Geçen hafta sonu, Kültür Üniversitesi Küresel Siyasi Eğilimler Merkezi’nin davetiyle Ermenistan’a gittim. Aramızda gazeteci, akademisyen ve uzmanlar vardı. Amerikan B.Elçiliğinin (USAID) sponsorluğunda ve Eurasıa Vakfı (EPF) ortaklığında düzenlenen bir konferansa katıldım.
Ermenistan’ın en önde gelen uzmanları, Sivil Toplum Örgütleri, muhalefet ve iktidar partisinden temsilcilerin katılımlarıyla iki gün Protokolleri konuştuk.
Amerikan Büyükelçisi’nin evindeki çok kısıtlı bir akşam yemeğinde, Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Protokollerin hazırlanmasında başından itibaren hazır bulunan, Arman Kirakosyan, Meclis Başkan Yardımcısı ve Cumhurbaşkanlığının önde gelen isimleriyle buluştuk.
En çarpıcı olanı, Cumhurbaşkanı’nın bize göre Genel Sekreter yardımcısı diyebileceğimiz, Vigen Sargisyan grubumuza brifing verdi. Son derece parlak ve lafını sakınmayan, ne istediğini bilen ve bize Ermenistan’ın geleceğini temsil eden kuşağın temsilcisi izlenimini veren bu genç insan her şeyi kendi açısından açıkça anlattı.
Avrupa’da havlu attınız sesimiz çıkmadı. Ligde en olmayacak maçları kaybettiniz, sinirlenmedik. Vurdum duymaz bir futbol sergilediniz gıkımız çıkmadı.
Tek istediğimiz bu maçtan gülerek ayrılmaktı. Sizler ise bizi umursamadınız, maçı almak için doğru dürüst çaba bile harcamadınız. Taraftarınızı umursamadınız. Her biriniz döküldünüz, sahada dolaştınız.
Bizlere ihanet ettiniz...
Size verdiğimiz paraları, tribünlerden haykırışlarımızı ve desteğimizi haketmediğinizi bilin.Menajerinden yedeğine kadar yazıklar olsun size.
Kültür Üniversitesi Küresel Siyasi Eğilimler Merkezi’nin düzenlediği, Türkiye-Ermeni siyasi gelişmeleriyle ilgili konferansa katılmak üzere buraya geldim. Tahmin edebileceğiniz gibi, son gelişmeler bizden çok daha büyük bir dikkatle izleniyor. Gözler Türkiye’nin üstünde. Buradaki havayı size yansıtacağım, ancak bugünlük son durumu anlatmakla yetineyim.
Başbakan’ın, Türkiye’de çalışan 100 bin kaçak Ermeni’nin sınır dışı edilebileceğini söylemesi, Erivan’ı tahminlerin de ötesinde etkilemiş.
Bir kesim, Soykırım anılarını tekrar hatırlatıyor. Türkiye’nin yeniden sürgünden söz ettiğine dikkat çekiyor. “Gördünüz mü, hala aynı mantık devam ediyor. Türk’ün aklına hemen Ermenileri sürmek geliyor” diyenler var
Ancak Başbakan’ın dün Ermeni liderlerle görüşmesi ve son konuşmaları kaçak işçilerle ilgili çıkışının yarattığı olumluz etkileri giderme çabası olarak da görülüyor.
Ak Parti’nin genelde en büyük şikayeti medyadır.
Ne zaman, eleştiriler artar, hemen medyayı suçlarlar. Kendilerinde eksiklik aramazlar. “Acaba biz gerektiği gibi bilgi verdik mi ?” diye sormazlar.
Genel yaklaşımları şöyledir:
Herhangi bir konuda politika saptamış veya bir yasa tasarısı hazırlamışlarsa, bunu kamuoyuna pek fazla anlatmak zahmetine girmezler.
Bu iş nasıl sonuçlanacak, kimse bir tahminde bulunamıyor. Türkiye tam anlamıyla ikiye bölündü. Şimdiye kadar da, hemen her konuda bölünmüşlük yaşadık, ancak bu defa ki kadar uçlara gitmemiştik. Görüşler öylesine birbirinin tersi ki, orta yol bulunması imkansız.
Bir kesim (muhalefet) için bu değişiklikler Türkiye’yi felakete götürüyor. Yargı teslim alınıyor. Ak Parti kendi yargısını oluşturuyor. İlerisi için kendini koruyor. Hem olası bir kapanmaya karşı, hem de olası bir yüce divandan kurtulmak amacıyla şimdiden önlem alınıyor.
Diğer bir kesim (iktidar) ise, tam aksine bu adımları demokratikleşmenin yaygınlaşması olarak görüyor. Silahlı Kuvvetlerle başlayan ince ayar çabalarının şimdi de yargıya uygulandığını ve Avrupa Birliği’nin beklediği reformlardan oluştuğunu vurguluyor.
Bir kesim, bu taslağın anayasa mahkemesinden geri döneceğine inanırken, diğer bir kesim ise halkın oyuna gideceğini söylüyor.
Ne zaman biteceğini bilemediğimiz yepyeni bir gündemle haftaya başladık. Bundan böyle, Anayasa değişikliği tartışmaları günlük yaşamımızı kaplayacak, Çok heyecanlı ve bol kavgalı bir sürece girdik.
Bu kavgada muhalefetin direnmesini gayet iyi anlıyorum, ancak doğrusu hak veremiyorum. Başbakan ile kimi zaman ters düşüyorum ve eleştiriyorum, ancak bu defa attığı adımı destekliyorum.
Şu soruya yanıt arıyorum:
Anayasalar değiştirilemez mi?
Ahmet Altan’ın Cumartesi günkü Taraf gazetesinde yazdığı yazıyı okumadınız ise, büyük kayba uğramışsınız demektir.
Lütfen buldurun ve okuyun.
Başbakan’ın aynı gün yaptığı ünlü konuşmanın ardından yazılmış. Hatırlayın, kaçak çalışan 100 bin Ermeni’yi sınırdışı etmekle tehdit ettiği konuşmasına karşı çıkan köşe yazılarını topa tutmuş ve “Sen kimsin ya, bana nasıl özür dile, dersin?... Aynaya bak... Ülkenin avukatlığını yap...” diye, ben dahil bazı meslektaşımı yerden yere vurmuştu.
İşte Ahmet Altan Başbakanın o hiçbir eleştiriyi kabul etmeyen, tepeden bakan ve bir Başbakana hiç yakışmayan konuşmasını değerlendirdiği yazısına “Peki, sen kimsin?” başlığı koymuş ve Erdoğan’ın iniş çıkışlarla dolu politikalarına, konuşmalarındaki genel yaklaşıma dikkat çekmişti.
Bir iktidarın yeterli oy bulabildiği taktirde, Anayasayı değiştirmeye hakkı vardır. Hele “hakkında dosyalar bulunan ve seçime 13 ay kalan bir süreçte bu meclis anayasayı değiştiremez” mantığını kabul etmek imkansızdır.
Değişiklik yapılmak istenen maddelere itiraz edilebilir, sert tepki gösterilebilir, direnilebilir ancak “buna hakları yoktur” denemez. Demokratik bir rejimde, seçilmiş ve çoğunluğu olan bir iktidarın değişiklik yapma hakkı vardır.
Muhalefetin “yargı” konusundaki kuşkularını haklı buluyorum. Henüz bu konudaki kaygıları da giderilmiş değil. Yargıdaki yanlı tutumlar beni de rahatsız ediyor.
Neresinden bakılırsa bakılsın, nasıl yorumlanırsa yorumlansın, şu önümüzdeki taslak, şimdiye kadar yapılanlar arasında Türk yakın tarihinin en önemli değişiklik önerisidir.