6 Ekim 2006
SON yıllarda gündemimizi oluşturan tartışma konularından birisi irtica meselesi olmuştur. Aslında bu mesele Türk toplumunun gündemine yeni girmiş bir konu değildir. İrtica tartışmalarının Tanzimat’tan itibaren başlayıp Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri yoğunlaşarak devam ettiği görülmektedir.
İki asra yakın bir zaman geçmesine rağmen, irtica kavramıyla ilgili bir ortak kültür ne yazık ki oluşturulamamıştır. Bu kavramın bir türlü yerli yerine oturtulmamış olması, irtica tartışmalarını da sürekli hale getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine yönelik bir tehdit olarak algılanan irticayla ilgili mücadele stratejisinin etkin bir şekilde yürütülmesi ve istenen sonucun elde edilebilmesi için, öncelikle irticanın nitelik ve niceliğinin doğru bir şekilde tanımlanmasıyla işe başlanılmalıdır. Zira irticayla irtibatlı sorunların önemli bir kısmının, konuyla ilgili bilgi boşluğundan ve kavram kargaşasından kaynaklandığı görülmektedir.
* * *
İrtica meselesinin iyi anlaşılabilmesi için irticayla bağlantılı diğer kavramların da net bir şekilde ortaya konulması önem taşımaktadır. Bu çerçevede, din kavramının nasıl anlaşılması, gerek bireyin gerekse toplumun hayatında nasıl ve ne derece yer alması gerektiği hususunun öncelikle açıklığa kavuşturulması gerekir.
Din, insanın insanlığını en iyi şekilde gerçekleştirebilmesi için bir araçtır. Din, insanlığın önüne birtakım iman ve ahlak ilkeleri koyan bir sistemdir ve insan hayatına anlam kazandırmak için, toplumun birlik ve beraberliğini sağlamak, toplumsal barışın gerçekleştirilmesine katkıda bulunmak için vardır. Bir başka ifadeyle din, insanların kendileriyle, içinde yaşadıkları toplumla ve Yüce Yaratıcı ile barış içinde yaşamalarını sağlamak için gelmiştir. Bu itibarla insanların mutsuzluğuna vesile olacak her türlü fiil, hangi amaç için gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, dini olma özelliğini taşımaz.
Bu konuda açıklığa kavuşturulması gereken bir başka önemli nokta da, din-devlet, din-siyaset ilişkisidir. Bu konuda toplum aydınlatılmadan din istismarını ve irticai tezahürlerini toplumdan silip atmak mümkün değildir.
Din konusunda yeterince bilgi sahibi olmayan insanlar, kendilerine din adına telkin edilen her şeyi dinin aslındanmış gibi algılayarak sahiplenmek isterler. Bu insanlar, yapılacak yanlış telkinlerle din adına devlet düşmanı haline getirilebilmektedirler.
İrtica konusunda yapılan tartışmalarda ne dindar insanlar, ne de laik ve demokratik söylem biçimlerini öne çıkaran kimselerin, çok iyi sınav verdikleri söylenemez. Birtakım insanlar, irtica tartışmalarının doğurduğu ortamı fırsat bilip İslam’a olan yabancılıklarından dolayı, dini toplumsal ilerlemenin önünde engel olarak görme düşüncesine istinat ederek, Türkiye’de yaşanan toplumsal-siyasal hayata ilişkin olumsuzlukların İslam’dan kaynaklandığını ileri sürmüşler ve dinle ilgili her türlü tezahürü çağdışılık ve irtica olarak nitelendirmişlerdir.
Bu arada dindar insanlar da, hislerini ve önyargılarını aşıp konuyu sağlıklı bir şekilde enine boyuna tartışma zeminini oluşturamamışlardır. Tabiatıyla bu durum, toplumda zıtlaşmaların, kamplaşmaların oluşmasına zemin hazırlamış ve irticai kesimlerin toplum tabanında taraftar bulma ihtimalini daha da güçlendirmiştir.
Sözün burasında hemen şunu da ifade etmek gerekir ki, bu konuda yapılmış çalışmaları daha da geliştirerek toplumu aydınlatma görevini sürekli kılmak; bir başka deyimle toplumun üzerine tutulacak projektörleri daha güçlü hale getirmek hem yönetenlere, hem bilim adamlarına düşen bir görevdir.
* * *
Hiç kuşkusuz, irtica sorunu insan kaynaklı bir sorundur ve sadece bizim ülkemizde görülen bir husus da değildir. İnsan kendisinin neden olduğu bu sorunu çözebilecek kapasitede yaratılmıştır. Hiçbir sorun çözümsüz değildir. Ancak sorunların çözülmesi için bir iradeye ihtiyaç vardır. Türkiye, mevcut birikim ve potansiyeli itibarıyla bu sorunu kökten halledebilecek güven ve enerjiye sahiptir. Yeter ki bu sorunun çözümlenmesi için iradesini ortaya koyabilsin.
Önemle üzerinde durulması gereken bir başka husus da, sorunun çözümlenmesinde takip edilecek stratejinin ülke gerçeklerine uygun olarak belirlenmesidir. Aksi takdirde çözülebilir nitelikte olan sorun, çözümsüz hale gelebilir ve insanlar arasındaki bu zıtlaşmalar, devlet-millet zıtlaşması tehlikesini doğurabilir.
Bu konuya önümüzdeki hafta da devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku