Bugünlerde de, Ali Rıfat Çağatay’ın Nihavend bestesiyle ölümsüzleşen Orhan Seyfi Orhon’un “Tereddüdüt”üne sarıldım:
“Sarahaten, acaba, söylesem darılmaz mı?
Darılmak adeti, bilmem ki çapkının naz mı?
Desem ki: 'Ben, seni...' , yok, dinlemez ki, hiddet eder!
Niçin? Bu sözde ne var? Sanki hiddet etse ne der?”
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı olup olmaması konusunda süregelen tartışma herhalde beni “Tereddüt”e bağımlı hale getirmiş olmalı.
Örneğin ben de Gül’ün aday olmasını savunanlardanım. “Bütün Abdullah Güller’e yapılanlara “artık yeter” demek gerektiğini düşündüğüm için onun aday olma hakkını savunuyorum. Belki Adnan Menderes’i savunamadığım için, belki Süleyman Demirel’in iki kez darbeyle devrilmesi karşısında suskun kaldığım için, “artık yeter” diyorum.
Artık yeter
Anayasa’nın 101’inci maddesi bu nitelikleri açıkça belirtmiş:
-Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisince kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış kendi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından yedi yıllık bir süre için seçilir.
Ancak bir de Anayasa’da yazılı olmayan fakat Türkiye’ye özgü siyasal koşullardan kaynaklanan nitelikler var cumhurbaşkanı olacak kişide aranılan.
“Abdullah Gül olsun mu-olmasın mı” tartışmaları sırasında, bu nitelikler de somut biçimde belirlenmeye başladı. Bunların bazılarını sıralayalım:
-Seçim kazanan kişiler cumhurbaşkanı olamaz.
-Başbakanlar ve dışişleri bakanları cumhurbaşkanı olamaz.
-TBMM’de çoğunluğa sahip partilerin cumhurbaşkanı adayları cumhurbaşkanı olamaz.
-Seçimi kaybetmiş partilerin onaylamadığı adaylar cumhurbaşkanı olamaz.
Onu yakından tanıyınca sadece “densiz” ve hatta “terbiyesiz” olduğunu anladım.
Çok yanlış düşünceleri, kırıcı bir üslupla, çevresindekilere hakaret ederek seslendirmeyi “açık sözlülük” zanneden görgü özürlü bir kişiydi bu gazeteci. Daha yakından tanıyınca alkolik olduğunu da anladım.
Gazetede kıdemli ve yetkili olduğu için, kaç tane genç ve istikbal vaat eden yetenekli insan, onun zulmüne dayanamayıp mesleği bırakmışlardı. Aynı serviste çalıştığımız bir stajyer “Sigara alacağım” diye odadan çıktı. Ona yıllar sonra bir bankada çalışırken rastlamıştım.
Yıllar geçip, dünyayı daha iyi tanıyınca, “açık sözlülük” ile “terbiyesizlik”i karıştıran insanların her meslekte fazlasıyla bulunduklarını gördüm.
Hakaret etmeyi eleştirmek sanan, kuşak altına vurmayı polemik zanneden, bir çevreye yaranmak için başka bir çevreye iftira atmayı ilkelilik diye sunanlar, çok fazlaydı toplumda. Bunlar her meslekte parlamaları muhtemel yetenekli gençleri yıldırıyor, ümit ışıklarını söndürüyordu.
Mobberler
İki iş adamı iflasın eşiğine gelmişler. İflastan kurtulmaları için tek yol, şirketlerine bir alıcı bulmakmış. O alıcıyı da bulmuşlar.
Şirketlerini iyi fiyat verip almak isteyen iş adamı, “Yarın sabah saat 9’a kadar telefon etmezsem, şirketinizi satın almam kesinleşmiş olacak” diyerek, iki ortakla el sıkışmış.
Ertesi sabah iki ortak endişe içinde saatin 9 olmasını bürolarında beklemeye başlamışlar. Saat tam 9’u gösterirken telefon çalmış. Ortaklardan biri elleri titreyerek telefonu açmış, ahizeyi kulağına götürmüş, karşıdakinin söylediklerini dinlemiş. Sonra telefonu kapatıp ortağına dönmüş,
- Gözümüz aydın, biraz evvel baban vefat etmiş, demiş.
Bu tür kara mizah içeren fıkralar, genellikle Amerikan mizahında çok yaygındır. Örneğin “iyi haber-kötü haber” fıkraları da böyle değil midir?
Lise öğrencisinin babasının telefonu çalmış. Telefondaki okul müdürü, çocuğun babasına, “Oğlunuzla ilgili bir kötü, bir iyi haberim var” demiş. Baba endişe içinde “Kötü haber ne?” diye sormuş. Müdür de “Oğlunuz gay” diye vermiş kötü haberi. Baba üzgün “Peki iyi haber ne” demiş. Müdür “Oğlunuz okulun kraliçesi seçildi” diye vermiş iyi haberi.
Farklı mizahlar
Devvaresinin başında oturup çamurdan eşsiz eserler yaratan bir usta, bütün hünerlerini çırağına öğretmiş. Sonunda çırak “Ben de artık usta oldum” diyerek ayrılmış ve kendi atölyesinde küpler, vazolar, heykeller yapmaya başlamış.
Bir gün ustası onu ziyarete gelmiş. Çırağının ürettiği parçaları gözden geçirmiş. Sonra bunların belirli noktalarına üflemeye başlamış. O üfledikçe, çırağın yaptığı ürünler tuzla buz olup parçalanıyormuş.
Çırak şaşkın, “Ne yapıyorsun usta?” diye sormuş.
Usta gülmüş, cevap vermiş:
- Sana her şeyi öğrettiğimi sanıp, kendini usta ilan ettin. Ama daha işin püf noktasını öğretmemiştim!!
Mealen böyle bir şeydi bu hikaye.
Bu hikayeyi hatırlamamın nedeni, iki seçim kazanmış ve 5 yıldır ülkeyi de, partisini de yöneten Recep Tayyip Erdoğan’ı çırak olarak gören siyaset ustalarının medyadaki çokluğudur.
Ağlamaları veya utanmaları gereken yüzlerde, Venedik karnavallarındaki gibi gülen porselen maske yüzler var. Buna karşı başarılarını kutlamaktan ürkenler, yüzlerindeki gülümsemeyi endişe ifadeli maskelerle gizliyorlar.
Bu garip tabloya bakarsanız, sanki AK Parti ve Abdullah Gül başarısız oldu, onu cumhurbaşkanı seçtirmeyip ülkeyi erken seçime zorlayan ve seçimde kaybeden Deniz Baykal da başarılı oldu. Bu başarı Deniz Baykal’ı hem CHP’nin başında tutuyor, hem de “Krize neden ara vermiştik, kaldığımız yerden devam edelim” demek hakkını ona veriyor. Ama Abdullah Gül’e cumhurbaşkanı adayı olma hakkını vermiyor bu tablo.
Eğer bu maskeler atılsa ve gerçek yüzler ortaya çıksa, söylenilmesi gereken sözleri de herhalde duyacağız..
Aslında bunları söyleyenler az da olsalar var.
Celal Doğan konuşuyor
Geçen gün “
Şimdi herkes, yeni hükümeti oluşturmakla görevli Tayyip Erdoğan’ın, kimlerin başına kuş konduracağını tahmin etmeye çalışıyor.
Eski Galatasaraylılar “Petit Suat”ı hatırlar. Minnacık, hep hareket halinde ve sürekli ya servet, ya da mevki bekleyen tatlı bir uçuktu Petit Suat… Galatasaray Liseliler ona yardım ederlerdi.
1965 başında Yılmaz Çetiner’le birlikte Ankara Palas’ın lobisinde oturuyorduk. Petit Suat her zamanki telaşı içinde yanımıza geldi ve “Gördünüz mü olanları?” dedi bize.
Sonra anlattı olanları.
İnönü Başbakanlıktan istifa edince Cumhurbaşkanı Sunay, “Bana Suat Bey’i bulup getirin, onu başbakanlığa atayacağım” demiş. Çankaya’nın görevlileri her yerde Petit Suat’ı aramışlar. Onu bulamayınca da o zaman Senato Başkanı olan Suat Hayri Ürgüplü’yü Çankaya’ya götürmüşler. Petit Suat’ın yerine o Başbakan olmuş.
Petit Suat’ı dinledikten sonra “Üzülme ileride cumhurbaşkanı olursun” diye teselli etmiştik.
Çıkmak ve düşmek
Sıralarsak:
- MHP lideri Devlet Bahçeli ile DTP milletvekili Ahmet Türk arasında yaşanan samimi tokalaşma.
- Cumhurbaşkanı Sezer ile Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının TBMM toplantısına katılmamaları.
Aslında bu iki madde de kendi içlerinde değerlendirilmesi gereken önemli boyutlar içermekte.
Birincisi, her ne kadar Bahçeli ile Türk demokratik olgunluk örneği vererek el sıkışmış olsalar bile, bu tablo “Kürt realitesi” dediğimiz olgunun ne buharlaştığı, ne de karşıt tutum sahiplerinin bir ortak uzlaşma çizgisinde buluştukları anlamına geliyor.
Yeni açılımlar