MÜMİNLER için af, mağfiret, rahmet, bereket, sosyal dayanışma ve yardımlaşma mevsimi olan ramazan ayına bir kez daha ulaşmış olmanın şükrünü ve mutluluğunu yaşıyoruz. Dini ve kültürel hayatımızda bu ayın çok müstesna bir yeri ve önemi vardır.
Çünkü dalalet, atalet ve zulmet bulutlarının kararttığı insanlığın ufkunu, ilim, ahlak ve fazilet nurlarıyla aydınlatmaya başlayan yüce kitabımız Kuran-ı Kerim bu ayda gönderilmeye başlanmıştır. Ramazanın kutsiyetlerinden birisi de budur. Bu mutlu olayı bir bakıma oruç tutarak karşılamış olmaktayız. Bir nevi O’na tazim ve saygı göstermek için bu ibadeti yerine getiriyoruz.
* * *
Kuran-ı Kerim’de aylar 12’ye taksim edilmiştir. "İnne ıddeteş-şuhuri indallahi-Yerleri, gökleri yarattığı günden itibaren ayların sayısı Allah katında 12’dir." Bu 12 ay içerisinde ramazanın ayrıcalığı vardır. Bir rivayete göre Peygamberimiz, "Sizin yaşadığınız şu zaman dilimi içerisinde öyle günler vardır ki, Allah o günlerde birtakım nefhalarda, tecellilerde bulunur. Siz o tecellilere hazır olunuz. Gönlünüzü açık tutunuz" buyurmuştur. İşte biz, inanan müminler olarak o zamanları yakalamaya hazırlıklı olmalıyız.
Bu ayda, iman ile nefsin, iyi duygular ile kötü duyguların mücadelesine sahne olacak olan kalplerimiz, ilahi rahmet ve mağfiret arzusuyla yıkanacak, gönüllerimiz sahurun bereketi, iftarın sevinci, teravih namazlarının huzuru, okunan ve dinlenen Kuran’ın feyzi ile manevi haz ve zevki diğer zamanlardan daha çok tadacaktır.
Ramazan ayı; ferdi ve içtimai hayatımıza yeni bir aksiyon, yeni bir dinamizm ve müstesna bir ruh hali kazandırmaktadır. Bu ayın kazandırdığı manevi disiplin sebebiyle, sosyal hayatımızda düzenli bir huzur ortamı yaşanmakta, diğer zamanlara göre gayri İslami tavırların ve suç işleme oranlarının azaldığı görülmektedir. Bu husus; ilgili ve yetkili kuruluşlarımızın verdiği istatistiki bilgilerle açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ramazan ayının verdiği manevi coşkuyla müminler, hata ve kusurlarına tövbe ederek ibadete yönelmekte, iman dolu kalpleriyle camilere koşarak ibadethaneleri şenlendirmektedirler. Hiçbir maddi farklılık gözetmeden aynı mabette, aynı saflarda omuz omuza teravih ve vakit namazlarını eda etmek suretiyle din kardeşliğini, milli birlik ve beraberlik ruhunu şahlanmaktadır.
Aynı apartmanda, aynı mahallede yaşadıkları halde, bireyselleşme denilen sosyal çözülme sebebiyle birbirlerine ilgisiz kalan insanlarımız arasında, bu ayda yapılan karşılıklı ziyaretler, verilen davet ve ikramlar, zekát, fitre ve diğer sadakalarla yardımlaşma ve dayanışma duyguları gelişmekte, toplum yeni bir dinamizm ve harekete kavuşmaktadır.
Oruca itiraz edenlerin geliştirdiği bir tez var. Diyorlar ki: "Oruç, nefse işkence ve azap etmektir." Bu görüş fevkalade yanlıştır. Çünkü oruç, nefsi yok etmek değildir. İslam dini azap dini değil, rahmet dinidir. Bir kere dinimizde nefsi öldürmek değil, ıslah etmek vardır. Osman bin Ma’zun, Resulullah’ın huzuruna gelir ve "Bana izin ver, tenasül organlarımı keseyim, nefisten kurtulayım" der. Hazreti Peygamberimizin ona verdiği cevap adeta bir tokat gibidir: "Eğer öyle bir şeye teşebbüs edersen, benim dinimle bağını koparmış olursun."
Dünyaya bir imtihan ve mücadele için geldk. İnsan, iç áleminde birbiriyle dövüşen, silah silaha çarpışan iki varlık gibidir. Bir tarafta kötü sıfatlar, diğer tarafta iyi sıfatlar vardır. Kötü sıfatları şeytan temsil eder. Mevláná Celaleddin-i Rumi diyor ki: "Şeytan Müslüman olursa Cibril olur." Yine Peygamberimiz bir sohbetinde buyuruyor ki: "Her insanın bir şeytanı vardır." Soruyorlar kendisine: "Ey Allah’ın Resulü, sizin de şeytanınız var mı?""Evet" cevabını veriyor ve ilave ediyor: "Ama ben şeytanımı Müslüman ettim."
* * *
İşte, esas olan nefsi Müslüman etmektir. Kuranda orucun hikmeti tek bir cümleyle ifade edilmiştir: "Sakınasınız diye." Bütün manalar bu tek cümlede saklıdır. Günahtan, kötü huydan, Allah’tan başka her şeyden sakınmak, yani takva ehli olmak için oruç tutmak. Bu sakınma sözü, insanın erişeceği en yüksek merhaledir. Bunun içinde sabır, cömertlik, şefkat, merhamet, ilahi emirlere itaat gibi yüksek meziyetler vardır. Oruç vasıtasız bir eğitim, bir ruh disiplini, aynı zamanda iradeyi güçlendirme vasıtasıdır.
Kuran-ı Kerim’in insanlığa gönderildiği bu kutlu zaman diliminde Kuran okurken, hatimler yaparken, okunan mukabeleleri dinlerken, son ilahi vahyin taşıdığı öneme ve ihtiva ettiği mesaja da kulak ve gönül vermeli, Kuran’ın meal ve tefsirlerini de okuyarak ilahi tebliğin anlamını kavramaya çalışmalıyız. Özellikle iftar sofralarını gösteriş ve şatafat yarışı haline getirmeden, her şeyi makulde arayarak ve yaşayarak bu mübarek ayın manevi hazzından ve bereketinden istifade etmeliyiz.