Paylaş
İki iş adamı iflasın eşiğine gelmişler. İflastan kurtulmaları için tek yol, şirketlerine bir alıcı bulmakmış. O alıcıyı da bulmuşlar.
Şirketlerini iyi fiyat verip almak isteyen iş adamı, “Yarın sabah saat 9’a kadar telefon etmezsem, şirketinizi satın almam kesinleşmiş olacak” diyerek, iki ortakla el sıkışmış.
Ertesi sabah iki ortak endişe içinde saatin 9 olmasını bürolarında beklemeye başlamışlar. Saat tam 9’u gösterirken telefon çalmış. Ortaklardan biri elleri titreyerek telefonu açmış, ahizeyi kulağına götürmüş, karşıdakinin söylediklerini dinlemiş. Sonra telefonu kapatıp ortağına dönmüş,
- Gözümüz aydın, biraz evvel baban vefat etmiş, demiş.
Bu tür kara mizah içeren fıkralar, genellikle Amerikan mizahında çok yaygındır. Örneğin “iyi haber-kötü haber” fıkraları da böyle değil midir?
Lise öğrencisinin babasının telefonu çalmış. Telefondaki okul müdürü, çocuğun babasına, “Oğlunuzla ilgili bir kötü, bir iyi haberim var” demiş. Baba endişe içinde “Kötü haber ne?” diye sormuş. Müdür de “Oğlunuz gay” diye vermiş kötü haberi. Baba üzgün “Peki iyi haber ne” demiş. Müdür “Oğlunuz okulun kraliçesi seçildi” diye vermiş iyi haberi.
Farklı mizahlar
Bizim coğrafyamızın fıkraları tabii ki çok farklıdır bunlardan. Seçimde kazananlara burada yenilmiş muamelesi yapmak nasıl Amerika’da zor anlaşılırsa, fıkralar da her coğrafyada farklı içerikler taşır.
Osmanlı paşası, çevresindekiler arasında dalkavukluk yarışı açmış. Bunlardan biri ertesi gün paşaya bir satırı Arap harfleriyle, bir satırı Latin harfleriyle yazılmış bir mektup göndermiş. Paşa adamı çağırıp, “Bu mektup ne anlama geliyor?” diye sormuş. Mektubu yazan izah etmiş bir satırı Arap bir satırı Latin harfleriyle yazılmış mektubu:
- Paşam bir satırı sağdan sola, aşağıdaki satırı soldan sağa okursunuz. Başınızı her satırın sonunda başa döndürmek zorunda kalmayacağınız için aziz boynunuz yorulmaz!
Bir de Osmanlı paşasına bayram sabahı “Ölür müsünüz, öldürür müsünüz?” diye soran konağın kahyası vardır. Paşa “Neden?” diye sorunca kahya, “Komşu konağın paşası size bayram hediyesi olarak ipek kefen göndermiş” diye durumu açıklar ya.
Bu fıkraları bir Amerikalıya anlatsanız herhalde gülmez. Bizim Nasreddin Hoca fıkralarının tadına varmakta zorlanacakları kesindir.
Hoca ve dilenci
Hani Hoca yolda eski bir tanıdığına rastlamış. Adam “Hoca özledim seni, bize gel de tuz ekmek yiyelim” demiş. Hoca akşam adamın evine gitmiş. Bir bakmış ki yemek masasının üzerinde gerçekten sadece tuz ve ekmek var. O sırada evin aşağı kattaki kapısı çalınmış. Ev sahibi pencereden aşağı eğilip, kapıyı çalan kim diye bakmış. Bir dilenci “Allah rızası için bir sadaka” diye sesleniyormuş kapının önünde. Ev sahibi sinirlenmiş, “Aşağı gelirsem gebertirim seni, defol git” diye bağırmış. Ama dilenci “Bir sadaka” diye direnmiş. Bunun üzerine Hoca pencereden aşağı eğilip, dilenciye seslenmiş:
- Kardeşim hemen git buradan. Bu adamın dediği dediktir. Gelirse gerçekten gebertir seni…
Selülit meselesi
Globalleşme tabii ki mizah anlayışlarını da evrenselleştirdi. “Leman” dergisinde İpek Özsüslü’nün bir karikatürü vardı. Bu karikatürde karikatürist rüyasında kendini ölmüş görüyordu. Bir zebani ona “Cehenneme” diyordu. Karikatürist“Ama ben çok iyi bir insandım” diye kendini savununca dazebani ona“Selülitin varmış, bu yeterli bir sebep” diye cevap veriyordu.
Aynı dergide Behiç Pek de “Kahraman masa Esat”ı konuşturmuştu. Masa “Bacaklarımda selülit yok, kaymak gibiyim” diyordu.
Bunları bizim anladığımız gibi herhalde Amerikalılar da anlar.
ŞAKA
Eşinin başı açık kendi kafası kapalı olanlar
Bazı siyaset uzmanlarının yorumlarına göre, TBMM’nin yeni Başkanı Köksal Toptan’ın eşinin başının açık olması ile, devletin zirvesinde denge sağlanıyormuş. Bu hesapla, bakarsınız Bakanlar Kurulu da “Bir tane eşinin başı açık- bir tane eşinin başı kapalı” bakanlardan oluşan dengeye dayalı kurulur. Böylece bakanların başlarında akıl olup olmadığına bakmak gereği de ortadan kalkar.
Çünkü bu uzmanlar, eşinin başı açık ama kendisinin kafası dünyaya kapalı nice isme “rejim”i teslim etmeyi çağdaşlık diye sunuyorlar.
Paylaş