluğun başı ve sonu olan bir konuyla ilgili olarak savcılığın yaptığı yorum, şunlara vurgu yapıyor:
3 aylık dinleme-teknik takip kararı gerekli özen gösterilmeden, varsayıma dayalı bir örgüt oluşturulmak suretiyle alınmış, bütün soruşturma, başlangıçta hukuki olmaktan uzak bu karar üzerine inşa edilmiştir. Bu nedenle öncelikle elde edilen delillerin hukuka uygun olup olmadığı tartışması da zorunlu hale gelmiştir.
Önleme dinlemesiyle adli amaçlı dinlemeyi birbirinden ayırmak gerekir. Önleme dinlemesinde elde edilen deliller, ceza soruşturması ve kovuşturmasında delil olarak kullanılamaz. Dinleme yoluyla elde edilen bulguların kullanılmasında sınırı çok genişletmemek, bu hürriyetin özüne dokunmamak, kötüye kullanımın önünü kesmek gereğini kabul etmek zorundayız.
Savcılığın bu yorumunun tam tersine yapılan uygulamalar ile birçok insan hapislerde süründürüldü.
Aziz Yıldırım’ın mahkûm edilebilmesi, bazı kişilerin Ergenekon davası sanıklarının arasına sokulması, birçok genç öğrencinin pankart açtıkları için senelerce tutuklu yargılanması hep bu uygulamalar nedeniyle mümkün olabildi.Dileyelim ki bu yorum, sadece bu soruşturmadaki kişilerin siyasi kimliklerinden kaynaklanmasın.
Ülkedeki genel bir hukuksuzluğun ortadan kaldırılmasında bir adım olsun.
Aslına bakarsanız, onu sinirlendirmek için özel bir çaba göstermek de gerekmiyor.
Herhangi bir nedenle kızabilir, sinirlenebilir, azarlayabilir.
Biz buna alışkınız tabii ama “diplomatik nezaket” diye de bir şey var, misafir ettiğiniz bir yabancı devlet yöneticisini çocuk gibi azarlamak, iyi bir terbiye göstergesi sayılmaz.
Başbakan, elbette misafir Cumhurbaşkanı’nın her söylediğine katılmak, her dediğine başını sallamak durumunda değildir.
Katılmadığı sözlerine yanıt vermek de hakkıdır, normaldir. Anormal olan bu yanıtı verirken takındığı tavır, kullandığı üslup!Bunu da özellikle yapıyor, çünkü AKP seçmeninin bu tür dayılanmalardan hoşlandığının, bunun kendisi için yararlı olduğunun farkında.
Evinde, kahvede Başbakan’ın, Alman Cumhurbaşkanı’na verip veriştirdiğini dinleyen ortalama AKP seçmeni “Helal olsun, verdi ağzının payını” diyordur, buna kuşku yok.
Onun için de Başbakan, tabiatı gereği zaten kullanmakta hiç zorlanmadığı bu üslupla konuşuyor.
Bunu ilk kez söylemiyor, kendinden emin.
Son yerel seçimlerdeki sonuçlara bakarak bu düşünceye ulaşmış da değil elbette.
Her şey AKP adayının seçimi kazanması için ayarlanmış durumda ve karşısına kim çıkarsa çıksın, AKP adayı bu seçimi kazanır.Bu işin sırrı seçim kampanyasının finansmanında ve adayların kendilerini halka anlatabilme olanaklarında yatıyor.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmak için ya 20 milletvekilinin ya da son seçimlerde yüzde 10 oy almış bir partinin sizi aday göstermesi gerek.
Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı partisiz olmak durumunda.
Gerçi Anayasa’yı artık takan kimse kalmadı ama seçim ile ilgili kanun adaylığı kesinleşen kamu görevlilerinin görevlerini bırakmasını zorunlu kıldığına göre, parti üyesi adayların da, bir parti tarafından aday gösterilseler bile partilerinden ayrılmaları, seçimde de parti işareti vs. kullanmamaları gerekir.
Anayasa’nın ruhu da, lafzı da bunu gerektiriyor.