Yüksek Askeri Şura, yılda iki defa kamuoyunun önüne çıkar.
Kısaltılmış adı da YAŞ’dır.
TV ve gazetelerde, asık suratlı hükümet üyeleri ve onlar kadar asık suratlı komutanların resimleri yayınlanır. Aslında bu asık suratlılık, ciddi görünme çabasından geldiği için, bu konuda özel bir çaba harcanır. Oysa kimse, eski Sovyetler Birliği Politbüro toplantılarını andıran bu resimlerin, toplumda sempatiyle karşılanmadığını, tam aksine asker-sivil ilişkisini, soğuk ve mesafeli bir süreçte tuttuğunu bilmez.
YAŞ hayatımıza 1971 Muhtırası ile birlikte girdi.
Wikileaks...
Bu ismi bundan böyle aylarca duyacaksınız.
Kelimenin İngilizce açılımı şöyle: What I Know is Leak
Şöyle tercüme edilebilir: Ne Bilirsem Sızdırırım...
Her ülke kendi dış politikasını, kendi çıkarlarını dikkate alarak oluşturur ve uygular. Her iktidarın da, kendine özgü bir yoğurt yiyişi vardır.
Ak Parti iktidarı, Türkiye’nin genel dış yaklaşımını değiştirdi. 2008’den bu yana, geçmiş yıllardaki alışılmış Batı Merkezli (ABD ve AB’ye endeksli) politikalarda ayarlar yapıldı ve kendine özgü bir politika izlenmeye başlandı.
Bulunduğumuz bölgenin sorunları öne alındı.
İslam dünyasına daha fazla önem verilir oldu.
Ekonomik çıkarlar gözetilerek politikalar üretildi.
Özetle, Türkiye dünyaya eskisi gibi bakmayan, sadece Washington- Brüksel eksenli kararlar almayan bir ülke konumuna girdi.
İsrail ile sürtüşmeye girildi, İran’ın yanında yer alındı, Sudan’da ki rejim desteklendi. vb...
ABD’YE RAĞMEN BÖLGE LİDERİ OLUNAMAZ...
Türkiye, özellikle 2008’den itibaren, Gül’ün Dışişlerini bırakıp Çankaya’ya çıkması ve yerine Ahmet Davutoğlu’nun gelmesiyle birlikte, dış politika uygulamalarını değiştirmeye başladı.
Davutoğlu’nun dizayn ettiği ve Başbakan’ın onayladığı bu yaklaşımla, Ankara kabuklarını kırdı, eski kemikleşmiş yaklaşımlarını değiştirdi. “Sıfır Sorun” politikası olarak adlandırılan yeni yaklaşımla, Türkiye bölge sorunlarında çok daha aktif bir tutum aldı.
Artık eskisi gibi, büyük ağabeyler ne derlerse onu yapan, karışık sorunlara bulaşmaktan kaçınan, sadece kendini düşünen, ne kokan ne de bulaşan bir ülke olmaktan çıktı.
Karakteri olan, kendine özgü ilkeleri bulunan, son derece faal, son derece cesur, tabular yıkan, alışılmışın dışında bir politika başlatıldı.
Her yenilik gibi, Davutoğlu’nun yaklaşımı hem içeride, hem de bir kesim ülke kamuoyunda büyük alkış topladı. Uzun yıllar sonra Türkiye ilk defa sahneye çıkıyor, ağırlığını hissettiriyordu. Bu yeni politikalar, özellikle Orta Doğu ve Orta Asya’dan, Türkiye’ye büyük yatırımların akmasına, Türk iş adamlarına yeni iş sahaları açılmasına yaradı.
Tabii ki, her şey harika değildi. Zaman zaman abartılı ve sonuçtan çok, işin içinde bulunulduğu gösterisine yönelik işler de yapıldı. Genel bir strateji eksikliği ve günlük yaşam nereye iterse oralara kayıldığı gözlendi ve sert eleştiriler de oldu.
YAHUDİ LOBİSİ SIRT DÖNÜNCE HER ŞEY DEĞİŞTİ...
Yahudi Lobisi Türkiye’ye resmen dişlerini gösteriyor. Washington onların arka bahçesi. Kongre’de, medyada, Üniversitelerde, Sivil Toplum Örgütlerinde hangi kapıyı açsam, şimdiye kadar Türkiye’yi kollayıp koruyan lobinin temsilcileriyle karşılaştım. Ateş püskürüyorlar. Açıkça güç gösterisi yapıyorlar. Amerika başta olmak üzere, batı dünyasını nasıl etkileyeceklerini gösteriyorlar. Henüz ipi kesmiyorlar, ancak “Eğer daha ileri giderseniz, ipinizi de keseriz” mesajı veriyorlar.
Türk-ABD ilişkilerini merak edenler bir noktayı iyi bilmeliler.
ABD için İsrail bir yana, dünya bir yanadır.
Obama yönetiminin Türkiye ile ilişkilerini yakından izleyen bir yetkiliye göre, Başkan’ın büyük hayal kırıklığı, Başbakan Erdoğan’ın tam 45 dakika süreyle ricalarda bulunmasına rağmen, İran konusundaki oyunu değiştirmemesi ve İsrail konusunda da son derece sert konuşmalar yapması.
Toronto kentindeki son görüşmenin içeriğini bilen bir diğer Amerikalı yetkiliye göre , bu görüşme iki müttefik arasındaki bir diyalog gibi değil, “Birbirine çok kızgın iki eski dostun hesaplaşması gibi sert” geçmiş.
Beyaz Saray’da şu sıralarda Türkiye hiç popüler değil. Oysa Obama, yönetime ilk geldiğinde Türkiye’ye öncelik vermişti. “Model Ortaklık” deyimini kullanmış, Stratejik İşbirliği- Stratejik Ortaklık’ tan söz etmişti.
Ancak, Türkiye’nin
Türk kamuoyu pek farkına varmadı, ancak ABD ve NATO ile ilişkiler açısından, Ankara geçen hafta sonu Lizbon doruğunda, isteklerinin tümü kabul edilmemesine rağmen, tutumunu değiştirmesi sayesinde, kelimenin tam anlamıyla, uçurumun kenarında durdu.
Önceki yaklaşımını sürdürseydi, uçuruma düşmesi işten bile değildi.
Bu sonucu, başta Gül’ün ısrarı ve Erdoğan’ın onayı sağladı. Ancak yine de her şey bitmiş değil. Ak Parti iktidarı, önümüzdeki çalışma döneminde itirazlarını tekrarlarsa, yine kıyametlerin kopacağını bilmemizde yarar var.
Ankara’nın ortaya attığı itirazlar ve genel tutumu, Washington ve diğer bazı NATO başkentlerinde ipleri öylesine germişti ki, NATO tarihinin en önemli doruğu olarak nitelenen bu toplantıdaki olası bir Türk vetosu, Türk-ABD ilişkilerinde büyük bir kriz başlatabilecekti.
Bayram tatili nedeniyle yurt dışına hareket etmeden önce, tüm okurlarımın Bayramını kutlamak isterim. Bir hafta süreyle, inşallah kavgasız ve gürültüsüz, mutlu ve sağlıklı yaşayalım ve hayatın tadını çıkaralım.
Gider ayak, bir başka konuya da değinmek istiyorum.
Günlerdir tartışılıyor.
1) Program yaptıkları için TRT’den para alan gazeteciler eleştiriliyor. Neden, anlayabilmiş değilim. Gayet tabii alacaklar. TRT ekranlarına çıkıp zamanlarını ve bilgilerini verdikleri bir işte neden para almayacaklarmış? Son derece haklılar ve söyliyeyim, çok da az parayla yetiniyorlar. Daha fazlasını istemeliler.
2) Memecan, Kılıçdaroğlu’nu dansöz şeklinde karikatürize ettiğinden dolayı yerden yere vuruluyor. Neden, onu da anlayabilmiş değilim. Karikatür bir sanattır ve dünyanın hiçbir yerinde sınırları yoktur. Tahammülü olmayan toplumlar karikatüristlerini yerden yere vururlar.