Mehmet Ali Birand

Hayır Sayın Başbakan, O Ermenilere dokunmayın, aksine onları korumaya alın

18 Mart 2010
Başbakan’ın, Londra ziyareti sırasında nereden aklına geldiğini anlayamadığımız bir açıklama ile Türkiye’de izinsiz çalışan 100 bine yakın sayıdaki Ermeniyi toplayıp Ermenistan’a yollayabileceğimizi söyledi. Tam soykırım tartışmalarının yoğunlaştığı, ABD Kongresinde, İngiltere’de oylama olasılığının bulunduğu bir sırada böyle bir çıkışa ne gerek vardı ki... Üstelik o Ermeniler bizim dostlarımız, hayatlarını kazandıkları Türkiye’nin, Ermenistan’daki en güçlü lobisini oluşturuyorlar.

Haberi duyduğum zaman, inanamadım.

           

Nasıl olabilir, Türkiye Başbakanı nasıl olur da böyle bir şey söyleyebilirdi?

           

Kendi aklına mı geldi, yoksa başka biri mi bu fikri verdi?

           

Yoksa, bir yanlış anlama mı?

           

Yazının Devamını Oku

“TSK’dan bir tepki veya ters bir ses çıkmaz…”

17 Mart 2010
Genelkurmay’ın başlattığı yeni kamuoyu kampanyası, asker kesiminde moralleri yükseltmiş. İki günlük terör seminerinde genel bir özgüven havası hakimdi. Madalyonun öbür yüzünde ise, iktidar partisi ile TSK arasında tam bir güvensizlik var. Kısa sürede tamir edilemeyecek, uzlaşı ümidinin olmadığı bir sürece girilmiş. Her iki taraf birbirinin açığını kolluyor. Ortak nokta, bu ortam değişse dahi, TSK’nın bir daha eski dönemlerdeki etkinliğine dönmesinin çok güç olacağı...

İki gün süreyle Genelkurmay Başkanlığı’nın düzenlediği terör seminerine katıldım. Aslında yapılan konuşmalara  hiç ilgi duymadım. Yıllardan beri duyduğum görüşler tekrarlandı. Hepsi önemli ve değerli kişiler, önemli ve değerli görüşler ortaya koydular. Ne yalan söyleyeyim, benim merakım bu seminere katılan askerlerin nabzını tutmaktı.

 

Hem toplantılarda, hem de davetlerde bol bol konuştuk. Sorduklarımızın büyük bölümü yanıtsız kaldı. Farkına vardım ki, muhataplarım da bir çok sorunun yanıtını bilmiyor. Onlar da bizim gibi, tahmin-yanılma metoduyla bir sonuca varmaya çalışıyorlar.

 

Genel izlenimim, madalyonun iki yüzü gibi...

 

Bir yüzünde, Genelkurmay’ın kamuoyuna yönelik yeni stratejisinin getirdiği memnuniyet var.

 

Yazının Devamını Oku

TSK, imajını düzeltme çabasında…

16 Mart 2010
ANKARAGenelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’un ardı ardına Milliyet ve Hürriyet’e verdiği ayrıntılı açıklamalar, ardından 80 ülkeden 461 katılımcıyla gerçekleştirilen sempozyum, uzun bir aradan sonra, TSK’nın yeni kampanyasının uygulamaları. Amaç kamuoyunun bir bölümündeki kuşku ve kaygıları gidermek. Dünkü toplantıda, alınan ilk sonuçlardan morallerin yükseldiğini görmek kolaydı.

Türk Silahlı Kuvvetleri, yeni bir sürece girdi.

 

Şimdiye kadar TSK, Genelkurmay vasıtasıyla sert tepkiler vererek kendini savunurdu.

 

Birgün tüm Kuvvet Komutanlarını toplayarak, ertesi gün bir savaş gemisi güvertesinden özel anlam yüklü mesajlar vererek, kimi zaman sesini yükseltip, kimi zaman kürsüyü yumruklayarak tepki verildi.

 

Ancak, bu tepki yöntemi beklenen sonucu vermedi. Ardı ardına açılan dosyalar, yeni iddianameler kamuoyundaki soru işaretlerini arttırdı. TSK da sert tepki göstermekle kaldı. İnandırıcı olmadı. Her tepkiden  sonra yeni bir olayın patlaması kamuoyundaki “güvenirlik” oranını aşağı çekti.

 

Yazının Devamını Oku

Org.Başbuğ’un hakkını yememeliyiz…

15 Mart 2010
Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, Türk Silahlı Kuvvetlerini en fırtınalı havada yönetmesini bildi. Hem içerden, hem de dışardan gelen baskılara göğüs germesini bildiği gibi, yargıya meydan okumadı, iktidara baş kaldırma anlamına gelecek adımlar atmadı. Uluslararası değişen koşulları, Washington ve Avrupa’da esen rüzgarları iyi okudu. İlerde daha da iyi değerlendirilecektir, ancak bugün için de, TSK’yı yavaş yavaş durgun sulara doğru götürüyor.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu ülkedeki konumu, 2006 yılından bu yana dramatik bir değişimden geçiyor. Özellikle son iki yıldır bu süreç giderek daha da hızlandı. Artık, geçmiş yıllardaki TSK yok. Artık TSK’nın iç politikaları şekillendirmesi, TSK’nın dış politikadaki ağırlığı kalmadı.
 
Bu noktaya gelinmesi hiç kolay olmadı.
 
Üstelik henüz yolun da sonuna gelinmedi.

Değişimin hızlandığı son iki yılda, bu büyük kurumun dümeninde Org. Başbuğ vardı. Bence, iyi ki de o vardı. Zira bu ülkenin istikrarını bozabilecek birçok yol kazalarının, Başbuğ’un tutumu sayesinde önlenebildiğine inanıyorum.
 

Yazının Devamını Oku

Sakık’ın şaşırtan açıklamaları…

13 Mart 2010
Şemdin Sakık kitap yazdı ve beni de çok yakından ilgilendiren ANDIÇ konusunda önemli bilgimler verdi. Hele yakalanış hikayesi, daha da şaşırtıcı bilgilerle dolu. Örneğin, Sakık’ın yakalanışı hakkında kahramanlık destanları yazılmıştı. Meğer yakalayıp Türkiye’ye teslim eden kimmiş biliyor musunuz?

Yıllar boyunca, kimin yakaladığı hakkında çeşitli hikayeler yazıldı. İnanılmaz kahramanlık destanları dizildi. Meğer Şemdin Sakık’ı, Barzani Türkiye’ye teslim etmiş.

 

Şemdin Sakık’ın anlatımı, Tuncer Güney’in editörlüğü altında Lagin yayınlarının piyasaya verdiği “Şiddetin Sefaleti” adlı kitapta Şemdin Sakık, nasıl ve kim tarafından yakalandığını, bizlerin andıçlanmasına kadar giden olayların iç yüzünü nihayet aydınlatıyor.

 

Kitabın en ilginç bölümü şöyle:

 

 Beni Yeşil yakaladı

15 Mart 1998’de örgütten ayrılıp KDP peşmergelerine sığındım. Orada bulunan kardeşim Arif Sakık’la bir ev kiralayıp normal yaşama geçtik. Bu sırada KDP ve Türk yetkililer, Türkiye’ye getirilmemiz için bazı görüşmeler yapıp anlaşmışlar. 13 Nisan 1998’de başlarında Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın bulunduğu beş kişilik bir ekip bizi Kuzey Irak’tan alıp Silopi’ye getirdi. Silopi’de tutulduğumuz üç saat boyunca öldüresiye kaba dayaktan geçirildik. Bu sırada birisi işkence gördüğümüz odanın kapısını çalıp içeri girdi: “Ankara’dan talimat var, bu kişiler öldürülmeyecek ve en kısa sürede mahkemeye çıkarılacaklar, onları artık dövmeyin...” haberi verdi. Sonra bizi Diyarbakır’a getirdiler.

Yazının Devamını Oku

Sivil kesim artık, askeri rahat bırakmalı…

12 Mart 2010
Bu ülkenin sivil kesiminin önemli bir bölümünde, hemen hergün aynı konuşmalar yapılıyor. Ak Parti’nin bu ülkeyi felakete götürdüğü anlatılıyor ve arkasından da “Kardeşim bu gidiş konusunda birileri birşeyler yapmalı” deniliyor. Açıkça söylenmiyor, ancak lafın altında askerin birşeyler yapması isteniyor. Türk Silahlı Kuvvetlerine bundan daha büyük bir zarar verilemez. Artık askerimizi kışkırtmaktan vaz geçelim. Zira bugün askere yönelik suçlamaların önemli bir bölümünün altında, sivillerin sorumluluğu var.

Geçenlerde, Türkiye’nin yönetimine dolaylı şekilde karışan veya müdahele edebilen bir gurup ile birlikteydim.

           

Hepsi sivil, hepsi zengin, hepsi etkili kişilerdi.

 

Ülke  yönetiminde söz sahibi çevrelere istedikleri anda hemen ulaşabilen, söyledikleri gazete sayfalarına yansıyan, her attıkları adım olay olan, Uluslararası çevrelerde tanınan ve görüşlerine önem verilen elit bir  insan grubuydu.

 

Bütün gece boyunca ne konuşuldu, tahmin edebilirsiniz.

 

Yazının Devamını Oku

Ermeni Protokolü elimizdeki en güçlü karttır…

11 Mart 2010
Muhalefet partileri son derece sertler. Biran önce, Ermenistan ile imzalanmış olan protokolün yırtılıp atılmasını istiyorlar. Bunu, İktidar partisini köşeye sıkıştırmak için söylüyorlar. Oysa yakından baktığımız taktirde, eğer bu protokol olmasaydı, Amerikan Kongresi Komitesindeki oylamada Türkiye lehinde 22 oy çıkmazdı. Protokol ,Türkiye’ye tahminlerin ötesinde moral ve siyasi bir destek sağladı. Şimdi bu protokolu yırtıp atmak, kendimizi ayağımızdan vurmaktan farksızdır.

24 nisan tarihi yaklaşıyor ya, her yıl aynı dönemde seyrettiğimiz filmi tekrar görüyoruz. Ancak dikkat edelim, her geçen yıl durum biraz daha gerginleşiyor. Türk- Amerikan ilişkileri inanılmaz zedeleniyor. Sonra da, açılan yaraların kapanabilmesi için inanılmaz çaba harcanıyor. Tabii sonunda zararlı çıkan taraf bizler oluyoruz.

           

Aslında, bu gidişin ne kadar tehlikeli olduğunu gören taraf Başkan Obama idi.Sırf bundan dolayı, Ankara’ya geldi ve Ermenistan ile Türkiye arasında bir müzakere sürecinin başlamasını istedi.

           

Obama’nın amacı , müzakere sürecini başlatmak ve bu sayede, Ermeni lobisinin baskısından kurtulmaktı. Zira seçim sırasında Soykırım konusunda kendini bağlamıştı.

           

Nitekim, Ermenistan ile Türkiye arasında imzalanan tarihi protokol, Erivan’ı değil asıl Ankara’ nın hayatını kolaylaştırmıştır.

           

Yazının Devamını Oku

Deprem vuracak, bizler seyredeceğiz…

10 Mart 2010
Kimse bu olayı fakirliğe bağlamasın, Kerpiç binalar nedeniyle 51 kişinin öldüğünü söylemesin. Bu kadar insanı kaybetmemizin nedeni bizleriz. Bunca yıldır bu ülkeyi yönetenlerden tutun bürokrasiye, belediyelerden size bana kadar hepimiz sorumluyuz. Kim ne derse desin, umurumuzda bile değil. “Canımızı Allah verdi, Allah aldı” deyiveriyoruz. Ne insanımıza, ne de hayata önem veriyoruz. Bari suçu başkalarına atmayalım. Zira gerçek suçlu bizleriz.

Bu konunun en önemli isimlerinden biri sayılan Naci Görür (İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji mühendisliği öğretim üyesi), 2007 yılında açıkça söylüyor. Elazığ bölgesinde bir deprem beklenmesi gerektiğini ve inşaatların buna göre yapılmasını, köylerin fayların geçtiği bölgelerden kaldırılmasını belirtiyor. Üstelik konuşması kitap halinde toplanıp herkese dağıtılıyor.

 

Sonuç ne ?

           

Koskocaman bir hiç...

           

Görür, herşeyi söylediklerini anlatıyor.

           

Yazının Devamını Oku