Bu ülke kadar başarıdan hoşlanmayan, başarılı insanları cezalandırmaktan keyif alan, herhalde başka bir yer yoktur.
Kim başarılı olur ve zenginleşmeye başlarsa, hemen peşine takılırız.
Ya hırsızdır...ya dolandırıcı...veya iktidarı yalayıp ihale kapmıştır.
Kendimiz böylesine art niyetli ve kötü düşünceli olunca, yasalarımızı da bu mantığa uygun şekilde düzenleriz. Yasaları öyle yazarız ki, önümüze gelen dosyanın mutlaka kötü yanını çıkarmak için tuzaklar kurarız.
Ben, her hafta yaşanan gurup toplantılarına “ Salı Show’ları”adını taktım.
Her Salı günü,TRT’den canlı yayınlanan bir Show bu...
TBMM’de partilerin gurupları toplanıyor ve liderler bu toplantıları hem birbirlerine yanıt vermek veya karşı tarafı yıpratmak , hem de teşkilatlarına mesaj vermek için kullanıyorlar.
Kim bir diğeriyle daha iyi alay eder, kim daha iyi bir noktada açığını bulursa veya kim daha sıkı hücum ederse daha çok alkış ve prim sağlıyor.
Bana istediğiniz kadar aksini söyleyin, yine de kabul edemiyorum. Yargının, belediye’nin metrobüs biletlerine yaptığı zammı “fazla bulup” iptal etmesinden söz ediyorum.
Karar halk tarafından beğeniyle karşılandı. Sonuçta da zam geri alındı. Aslında herşey yasalara uygun şekilde yapıldı.
Gaddar belediye, yargı tarafından doğru yola getirilmişti . Yargı fakir halkı korumuş oldu.
Şimdi burada bir dakika duralım.
Gündem değişti ve Kürt Açılımını (Demokratik Açılım) unutuverdik.
Ne acı değil mi ?
Oysa Türkiye’nin hayati önemdeki tek konusu olan Kürt Sorunu’dur. Ne Asker ile ilişkiler, ne MHP, ne Ergenekon. Kürt sorununu çözememiş bir Türkiye hiçbir zaman zenginleşemez ve mutlu olamaz. Buna rağmen, ne kadar marjinal, hatta abuk sabuk işlerimiz varsa onlarla uğraşıyoruz ve Demokratik Açılımını rafa kaldırmış durumdayız.
Bu noktaya gelmemizde hepimizin rolü var. Ne sadece muhalefeti, medya’yı suçlayalım. Ne Öcalan’ı, ne de PKK’yı.
Hayatımız kavga ortamında geçiyor.
Gün yok ki, yeni bir gerilim, yeni bir kavganın içine düşmeyelim.
Birgün Tekel İşçilerinin sorunuyla birbirimize giriyoruz.
Ertesi gün, Asker-Sivil tartışmalarının içine dalıyoruz ve neresinden çıkacağımızı da bir türlü bilemiyoruz.
Meclis’te yaşananlar, bundan daha kötü bir döneme rastlayamazdı.
Tam, Türkiye’nin her türlü vesayetten kurtulması ve demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlerliğinin sağlanması talepleri konuşulurken, Meclis’in henüz bu olgunluğu gösteremediği görüldü.
Parlamenterlerimizin, birbirlerine sokak kabadayıları gibi küfretmeleri, mahalle kavgasını andıran bağırtılarla birbirlerinin üstlerine yürümelerini gören vatandaş sizce ne der?
Bizi yöneten kişilerin böylesine pespaye şekilde birbirlerine girmelerini izleyen toplumun önemli bir bölümü, “Bu adamlar mı bizi yönetecek? Bunlara mı güveneceğiz? Ülkeyi bu kişilere mi bırakacağız?” demez mi?
Bugün sizleri biraz başka konulara çekmek istiyorum. Zira iç konulardan artık hepimize gına geldi.
Uzunca süredir araştırdığım ve son günlerde tamamlayabildiğim bir gelişmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Konu, Türkiye’nin İran’a yaklaşımı.
Dışardan baktığımızda nasıl bir manzara ile karşılaşıyoruz?
Eminim sizlerin de dikkatinizi çekmiştir.
Son günlerde Ak Parti’nin üst düzey yetkililerin konuşmaları değişmeye başladı. Örneğin Başbakan’ın TRT’deki söyleşisinde öyle cümleler kurdu ki, Anayasa değişikliğinin seçim sonrasına ertelenme olasılığının büyük oranda arttığını gösteriyor.
Ne oranda kesinleşti, henüz bilemiyorum.
Ancak, işaretler giderek artıyor.