Paylaş
Anayasa’nın 101’inci maddesi bu nitelikleri açıkça belirtmiş:
-Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisince kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış kendi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından yedi yıllık bir süre için seçilir.
Ancak bir de Anayasa’da yazılı olmayan fakat Türkiye’ye özgü siyasal koşullardan kaynaklanan nitelikler var cumhurbaşkanı olacak kişide aranılan.
“Abdullah Gül olsun mu-olmasın mı” tartışmaları sırasında, bu nitelikler de somut biçimde belirlenmeye başladı. Bunların bazılarını sıralayalım:
-Seçim kazanan kişiler cumhurbaşkanı olamaz.
-Başbakanlar ve dışişleri bakanları cumhurbaşkanı olamaz.
-TBMM’de çoğunluğa sahip partilerin cumhurbaşkanı adayları cumhurbaşkanı olamaz.
-Seçimi kaybetmiş partilerin onaylamadığı adaylar cumhurbaşkanı olamaz.
Rejim meselesi
Aylardır süren ve 22 Temmuz seçim sonuçları ertesinde artık bitmiş olmalası gereken “Kim cumhurbaşkanı olabilir” konulu çeşitlemeler, görülüyor ki bütün şiddetiyle devam etmekte.
Örneğin darbe yapan cumhurbaşkanı olabilir ama seçilen cumhurbaşkanı olamaz. Çünkü askeri darbeler “Rejim”i korumak için yapılır, seçimlerde
ise sandıktan hangi tehdidin çıkacağını kimse bilemez.
Aslında biliyoruz ki olay, cumhurbaşkanı adayının eşinin örtünmesinden veya açık olmasından öteye bir karmaşıklığı içeriyor. Aranılan cumhurbaşkanının nitelikleri sıralanırken, yetenekli, deneyimli, ülkesini iyi temsil edecek ve kriz anlarında çözüm üretecek bir kişi olup olmadığına dönük pozitif kriterlere bakılmıyor.
Ayrıca cumhurbaşkanının TBMM’deki çoğunluk üzerinde etkili olması halinde, ülke sorunlarının çözümüne yapabileceği katkılar hiç düşünülmüyor.
Son anda bulunanlar
Zaten bunlara bakılsaydı, partiler arasında uzlaşma sağlanamadığı için, geçmişleri tam incelenmeden, yetenekleri tam bilinmeden son anda akla gelen kişiler, bir anda cumhurbaşkanı seçilmezlerdi. Fahri Korutürk
ve Ahmet Necdet Sezer böyle seçilmediler mi?
Sonuçta ne oldu?
Fahri Korutürk, askeri bir harekata dayanan
Kıbrıs Krizi’nin başlangıcında da, sonunda kronikleşmesinde de seyirci oldu. 12 Eylül askeri müdahalesine gidişi ise sadece izledi.
Ahmet Necdet Sezer de, kendisini seçtiren
Başbakan Ecevit’le tartıştığı için bir ekonomik krizin ateşlenmesinde rol aldı. Daha sonra da Erdoğan Hükümeti Avrupa Birliği için önemli adımlar
atarken, bu olayı Çankaya’dan sadece izledi.
Özetle birilerini ağızlarına sakız ettikleri uzlaşma
“İyi bir cumhurbaşkanı” seçilmesi için değil, elini
taşın altına koymayacak ve etliye sütlüye karışmayacak bir cumhurbaşkanı seçilmesi için öne sürülüyor. Bereket bu uzlaşmacılar, “Başbakan da TBMM’deki çoğunluk tarafından belirlenmemelidir” diye çıkmıyorlar ortaya.
Doğan Haber Ajansı’ndan Bahri Karataş’ın haberine göre, İzmir’de (Konak/Gürçeşme), bir manava gidenler “Yarma şeftali istiyoruz”
dedikleri zaman, dükkanın arkasındaki fuhuş mekanına girebiliyorlarmış. Ahlak Bürosu Amirliği ekipleri bu şifreyi söyleyerek, suçüstü baskını yapmışlar.
Acaba şifre olarak “Yarma Şeftali” yerine “Kivi” veya “Mango” kullanılması,
daha dünyalı bir görüntü vermez miydi?
Tuğba Özay olayı kulaklara küpe olmalı...
Manken Tuğba Özay’ın yaşadıkları “Şöhret” denilen olgunun nimetleri kadar külfetleri olduğunu da bütün şöhret düşkünlerine hatırlatmalıdır.
Medya insanları cilalar, parlatır, topluma tanıtır. Ama yaratılan o kişinin
ayağı kaydığı zaman da, medyanın insafı yoktur.
Bu gerçeğin ışığında, şöhrete ulaşanlar diğer insanlardan farklı olduklarını, en küçük hatalarının trajik boyutlarda teşhir edileceğini bilerek, yaşamlarına özen göstermelidir. Şöhretliler, sırça (cam) köşkte oturur. Özel hayatları kalmaz. Sıradan insanlar için doğal görülen davranışlar, onların yaşamlarını alt üst eder.
Hiçbir şöhretli medyaya güvenmesin. Herkes kendi hayatına, davranışlarına, ilişkilerine dikkat etsin. Pek yaygın deyişle, gazeteci ile dostluk bir numara dar ayakkabı giymeye benzer. Arkadan vurulursunuz.
Paylaş