Diyarbakır’daki olayların hepimizi titretmesi gerekir.
İşte, korkulan yavaş yavaş başımıza geliyor.
Bursaspor maçında yaşananları, “Bunlar yanlış hareketler” diye geçiştiremezsiniz.
“PKK’nın kışkırtması” diye de mazur gösteremezsiniz.
Öylesine tehlikeli bir sürece girdik ki, iyi yönetilemediği taktirde, oyunun içinde bulunan herkes kaybedecek.
Bu oyun yıllardan beri oynanıyor. Belki de, 2015’e kadar oynanmaya devam edilecek olan bu oyunun artık son perdelerini izliyoruz.
Kimin ne rol aldığına bakarsak, gerçeklerin acı yüzünü de görebiliriz.
Washington’da genelde “Soykırım” kabul ediliyor. Kendimizi aldatmayalım.
Bu yazıyı okumaya başlarken bir noktayı bilmenizi istiyorum. Bugünlerde komplo teorisi üretmek öylesine moda oldu ki, aşağıda yazdıklarıma lütfen yanlış anlamlar yüklemeyin.
Ben bir saptama yapıyorum, o kadar.
Kimselere mesaj vermiyorum, kimseleri de yönlendirmeye çalışmıyorum. Sizinle bazı gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.
Bugünden sonra neler olabilir, sorusuna yanıt arayanlara, önümüzdeki seçimlerin önemini işaret etmek istiyorum.
Önce Ergenekon, ardından Balyoz soruşturmaları kamuoyunun önemli bir kesiminde tepki çekti. Tepkilerin bir bölümü, askerin soruşturulmasına yönelik. Ak Parti’nin tamamen ideolojik (dincilik) nedenlerle TSK’yı yıpratmak ve süngüsünü düşürmek için hareket ettiği, kendinden yana savcı ve polisleri kullanarak bu kampanyayı açtığına inanılıyor. Ancak toplumun büyük bir bölümü, soruşturma sırasında askere ve diğer sanıklara yönelik muameleye tepki duyuyor.
Televizyonlardaki tartışmalara bakın, gazetelerdeki yorumları veya açıklamaları okuyun, hep aynı noktalara dikkat çekiliyor.
“Cinayet sanığı gibi, sabaha karşı evinden alıp götürüyorlar. Davet edemezler miydi?
“Gösteri yapar gibi gözaltına alıyorlar, basının önünden geçiriyorlar...”
Toplum olarak hepimiz gerildik.
İşter Ak Parti yanlıları olsun, ister muhalif kalanlar, herkes Ergenekon ve Balyoz soruşturma ve davalarının biran önce bitmesini, kimin haklı, kimin haksız olduğunun ortaya çıkmasını istiyor.
Askere inananlar da, inanmayanlar da artık karanlıkta kalmak istemiyor.
Ergenekon davasındaki sivil veya asker, kim olursa olsun, gerçekten bir darbe peşinde mi koşuyorlardı, yoksa sırf muhalefet etmek isterken bir “yanlış anlama veya değerlendirme veya ard niyetle” mi tutuklandılar?
Önce Çankaya doruğu, hemen ardından kuvvet komutanlarının serbest bırakılmaları ve Başbakan’ın ılımlı mesajları, kara bulutları yavaş yavaş dağıtmaya başladı.
Acaba arkası gelecek mi?
Bir kaç gelişmeye ve bazı kişilerin tutumlarına bağlı.
Herşeyin başında, yargı mekanizmasının tutumu geliyor. 3 komutanın daha ilk sorgulamalarında ve “kaçmazlar” diye serbest bırakılmaları, ister istemez kamuoyunda “Bu insanlar kaçmayacaklar diye serbest bırakıldılar. Celp çıkartıp, sorgulamaları yapılabilirdi. Bu kadar gereksiz gerilim yaratmaya ne gerek vardı?” sorularının sorulmasına yol açtı.
Bu zirvenin tek galibi var, o da Cumhurbaşkanı Gül’dür. Çok zamanlı ve gerekli bir adım attı. Cumhurbaşkanlığı makamının “kurumlar arası uyumu sağlamak” görevini yerine getirdi.
Neler konuştukları henüz bilinmiyor, ancak açıklamalardan benim çıkardığım sonuçlar şunlar:
- Uzun süredir ilk defa Başbakan ile Genelkurmay Başkanı içlerini döktüler. Orgeneral Başbuğ, neden rahatsız olduklarını anlattı. Başbakan da yaşananların nedenini belirtti.
- Başbakan durumu değiştirebilmek için yargıya direktif veremeyeceğini, ancak TSK’nın yıpranmaması için elinden geleni yapacağı konusunda güvence verdi.
- Görüşmedeki genel hava, bir çatışma değil, aksine ortamın yumuşamasına yardımcı olacak şekildeydi.
-
Ne zaman birkaç kişi yan yana gelse, hemen aynı konu tartışılmaya başlıyor:
“Kardeşim, nedir bu durum ? Ne zaman bitecek ? Nereye gidiyoruz? Asker tepki gösterecek mi, gösterecekse ne yapabilir ?”
O kadar alışılmamış bir durumla karşı karşıyayız ki, insanlar bir türlü ne yaşandığını anlayamıyorlar. Zira, çok uzun yıllar boyunca dokunulmazlaştırdığımız bir kurum sallanıyor. En tepe isimleri soruşturuluyor, gözaltına alınıyorlar.
Eskiden böyle değildi.