Mehmet Ali Birand

Avcı’dan değil, devletten şikayetçi oldum

10 Ekim 2010
Herkes, Hanefi Avcı’nın evinde çıktığı ileri sürülen ses bantları konusunda neden şikayetçi olmadığımı merak ediyor. Twitter’de olsun, Facebook’ta olsun soru yağmuruna tutuluyorum. Bana bantlar dinletildi ve bir soru soruldu. Bu soruya da başka türlü yanıt veremezdim. Bakın o soru neydi...

Şimdi cennet vatanın son gündem maddesi, Hanefi Avcı’nın çalışma odasından çıktığı ileri sürülen ses bantları. Bu bantlarda sesi duyulan gazeteciler mağdur sıfatıyla ifade veriyorlar.
 
İlk çağırılanlardan biri de bendim .
 
Savcı’ya “şikayetçi olmadığımı” söyledim.
 
Ne garip bir dünyada yaşıyoruz.

Yazının Devamını Oku

Kendi sesiniz dahi komplo hissi veriyor

9 Ekim 2010
Savcılıkta, 28 şubat döneminde yaptığım bazı telefon konuşmaları dinletildi. Hanefi Avcı’nın bürosunda bulunmuş. Şimdiye kadar böyle bir olayla karşılaşmamıştım. Savcı bandı dinletirken kendi sesimden irkildi. Çok garip bir his. Son derece normal bir konuşma dahi, birilerine komplo kurmak istiyormuşum hissini veriyor. İnsan kendini, mahremiyetine girilmiş gibi hissediyor. Korkunç bir his...

Telefonumun birileri tarafından izlendiğinden hep emin olmuşumdur da, fiilen banda alınmış bir konuşmamı hiç dinlememiştim.

 

Önceki gün, Ağır ceza savcılarından biri davet etti ve önüme 3-4 konuşmamı koydu.

 

Bunlar, 28 şubat döneminden kalma bantlardı.Hanefi Avcı’nın evinde yapılan araştırmada bulunmuş.

 

32. Gün ekibiyle program hazırlama tartışmaları, arkadaşlarımla sohbetlerimi kapsayan konuşmalar.

 

Yazının Devamını Oku

Bıktık artık, bırakın istedikleri gibi giyinsinler…

8 Ekim 2010
Türkiye’nin büyük bölümü, Üniversitelerdeki türban tartışmasından artık bıktı. Hepimiz yorulduk... Siyasetçilerimiz ise, artık açıkça anlaşılıyor, bu tartışmalardan besleniyorlar. Türban üstünden kavga edebiliyorlar, nemalanıyorlar. Sürekli tartışıyoruz, bu arada da gençlerimizin bir kesimi hırpalanıyor, diğer bir kesimi de devlete intikam hisleriyle doluyor. Yetti artık. Bırakın Üniversitelilerin yakasını, istedikleri gibi giyinsinler...

Ben bıktım artık.

 

Türban veya Başörtüsü, ne derseniz deyin, ancak bu toplum da yoruldu.

 

Yine dönüp dolaşıp, Üniversitelerde türban’ın serbest bırakılıp bırakılmamasını tartışmaya başladık.

 

Yetti...Açıkçası yetti.

 

Yazının Devamını Oku

Gülen cemaati, sır perdesini daha da aralamalı

7 Ekim 2010
Gülen Cemaati ile ilgili ülke efsanelerini dün sizlerle paylaşmıştım. Bu ölçüsüz abartılara gerekli önlemler alınmazsa, ilerde nasıl tehlikelerle karşılaşılacağından söz etmiştim. Cemaati, diğer Vakıf veya guruplaşmalardan ayıran en önemli unsur nedir biliyor musunuz?

Gülen Cemaati hakkındaki Ülke Efsanelerini dün sizlerle paylaşmıştım.

Bu Cemaati diğer gruplaşmalardan ayıran en önemli unsur, kurmayı başardıkları mekanizmadır. Disiplinli, birbirine inanarak çalışmaları ve Gülen hocalarına olan sadakatleri.

Türk toplumu, temelden disiplinsiz ve koordinasyonun ne demek olduğunu bilmediğinden dolayı, Cemaat’in faaliyetlerini, olduğundan da fazla yüceltiyor, abartıyor ve efsaneleştiriyor.

Cemaat, benim dışarıdan görebildiğim kadarıyla, son derece iyi organize olmuş bir görüntü veriyor. Kim ne yapacağını biliyor ve bir başkasının işine karışmıyor.

Vakıf çalışmaları, içeride ve dışarıdaki eğitim mekanizmaları iyi işliyor. Bu çarkı çevirebilmek için gereken mali katkı mekanizması da son derece başarılı. Para verenlerin bir bölümü isimlerinin dahi duyurulmasını istemiyor, diğer bir bölümü de karşılığını sormuyor.

İnanca ve sevgiye dayalı bir çark, dişlileri kırılmadan dönüyor.

Bu birlikteliği yaratan da Fethullah Gülen.

İşin temelindeki felsefe, muhafazakar, dini değerlere önem veren genç bir nesil yaratmak.

Yazının Devamını Oku

Cemaat, efsaneleşen gücü’nün esiri oluyor…

6 Ekim 2010
Bilmem durumun farkındalar mı, ancak Gülen Cemaatini son derece ciddiye alınması gereken bir tehlike bekliyor. Komplo teorilerine hemen inanan ve gerçek olarak kabul eden Türk toplumunun gözünde bu Cemaat, gerçek boyutlarının ötesinde efsaneleşiyor. Gücü öylesine abartılarak dilden dile dolaşmaya başladı ki, önlem alınmazsa, birgün o güç kendini yok edebilecek.

Türk toplumuna yepyeni bir efsane yaratılıyor.
 
Bu efsane’nin adı : Gülen Cemaati.
 
1970–2000 arasında, yaklaşık 30 yıl süreyle bir ölüm-kalım mücadelesi veren Cemaat, şimdilerde inanılmaz bir güç atfedilen, ülkenin her kurumuna hakim, her gelişmenin altından çıkan, müthiş bir organizasyon konumuna girmiş durumda. Neredeyse, bir mafya gibi koordineli çalışan, her yerde bir adamı bulunan örgüt gibi sunuluyor.
 
Belki kimilerinin hoşuna gidebilir, ancak önlem alınmazsa, bu gizemli hareket bir süre sonra, iktidarlar tarafından tehlike olarak görülebilir. Eskiden, Cemaati sürekli şekilde asker izler ve örselerdi. Yok etmeye çalışırdı.Eğer bu gidiş değişmezse, ilerde siyaset peşine düşer ve yok etmeye kalkabilir.

Yazının Devamını Oku

İmamdan kanaat önderi yapamazsınız…

5 Ekim 2010
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, yeni bir proje açıkladı. Eğer üzerinde iyi çalışılmaz ve iyi anlatılmazsa, çok sakıncaları olabilir ve toplumu istenmeyen noktalara götürebilir. İmamların bırakın kanaat önderliği yapmalarını, dini açıdan neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlatsınlar, hurafe yayan sahte hocalardan toplumu kurtarabilsinler yeter...

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu  son derece saygın ve bilgili bir insandır. Onun, Diyanet Başkanlığı gibi, son derece duyarlı bir kurumun başında bulunması da bir şanstır. Bilgi ve yeteneklerini kimsenin tartışmadığı bir bilim adamıdır.
  
Bardakoğlu’nun geçen haftasonu gazetelere yansıyan bir konuşmasını okudum. Diyanet’in uygulamaya koyacağı yeni bir projeden (Cami dışı Din Hizmetleri) söz etmiş. Gazetelerin, bu konuşmayı kuşa çevirip yayınlamış olacaklarını bildiğimden dolayı, mesafeli davranıyorum. Projeyi daha ayrıntılı dinledikten sonra daha kesin bir fikir sahibi olabiliriz. Ancak, bu kadarıyla dahi, bende kuşku yarattı.
  
Bardakoğlu'nu, iyi anlayabildiysem, İmamların sadece namaz kıldıran kişi değil, aynı zamanda insanlara akıl veren, yaşamlarında karşılaştıkları güçlükler veya sorunlar karşısında nasıl davranmaları gerektiğini anlatan, fikir veya akıl veren bir rol oynamalarını istiyor. Bir konu veya sorun karşısında zora düşen bir kişi, aile, mahalleli veya köy halkı, İmam efendiye baş vuracak ve akıl alacak. Bunu sağlayabilmek için yeni bir mekanizma oluşturuluyor.
  
Benim ilk aklıma takılan “Bazı açılardan yararlı görülebilirse de, Kanaat Önderliği gibi son derece iddialı bir işlev, İmamlarımızın kapasitelerinin ötesine geçmiyor mu?” sorusu oldu.

Yazının Devamını Oku

Ne kadar ekmek o kadar köfte…

2 Ekim 2010
PKK’nın ateşkes kararını bir ay süreyle uzatması bize bu değişi hatırlattı. Açıkçası Kandil “Sen istediklerimi verirsen ben de seni bombalamam” mesajı veriyor. Türkiye’den istediği “Operasyonlar dursun” çağrısına yanıt alamayacağını bildiği için bundan böyle adım adım ilerleyecek. Her şeye rağmen Kürt sorunu ve PKK teröründe önemli adımlar atılıyor.

PKK ateşkes süresini 1 aylığına uzattı. Oysa genel beklenti bunun an az 8 ay olacağı şeklindeydi. Kandil’den gelen mesaj “Ne kadar ekmek o kadar köfte” anlamına geliyor.

 

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin operasyonları  durdurmayacağı veya durdurma garantisi vermeyeceği ortada. Kandil işte buna karşılık kendini garantiye almaya çalışıyor. Ne kadar başarır bilinmez. Anlaşılan o ki, artık her ay yeni bir erteleme haberi bekleyeceğiz.

 

Ne olursa olsun bu gelişme dahi Kürt sorunu-PKK terörü bağlamında çok şeyin değişmeye başladığını gösteriyor. Yeter ki, iyi hesap edilsin ve seçim sonrasında başlayacak olan asıl pazarlıkları şimdiden sabote edecek girişimlerden kaçınılsın.

BODRUM’ DA BU GECE FIRTINA ESECEK ...

           

Yazının Devamını Oku

ABD ile tehlikeli sulara giriyoruz...

1 Ekim 2010
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerde gereken yumuşamanın görülmemesi, özellikle de Ankara’nın tutumunda belirgin bir değişiklik yapmaması, Washington’da ve daha da önemlisi ABD Kongresi ile etkili bazı Sivil Toplum Örgütlerindeki tepkileri arttırıyor. Türkiye, kendi kafasına göre takılmakla suçlanıyor. Böyle devam ederse, bir süre sonra, ciddi gerginlikler beklemeliyiz. Allahtan, Ankara da bu durumun farkında.

Türkiye-ABD ilişkilerinin nabzı yüksek atıyor.

           

Cumhurbaşkanı Gül’ün BM için gittiği New York temasları ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun yaptığı 88 ayrı görüşme, bu ilişkilerin hangi noktaya geldiğini açıkça ortaya koyduğu gibi, Türkiye “zararın neresinden dönülürse kardır” mantığıyla, çabalarını arttırmaya başladı.

           

Manzara şöyle:

           

Washington, giderek Ankara’nın tutumuna kızıyor.

           

Yazının Devamını Oku