Taksim olayı bekleniyordu. Zira pazar günü, PKK’nın ateş-kes kararını vermesi gerekiyordu. Neresinden bakılırsa bakılsın, istenilen yere çekilebilinecek bir saldırı.
Birkaç senaryo var:
PKK gözdağı mı vermek istedi?
İlk akla gelen, PKK’nın, Ateş-Kes kararını verirken Türk kamuoyuna bir mesaj vermek istemesi.
“Ateş kesiyoruz, ancak bakın gerekirse sizi nasıl rahatsız ederiz...” mesajı mı?
“Ateş kesiyoruz, ancak istediğimiz anda yine her yeri kana bulayabiliriz...” mi denmek isteniyor?
Eğer bombanın arkasında gerçekten PKK varsa, bu adamların barış peşinde koşmadıkları, BDP’nin etkisizleşmesini istedikleri sonucunu çıkarabiliriz.
Bugünkü ortamda bakarsak, barıştan kim söz edebilir? Hangi hükümet adım atabilir?
Bu çok garip ve çok önemsenecek bir olaydır.
Dışardan bakıldığında, kolay kolay hoşgörü veya anlayışla karşılanamayacak, kabul edilemeyecek bir davranıştır. Askerin başkomutanına bir nevi başkaldırısı gibi yorumlanabilir.
Bu yaklaşım “seni tanımıyorum” demektir.
Süleyman Demirel’in, Sabah yazarı Yavuz Donat’a dediği gibi, “Türkiye’de iki ayrı devlet yoktur”.
KILIÇDAROĞLU, ARTIK TEK PATRON...
CHP’de yepyeni bir dönem başlıyor.
Yargıtay Başsavcısı, Kılıçdaroğlu’nun sorunlarını halledebilmesi için adeta altın bir olanak yarattı. Kurultay’a gidilmesine gerek olmadığını, yeni tüzüğün devreye sokulmasının yeterli olacağının belirtilmesi, CHP liderinin elini kolaylaştırdı, önünü açtı.
Önümüzdeki Çarşamba günü, partide ki sistem tümüyle değişiyor. Zira yeni tüzük uygulamaya giriyor.
Hiçbir sorumluluğunuz olmadan fikir ileri sürmek, alacağınız kararın yansımalarını bilemediğiniz koşullara rağmen görüş açıklamak çok kolaydır . Şöyle yapılsın böyle edilsin, dersiniz , olur biter. Sonra da “tabii ben demiştim” diye akıl dağıtmaya devam edersiniz.
CHP’nin Cuma günü Köşk’e çıkıp çıkmayacağı hakkında yazıya otururken, hep bunlar aklımdan geçiyordu.
Kendimi Kılıçdaroğlu’nun yerine koymuyorum.
Vereceği kararın, parti içinde ve CHP tabanındaki yansımalarını da tam hesap edemiyorum. Ancak herşeye rağmen, hiç değilse bir bölüm CHP’linin hissiyatını yansıtmak istiyorum.
Ne yapalım ki yasalar böyle.
Hrant Dink’i katleden Ogün Samast’ın cinayet günü “çocuk olduğu” saptandı. 18 yaşın altındaki bu “çocuğun (!)” davası da bundan sonra “çocuk mahkemesinde” ve psikolojisi bozulmasın diye tek başına görülecek. Aslında doğru bir yasa, ancak konu Ogün Samast olunca, kamuoyu tepki gösteriyor.
Hrant Dink olayı zaten devletin bir yüz karası, bir ayıbıdır. Buna bir de yasa boşlukları eklenince insan isyan ediyor.
Emin olun, zaman zaman “Bir gün bu oğlandan, verdiğimiz sıkıntı nedeniyle özür dilemek zorunda kalabileceğimizi” dahi düşünür oluyorum ve kan tepeme fırlıyor.
İktidar, HSYK ile uğraştığı kadar biraz da gerçek yargı reformuyla uğraşsa, bu ülkeye çok büyük yarar sağlayacak.
* * *
ERDOĞAN, ASKERLİK ÜZERİNDEN SEÇİM GOLÜ ATTI (1870)
Geçen hafta, Amerika ve Avrupa'nın nabzını yokladım.
Arka arkaya, Avrupa politikasını elinde tutan önemli liderlerle buluşabildim. Kimiyle (Alman Cumhurbaşkanı Wulff, eski Fransız Başbakanı Juppe) yemek yedim, kimiyle (Belçika Dışişleri Bakanı Vanackere, İngiltere Avrupa İşleri Bakanı Lidington ve AB Komisyonu Komiseri Fule) Boğaziçi Konferansı'nda bir araya geldim.
Amerika’nın nabzını da TÜSİAD’da tuttum. TÜSİAD'da hafta içinde, Washington’a gidip Obama yönetimiyle temaslar yapan üyelerini ve akademisyenleri topladı ve Türkiye’nin oradan nasıl göründüğü konuşuldu. Bilgi dolu bir toplantıydı.
Aynı günlerde, İngiliz Economist dergisinin son sayısı yayınlanmıştı. 14 sayfalık, özel Türkiye ekinin başlığı: Türkiye batıya sırtını mı dönüyor? idi.
Anlayacağınız, her tartışma şu iki soru etrafında döndü:
1. Türk Dış politikasında bir eksen kayması görüyor musunuz? Görüyorsanız, bu durum sizi rahatsız ediyor mu?
2. Türkiye’nin Avrupa’ya yürüyüşünü engelleyen en önemli unsur nedir?
* * *
Yarınki maçı düşündükçe içim kararıyor.
Bir yanda, formunun en üst noktasında bulunan bir Fenerbahçe takımı var. Etkili bir kadro kurmuş, golcü yabancılarını dizmiş ve daha da önemlisi, bizim bir türlü şansımızın tutmadığı Kadıköy stadında ve kendi seyircisi önünde oynanacak bir derbi maçı.
Buna karşılık, yönetiminde bir karmaşanın yaşandığı izlenimini veren bir Galatasaray takımı. Ben dışarıdan izliyorum ve bizim gibi taraftarlara yansıyan manzara hiç iç açıcı değil. Adnan Polat, belki çok farklı bir yaklaşım içindedir ve ortada karmaşa değil, çok uygun bir yönetim şekli vardır.
Bilemiyorum, ancak dış görünüş kötü.
Ankara’da iki gündür yaşanan kriz, bazı tutumların biraz daha netleşmesine yaradı.
Yanılabilirim belki, ancak yapılan açıklamaları iyi incelediğimiz zaman karşımıza son derece ilginç bir manzara çıkıyor.
Gelin bunları paylaşalım:
1) Muhalefet, başörtüsü veya türbanın özellikle üniversitelerde yasaklanmasının artık imkansızlaştığını, yani birinci siperin düşmek üzere olduğunu görünce, direnmek yerine serbest bırakılmasında ön almanın, siyasi yönden daha fazla oy getireceğini gördü ve harekete geçti. Özellikle CHP, türbanın ilerde ilk ve orta öğretim ile kamusal alanda kullanılmayacağı konusunda güvence elde etmek ve böylece, AKP'nin elinden türban kozunu almak istedi. Ancak bunu başaramadı.
TEK AMAÇ TÜRBAN DEĞİLDİ...