29 Eylül 2006
MÜMİNLER için af, mağfiret, rahmet, bereket, sosyal dayanışma ve yardımlaşma mevsimi olan ramazan ayına bir kez daha ulaşmış olmanın şükrünü ve mutluluğunu yaşıyoruz. Dini ve kültürel hayatımızda bu ayın çok müstesna bir yeri ve önemi vardır. Çünkü dalalet, atalet ve zulmet bulutlarının kararttığı insanlığın ufkunu, ilim, ahlak ve fazilet nurlarıyla aydınlatmaya başlayan yüce kitabımız Kuran-ı Kerim bu ayda gönderilmeye başlanmıştır. Ramazanın kutsiyetlerinden birisi de budur. Bu mutlu olayı bir bakıma oruç tutarak karşılamış olmaktayız. Bir nevi O’na tazim ve saygı göstermek için bu ibadeti yerine getiriyoruz.
* * *
Kuran-ı Kerim’de aylar 12’ye taksim edilmiştir. "İnne ıddeteş-şuhuri indallahi-Yerleri, gökleri yarattığı günden itibaren ayların sayısı Allah katında 12’dir." Bu 12 ay içerisinde ramazanın ayrıcalığı vardır. Bir rivayete göre Peygamberimiz, "Sizin yaşadığınız şu zaman dilimi içerisinde öyle günler vardır ki, Allah o günlerde birtakım nefhalarda, tecellilerde bulunur. Siz o tecellilere hazır olunuz. Gönlünüzü açık tutunuz" buyurmuştur. İşte biz, inanan müminler olarak o zamanları yakalamaya hazırlıklı olmalıyız.
Bu ayda, iman ile nefsin, iyi duygular ile kötü duyguların mücadelesine sahne olacak olan kalplerimiz, ilahi rahmet ve mağfiret arzusuyla yıkanacak, gönüllerimiz sahurun bereketi, iftarın sevinci, teravih namazlarının huzuru, okunan ve dinlenen Kuran’ın feyzi ile manevi haz ve zevki diğer zamanlardan daha çok tadacaktır.
Ramazan ayı; ferdi ve içtimai hayatımıza yeni bir aksiyon, yeni bir dinamizm ve müstesna bir ruh hali kazandırmaktadır. Bu ayın kazandırdığı manevi disiplin sebebiyle, sosyal hayatımızda düzenli bir huzur ortamı yaşanmakta, diğer zamanlara göre gayri İslami tavırların ve suç işleme oranlarının azaldığı görülmektedir. Bu husus; ilgili ve yetkili kuruluşlarımızın verdiği istatistiki bilgilerle açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ramazan ayının verdiği manevi coşkuyla müminler, hata ve kusurlarına tövbe ederek ibadete yönelmekte, iman dolu kalpleriyle camilere koşarak ibadethaneleri şenlendirmektedirler. Hiçbir maddi farklılık gözetmeden aynı mabette, aynı saflarda omuz omuza teravih ve vakit namazlarını eda etmek suretiyle din kardeşliğini, milli birlik ve beraberlik ruhunu şahlanmaktadır.
Aynı apartmanda, aynı mahallede yaşadıkları halde, bireyselleşme denilen sosyal çözülme sebebiyle birbirlerine ilgisiz kalan insanlarımız arasında, bu ayda yapılan karşılıklı ziyaretler, verilen davet ve ikramlar, zekát, fitre ve diğer sadakalarla yardımlaşma ve dayanışma duyguları gelişmekte, toplum yeni bir dinamizm ve harekete kavuşmaktadır.
Oruca itiraz edenlerin geliştirdiği bir tez var. Diyorlar ki: "Oruç, nefse işkence ve azap etmektir." Bu görüş fevkalade yanlıştır. Çünkü oruç, nefsi yok etmek değildir. İslam dini azap dini değil, rahmet dinidir. Bir kere dinimizde nefsi öldürmek değil, ıslah etmek vardır. Osman bin Ma’zun, Resulullah’ın huzuruna gelir ve "Bana izin ver, tenasül organlarımı keseyim, nefisten kurtulayım" der. Hazreti Peygamberimizin ona verdiği cevap adeta bir tokat gibidir: "Eğer öyle bir şeye teşebbüs edersen, benim dinimle bağını koparmış olursun."
Dünyaya bir imtihan ve mücadele için geldk. İnsan, iç áleminde birbiriyle dövüşen, silah silaha çarpışan iki varlık gibidir. Bir tarafta kötü sıfatlar, diğer tarafta iyi sıfatlar vardır. Kötü sıfatları şeytan temsil eder. Mevláná Celaleddin-i Rumi diyor ki: "Şeytan Müslüman olursa Cibril olur." Yine Peygamberimiz bir sohbetinde buyuruyor ki: "Her insanın bir şeytanı vardır." Soruyorlar kendisine: "Ey Allah’ın Resulü, sizin de şeytanınız var mı?" "Evet" cevabını veriyor ve ilave ediyor: "Ama ben şeytanımı Müslüman ettim."
* * *
İşte, esas olan nefsi Müslüman etmektir. Kuranda orucun hikmeti tek bir cümleyle ifade edilmiştir: "Sakınasınız diye." Bütün manalar bu tek cümlede saklıdır. Günahtan, kötü huydan, Allah’tan başka her şeyden sakınmak, yani takva ehli olmak için oruç tutmak. Bu sakınma sözü, insanın erişeceği en yüksek merhaledir. Bunun içinde sabır, cömertlik, şefkat, merhamet, ilahi emirlere itaat gibi yüksek meziyetler vardır. Oruç vasıtasız bir eğitim, bir ruh disiplini, aynı zamanda iradeyi güçlendirme vasıtasıdır.
Kuran-ı Kerim’in insanlığa gönderildiği bu kutlu zaman diliminde Kuran okurken, hatimler yaparken, okunan mukabeleleri dinlerken, son ilahi vahyin taşıdığı öneme ve ihtiva ettiği mesaja da kulak ve gönül vermeli, Kuran’ın meal ve tefsirlerini de okuyarak ilahi tebliğin anlamını kavramaya çalışmalıyız. Özellikle iftar sofralarını gösteriş ve şatafat yarışı haline getirmeden, her şeyi makulde arayarak ve yaşayarak bu mübarek ayın manevi hazzından ve bereketinden istifade etmeliyiz.
Yazının Devamını Oku 26 Eylül 2006
Uhud Savaşı’nda kadınlar, kendilerine namahrem olan hasta ve yaralı erkeklere hemşirelik görevi yapmışlar. Bu doğru mu? Peygamberimiz bu konuda ne buyurmuş?
Hüseyin DİLBEROĞLU/ TRABZON
Uhud ve diğer savaşlarda kadınların sakalık ve hemşirelik görevi yaptıkları tarihi bir vakadır. Peygamberimiz, bu faaliyete izin vermiştir. Bundan hareketle, günümüzde de hasta bir erkeğe namahrem bir kadının hemşirelik görevi yapmasında dini açıdan bir sakınca bulunmamaktadır.
Sahur ve iftarın fazileti hakkında bilgi verir misiniz?
Berrin BUMİN/ANKARA
Sahurda kalkıp yemek müstehaptır. Peygamberimiz, "Sahurda yemek yiyiniz, çünkü sahur yemeğinde bereket vardır" buyurmuştur. Sahur yemeği, oruca dayanma gücü verir. Duaların kabul edildiği vakitlerden biri de sahur zamanıdır. Oruçlu sahura kalktığı zaman, dilekleri için dua etmeli ve Allah’tan günahlarının bağışlanmasını istemelidir. Oruç ibadetini tamamlayıp iftar vaktine yetişen kimse, bundan büyük bir mutluluk ve sevinç duyar. Tuttuğu orucun mükáfatını almak üzere, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna vardığı zaman en büyük sevinci tadacaktır. Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Oruçlunun iki sevinci vardır: Biri iftar ettiği vakit, diğeri de Allah’a kavuştuğu zamandır." İftar vakti yapılan dualar kabul edilir. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: "Üç kimsenin duası geri çevrilmez, kabul edilir: Oruçlunun iftar vaktindeki duası, adaletli hükümdarın duası, mazlumun duası."
Kuran-ı Kerim’in Nebe Suresi 31/34’te "Doğrusu Allah’a karşı gelmekten sakınanlara kurtuluş, bahçeler, bağlar, göğüsleri tomurcuklaşmış yaşıt kızlar ve dolu kadehler vardır" demekle ne kastediliyor? Kuran’ın İngilizce tercümelerinden birisini okudum, bu kısımlara rastlamadım. Eksik çevrilmiş. Acaba çeviren bunu münasebetsiz bulup tercüme etmek mi istememiş?
İlhami İZMİRLİ
Yazının Devamını Oku 25 Eylül 2006
Hayat şartlarından dolayı çalışmak zorundayım. Namaz kılmayı bir türlü öğrenemedim. Acaba CD veya kasetlere bakarak namaz kılabilir miyim?
S.C/ADANA
CD veya kasetlere bakarak namaz kılmayı öğrenebilirsiniz. Bu bir eğitim faaliyeti olur, ibadet yerine geçmez. Onlara bakarak namaz kılınamaz. Bu şekilde öğrenmeye devam edin, kılabilecek duruma geldiğinizde de namazınızı kılın.
Ramazan orucu dışında çokça oruç tutanlar var. Kaç çeşit oruç var? Üç aylar orucu diye bir şey var mı?
Necati ILGAZ/BURSA
Beş çeşit oruç vardır.
1. Farz olan oruçlar: Ramazan ayında tutulan oruç. Bu ayda tutulamayan orucu başka günlerde kaza etmek farzdır.
2. Vacip olan oruçlar: Adak oruçları ile bozulan nafile oruçları kaza etmek vaciptir.
3. Sünnet olan oruçlar: Muharrem ayının dokuzuncu gününü onuncu günü ile veya onuncu gününü on birinci günü ile beraber oruç tutmak sünnettir.
4. Müstehap olan oruçlar: Kameri ayların on üç, on dört ve on beşinci günleri ile haftanın pazartesi ve perşembe günleri, ramazandan sonra şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır.
5. Mekruh olan oruçlar: Muharrem ayının sadece onuncu günü ile yalnız cuma ve yalnız cumartesi günlerinde oruç tutmak, akşam iftar etmeyerek bir günün orucunu ertesi güne birleştirmek mekruh olduğu gibi, kişiyi zayıf düşürmesi ve orucu ádet haline getireceği için senenin tamamını oruç tutmak da mekruhtur. Bunlar tenzihen (helale yakın) mekruhlardır. Ramazan Bayramı’nın birinci günü ile Kurban Bayramı’nın dört günü oruç tutmak tahrimen (harama yakın) mekruhtur. Üç aylara gelince; bilindiği gibi farz olan bir ay vardır, o da ramazan ayıdır. Recep ve şaban orucunu Peygamberimiz tamamıyla tutmamıştır.
Yazının Devamını Oku 22 Eylül 2006
ROMA Katolik Kilisesi’nin ruhani lideri Papa 16. Benedikt’in Almanya seyahati sırasında Hz. Muhammed ve İslam hakkında kullandığı ifadeler sadece İslam dünyasını değil, inancı ne olursa olsun, akıl, izan ve vicdan hassasiyeti taşıyan birçok insan ve entelektüeli ayağa kaldırmıştır. Papa 16. Benedikt, anavatanı Almanya’nın Regensburg İlahiyat Fakültesi’ndeki yaptığı talihsiz konuşmasında, İslam’a yönelik sert bir çıkış yapmış, "İslam’daki cihat fikrinin içerdiği şiddet, mantığa ve Tanrı’nın planına aykırıdır" hüküm cümlesiyle İslamiyet’i, "Muhammed, vazettiği inancı kılıçla yayma emrinden başka hangi yeniliği getirmiştir" sözleriyle de onun muazzez peygamberi Hz. Muhammed’i muaheze etme gayretine düşmüştür.
* * *
Papa’nın kastı aşan bu sözleri üzerinde durmaya bile gerek görmüyoruz. Çünkü bu sözlerin, asırlar öncesine uzanan kin ve nefretin tohumlarından filizlenip zaman zaman üzerimize savrulduğunu hepimiz biliyoruz. Bu savurmaların dozu ve şiddeti, özellikle 11 Eylül saldırısından sonra daha da genişleyip yoğunlaşmıştır. Danimarka’da su yüzüne çıkan karikatür kriziyle de yine benzer bir tepki selinin oluşmasına sebebiyet verilmiştir. Bütün bunlar, son yıllarda özenle kurulmaya ve korunmaya çalışılan "medeniyetler arası hoşgörü" ve "dinler arası diyalog" köprülerine hasar vermiştir.
Şunu da hatırlatmak isteriz ki; 2000 yılında Vatikan’a yaptığımız ziyarette, bundan önceki Papa II. Jean Paul ile imzaladığımız niyet bildirisinde, her iki tarafın birbirlerinin kutsal değerlerine saldırıda bulunmamaları, tezyif edici ifadelere yayın ve konuşmalarda yer verilmemesi konularında anlaşmaya varılmışken, Benedikt’in sergilediği tavır bizi hayal kırıklığına uğratmıştır.
Yeni Papa’nın İslam’a nasıl yaklaştığı sorusu, seçildiği günden beri tartışma konusudur. 24 Nisan günü Papalık makamına oturduğu törende "aynı Tanrı’ya inanan insanlar" olarak Yahudileri sayarken Müslümanlardan söz etmemesi dikkatlerden kaçmamıştır.
Papa’nın, bütün dünyada oluşan tepkileri, İslam dünyasından özür dilemek yerine "üzgünüm" sözleriyle geçiştirmesi ve yaptığı konuşmayı 14. asırda yaşamış olan Bizans İmparatoru Paleologos’un, "Muhammed, sadece kötü ve insanlık dışı şeyler getirdi" ifadelerine dayandırması ise "zırvayı tevil" çabasından başka bir şey değildir. Bütün sözlerinden şu anlaşılıyor ki; Papa’nın İslam dini hakkındaki kanaati tarihi gerçeklerle, İslamiyet’in dini temelleriyle örtüşmemektedir. Papa, İslam’a karşı 8 asır boyunca kanla ve engizisyon metotlarıyla yürütülen kutsal cihadın kaynağını kendi tarihlerinde aramalıdır.
İslamiyet, Arabistan çölünün rahminde doğup muazzez peygamberi Hz. Muhammed’in tebliğiyle insanlığı sapıklık ve aşağılıktan kurtarmaya azmettiğinde, ilk tebliğini Roma İmparatoru Herakliyus’a yapmıştı. Allah’ın Resulü, mektubunda Herakliyus’a şöyle sesleniyordu:
"Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’ın kulu ve elçisi Abdullah oğlu Muhammed’den Rumların başbuğu Herakliyus’a: Allah’ın selamı, hidayet yoluna girmiş bulunan kimse üzerine olsun! Buna göre ben seni tam bir İslam davetiyle İslam’a çağırıyorum. İslam’a gir, sonunda emniyet ve selamet içinde olursun ve Allah sana iki kat sevap verecektir. Şayet bundan kaçacak olursan, tebanın günahları da senin boynuna olacaktır."
Aynı davette ehli kitaba da bir sesleniş vardır: "Ey ehli kitap! Gelin, sizinle bizim aramızda müşterek olan bir tek kelimede, yani Allah’tan başka hiçbir tanrıya tapmamak, ona hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamak, Allah’tan başka aramızdan hiçbir kimseyi tanrı yapmamak hususunda birleşelim. Eğer onlar sırtlarını dönüp bundan kaçınacak olurlarsa şöyle deyiniz: Siz şahit olun ki, kesinlikle bizler, Allah’a itaat edip teslim olan Müslümanlarız."
* * *
Bu hitapların hangisinde "zorlama" ve "tehdit" unsurları kullanmıştır? Hz. Peygamber en şiddetli hasımlarını bile Allah’ın selamıyla hidayet yoluna çağırmış, böylece emniyet ve selamet içinde olacaklarını öğütlemekle yetinmiştir.
Bugün gerçek niyetlerini "dinler arası hoşgörü ve diyalog" sözcüklerinin arkasına saklayarak insanlığı bu suretle aldatmaya çalışanlar, yüce İslam Peygamberi’nin 14 asır öncesinden ehli kitaba seslenişini bir kere daha vicdan süzgecinden geçirmeli, hükümlerini ona göre tesis etmelidirler.
Şunu da söylemeliyiz ki; İslam dünyasının bu sözlere gösterdiği tepkilerin kilise yakmak, rahibe öldürmek gibi eylemlere taşınması elbette yanlıştır ve bizim açımızdan da üzüntü vericidir. "Papaya kızıp oruç bozulmaz!"
SORALIM ÖĞRENELİM
Ramazanı, bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamak sevaptır diyorlar, doğru mu?
Hatice YAMAN/KAYSERİ
Ramazan-ı şerif girmeden önce onu karşılamak niyetiyle bir veya iki gün oruç tutmak, farz olan oruca ilave görüntüsü vereceğinden dolayı mekruh görülmüştür. Bundan kaçınılmalıdır.
Şehit olan kişinin birine borcu varsa, Allah onun borcunu bağışlar mı?
Sadi KAÇKAR/DİYARBAKIR
Sahih-i Müslim’de geçen bir hadiste şöyle buyurulur: "Allah, şehitlerin bütün günahlarını bağışlar. Ancak, kul borcu hariç." Borç sahibi hakkını helal ederse bağışlanır. Allah huzuruna kul hakkıyla gitmemeye gayret edilmelidir.
Ramazan bazen 29 gün tutuluyor, bu eksik olmuyor mu?
Canan OFLAZ/İSTANBUL
Kuran’da emrolunan, ramazan ayını tam olarak oruçlu geçirmektir. Ay, bazı yıllarda 29, bazı yıllarda 30 gün çekmektedir. Peygamberimiz 9 ramazan orucu tutmuştur. Bunlardan 4’ü 29 gün, 5’i de 30 gündür.
7 büyük günahtan farklı şekillerde söz ediliyor. Doğrusu nedir?
Saim BÜYÜKGÖZ/İSTANBUL
Buhari ve Müslim’de rivayet edilen hadiste insanı helaka götüren 7 büyük günah şöyle sıralanmıştır: Allah’a ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, adam öldürmek, faiz yemek, yetim malını yemek, savaştan kaçmak, namuslu ve kendi halinde mümin kadınlara zina iftirasında bulunmak. Büyük günahlar bunlardan ibaret değildir. Diğer hadislerde zina yapmak, ana babaya isyan etmek, yalan yere yemin etmek, yalan yere şahitlikte bulunmak da büyük günahlardan sayılmıştır.
Atatürk, Kuran’ı Türkçe’ye çevirtmiş, böylece mesajını daha iyi anlamamızı sağlamıştır. Bu büyük bir hizmet değil midir?
Muhyettin KAYA/ANKARA
Elbette büyük bir hizmettir. Atatürk bütçeye tahsisat koydurarak Elmalılı Hamdi Efendi’ye Kuran tefsirlerini, Ahmet Naim’e de Buhari Tecrid-i Sarih’i yazdırmıştır. Ayrıca hutbelerin Türkçe okunmasını sağlamıştır. Kendisini, bu çalışmalarından dolayı minnetle anıyoruz.
Yazının Devamını Oku 21 Eylül 2006
M.Şevket Demirci/TRABZON
Cevap:
İmamla birlikte kılıyorsanız ‘Niyet ettim Allah rızası için teravih namazını kılmaya, uydum imama’, tek başınıza kılıyorsanız ‘Niyet ettim Allah rızası için teravih namazını kılmaya’ şeklinde niyet etmelisiniz. |
Yazının Devamını Oku