Paylaş
Onu yakından tanıyınca sadece “densiz” ve hatta “terbiyesiz” olduğunu anladım.
Çok yanlış düşünceleri, kırıcı bir üslupla, çevresindekilere hakaret ederek seslendirmeyi “açık sözlülük” zanneden görgü özürlü bir kişiydi bu gazeteci. Daha yakından tanıyınca alkolik olduğunu da anladım.
Gazetede kıdemli ve yetkili olduğu için, kaç tane genç ve istikbal vaat eden yetenekli insan, onun zulmüne dayanamayıp mesleği bırakmışlardı. Aynı serviste çalıştığımız bir stajyer “Sigara alacağım” diye odadan çıktı. Ona yıllar sonra bir bankada çalışırken rastlamıştım.
Yıllar geçip, dünyayı daha iyi tanıyınca, “açık sözlülük” ile “terbiyesizlik”i karıştıran insanların her meslekte fazlasıyla bulunduklarını gördüm.
Hakaret etmeyi eleştirmek sanan, kuşak altına vurmayı polemik zanneden, bir çevreye yaranmak için başka bir çevreye iftira atmayı ilkelilik diye sunanlar, çok fazlaydı toplumda. Bunlar her meslekte parlamaları muhtemel yetenekli gençleri yıldırıyor, ümit ışıklarını söndürüyordu.
Mobberler
Bunların yüzünden, mesleklerin en karmaşığı ve en zoru olan siyasete girmek de, tehlikeli görünüyordu. Çünkü ne kadar başarılı olsanız ve seçmen sizi ne kadar tutsa da, bunlar “muhalefet yapıyoruz” maskesi altında, statüko adına sizi karalıyor, hayatınızı yaşanılmaz hale getiriyorlardı.
Anladım ki, “muhalefet” kavramı da bunların elinde çarpıtılmaktaydı.
Aslında bunlar, kurulu düzenin ve “rejim ağaları”nın iktidarını destekliyorlardı. Yeni, ileri, çağdaş, dünyalı olan kim varsa bunların hedefine giriyor, değişim isteyenler, “hain”, “hırsız”, “rejim düşmanı”, “satılmış”, “komünist”, “şeriatçı”, “bölücü” gibi damgalarla damgalanıyorlardı.
Şirketlerde şimdi bunlara “Mobber” deniliyor. Bunlar iş ve üretim yapmak yerine, çalışan ve üretenleri patronlarının nezdinde yıpratarak, yükselenlerdir.
Ülke çapında ise, bunlar “rejimin bekçileri” rolünü oynuyorlar.
Dünyaya kapalılar, her türlü yeniliği ve gelişmeyi kendileri için tehlike olarak görüyorlar.
Başarılılar hedefte
Bunların aradıkları şey “başarı”, “gelişme”, “ilerleme” değil.
Bunlar başarısızlığı bekliyorlar. Ülke geri kalsın, çevrelerindeki insanlar ilerlemesin, yeniler eskilerin yerini almasın ki, onlar statülerini koruyabilsinler hesabı hep gündemde.
Bunlara hedef olmayan kim var ki dünde ve bugünde?
En somut örnek Turgut Özal değil mi? Bunlar Turgut Özal’ı da içlerine sindirememişler ve 1990 sonrası Türkiye’yi 1980 öncesinin siyaset ortamına ve krizlerine taşımamışlar mıydı?
Bunları Ziya Paşa’nın dizeleri ile tarif edelim yazının sonunda:
“Onlar ki lâf ile verirler dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüp (ayıp) bulunur hanelerinde.”
ŞAKA
Uzlaşarak ideal ismi bulacağız
İdeal cumhurbaşkanı, dünyayı da, Türkiye’yi de tanımamalı.
Ne Brüksel’e, ne de Diyarbakır’a ne de Washington’a itmiş olmalı.
Hükümetten gelen atamaları gerekçe göstermeden vetolamalı. Onun bu ilkeli davranışı sonucu, 500’e yakın kamu üst makamı vekaleten yönetilmeli.
Ülkenin tek Nobelli ismini bile tebrik etmemeli.
Eğer uzlaşma sağlanırsa, böyle bir ideal cumhurbaşkanı bulabiliriz.
Köksal Toptan bağımsız milletvekili miydi?
TBMM Başkanı seçilen Köksal Toptan için AK Parti karşıtlarının düzdüğü övgülere bakınca, MFÖ’nün “Sen neymişsin be abi”sini mırıldanmamak elde değil.
Sanki Baskın Oran dışındaki tek bağımsız aday Köksal Toptan’dı geçen seçimde ve bütün seçmenler parti farkı gözetmeksizin Toptan’a oy verdiler Zonguldak’ta.Sanki Toptan TBMM Başkanı seçilmeseydi AK Parti’den istifa edecekti.
Akıl ve mantık ayaklar altına alınırsa, sonunda Deniz Baykal’ın yıllardır Köksal Toptan’ın TBMM Başkanı olmasını beklediğini bile söyleyebilirsiniz.
Bu arada önemsiz bir ayrıntıyı, yani AK Parti’nin yüzde 47 oy oranı ile tek başına iktidar ve Toptan’ın iki dönemdir AK Parti milletvekili olduğunu ihmal edebilirsiniz.
Keşke Abdullah Gül de, Köksal Toptan gibi “bağımsız” olsaymış.
Paylaş