Ne zaman kuşlar uçtu kervanlar geçmeye başladı sanki tüm felaketler de uykusundan uyandı...
Güne uyanmaya korkuyoruz...
Sel, savaş, yangın, deprem, terör, göç, yoksulluk, işsizlik, intihar, katliam, trafik kazaları, virüs ya da ekonomik kriz haberleriyle içimiz yanıyor, kararıyor...
Ve de karartılıyor...
Anlıyoruz ki, dünyada rahatlık yok...
Ve de huzur...
*
Bir kaza haberiyle güne uyanıyoruz...
Elbette, dünyanın her yerinde büyük yangınlar var...
Muhalefet partilerin siyasi söylemlerini ve iktidarı suçlamasını bir yana bırakıp halkımızın feryadını, acısını, sitemini iyi okumak lazım...
Yaşanan olaylara çoğu zaman üçüncü bir gözle bakmak gerekiyor...
Böyle bakmayı başaramazsak hiçbir olayı, krizi, sorunu ve yangını çözemeyiz...
Üçüncü bir gözle bakmayı başarabilirsek büyük kalabalıkların öfkesinin nedenini de öğrenmiş oluruz...
Ve öfkesini de dindirmiş olabiliriz...
*
Halk iktidara
Kimlerin sorumsuzluğu ya da yetersizliği, tedbirsizliği, duyarsızlığı yüzünden yaşandı bu yangınlar, hâlâ bilmiyoruz...
Lakin, son bir aydan beri dünyanın her yeri yanıyor...
Dünya yangın yerine dönmüş sanki...
ABD’nin Kaliforniya ve birçok eyaletinde başlayan yangınlar aylardır söndürülemiyor...
772 kilometrelik ormanlık alan küle dönüşmüş durumda...
*
Rusya’nın Sibirya ve Yakutistan bölgesinde son bir aydan beri aralıklarla devam eden yangınlarda 1,5 milyon hektarlık ormanlık alan yandı...
İtalya, Yunanistan, Lübnan, İspanya ve Afrika yanıyor...
Her geçen gün memleketi biraz daha ‘bir başkaya çevirebilmek’ ve yaşanılır olmaktan çıkartabilmek için ne gerekiyorsa yapmaktan hiç çekinmiyoruz. Ve seyircisi olup, çıkıyoruz.
Yıllardan beri çevre ve küresel ısınmaya doğru gidilen tehlikeli süreci ve dünyadaki gelişmeleri, bizleri bekleyen felaketleri yazıyoruz. Büyük kalabalıkların siyasetin günlük kavgalarından birazcık da olsa başını kaldırması gerektiğini
ve üzerinde yaşadığı toprağı, ormanları, havayı ve suyu kirletip tüketerek memleketleri cehenneme çevirenlerin kazanma alışkanlıklarının artık sona erdirilmesini de.
Anlatamıyoruz galiba...
Bikinisiyle sahilleri sallayan, nefesleri kesen çıplakların haberlerinden bir adım öteye geçemedik.
Tilkinin bestelediği 40 türkünün 39’unun tavşan üzerine söylediği gibi ya iktidar propagandisti ya da kronik muhaliflerin çıkardığı gürültülerinin önüne geçemiyoruz.
Deprem olunca depremi, sel olunca seli, göç yüzünden sınır kapılarımıza dayanan milyonlarca insanı ekranlarda görünce demografik yapı tehlikesini, yangınlar çıkınca ağaçları, hayvanları, denizleri, dağları, nehirleri aklımıza getirmeden bıkıp, usanmadık...
Siyaset ve spor arasında denizin dalgaları gibi gidip gelen büyük kalabalıkların sorumsuzluklarını gördükçe boşuna yırtındığımızı da fark ediyoruz. Yine de suyun nasıl kirletildiğini, çevrenin nasıl katledildiğini, ormanların nasıl yakıldığını, şehirlerin nasıl betonlaştırıldığını, ağaçsız ve parksız nasıl bırakıldığını yazmaya devam ediyoruz.
Eşzamanlı bu yangınların çıkış nedeni henüz net bilinmiyor.
Yetkililer terör şüphesini kesinleştirmeden bir şey demek istemiyor...
Yani sıcaklardan diyor...
Birileri de sosyal medyada PKK terörü diyor....
Daha da ötesi ‘Parmaksız Zeki’ kod adıyla bilinen PKK’lı terörist Şemdin Sakık’ın geçmişte yaptığı bir açıklamayı paylaşıyor...
Bizi “Ağaçsız bir ülke”ye çevirmeye çalıştıklarını biliyoruz...
Bu yüzden bunun bir tesadüf olduğuna da kimse inanmıyor.
Haliyle yaşanan bu belirsizlik yüzünden insanlar sosyal medyada sürekli birbiriyle savaşıyor.
Beyoğlu’nun arka sokaklarında yönetmen Memduh Ün’ün film şirketinde Kartal Tibet ile buluşmuştuk...
Türk sinemasında sansür üzerine yaptığımız röportajda demişti ki:
“Biz devletten tek şey istiyoruz... Gazetelerin yayınladığı haberleri film çekmemize izin versin.”
*
Tibet “Amerika sineması bunu yapıyor ama aynı rahatlık bizde yok...” diye sitem etmiş ve hiç unutmadığım bir şey söylemişti:
“Ya bizde? Herkes kahraman olmak zorunda...”
*
Söylediklerine destekleyici örnekler veriyordu...
Kıbrıs...
Rumların yaptıklarını ve insanlık dışı olaylarını anlatmak için sadece 1963 yılında yaşanan Şehit İlhanlar’ın hikâyesi dahi yeter.
Kıbrıs’ta görev yapan Elazığlı Dr. Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi Mürvet Hanım’ın üç çocuğuyla birlikte küvette Rumlar’ın EOKA terör örgütünce katledilme fotoğrafı gözlerimizin önünden hâlâ gitmiyor.
Böylesine bir dramın filmini çekemedik, romanını, hikâyesini, şiirini yazamadık.
Ve dünyaya Rumlar’ın vahşetini anlatamadık...
Dağlardaki eşkıyalara sabah akşam türkü yakanlara, eşkıyalarını kahramanlaştıranlara inat olsun diye de yapamadık.
Bizim feryadımız sadece mezara gömene kadar...
Ya sonra?
Ya gördüklerimiz?
Her bayram olduğu gibi yine üzücüydü...
Yürek yakıcıydı...
Bir araya gelemeyişimizdi...
Buluşamamanın hasretiydi...
Yine çocukların Irak’ta, Afganistan ve diğer tüm İslam ülkelerinde hüzünlü oluşuydu...
Ve de annelerin...
Babalar ise yollara düşmüştü...