Yarın seçimlerde oyumuzu kullanacağız.
Türkiye’de her seçim “önemli- olağanüstü-dönüm noktası” diye nitelenir, ancak bu defaki gerçekten kader seçimi olacaktır. Önümüzdeki 20 yılı şekillendirecek bir sonuç çıkacaktır. Sonuçlara göre, Anayasa değişikliği, Kürt Sorunu ve başkanlık sistemi Türkiye’yi ya bir yöne veya başka bir yöne çekecektir.
Eğer kampanyaların bir bilançosunu yapacak olursak, dört büyük parti arasında en ilginç süprizi CHP’nin yaptığını, en çalışkanın ise AKP olduğunu söyleyebiliriz.
EN ÇALIŞKAN, EN SERT VE EN ORGANİZE OLANIYDI
Başbakan’ın söyleşi maratonu devam ediyor. Her defasında aşağı yukarı aynı sorular soruluyorsa da, zaman zaman farklı yanıtlar alınıyor. Bu yanıtlar arasında benim en çok dikkatimi çeken, Erdoğan’ın askerlerle ilgili söyledikleriydi. Tümünü bir araya getirdiğimde, son derece ilginç bir tablo ortaya çıkıyor.
Hatırlayacaksınız, Ak Parti özellikle 2007 seçimini ve referandumu, halka TSK’ nın mağduru olduğunu anlatarak önemli bir oy kazandı. Hele ardından gelen Ergenekon ve Balyoz davalarında, bunlar her ne kadar yargının işi olsa da, fatura iktidara kesilmişti. TSK-Erdoğan ilişkileri en gergin noktalarına vardı.
Şimdi bakıyoruz, bu ilişkilerde önemli bir yumuşama var.
Benim en çok dikkatimi çeken üç gelişme şunlar:
- CHP’ nin aksine, Genelkurmay Başkanlığı’nın, Başbakanlık’tan alıp, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasını, bu aşamada istemiyor. Zamanının gelmediğini söylüyor. Bu konunun TSK açısından ne kadar duyarlı olduğunu bildiğini açıkça gösteriyor.
- 27 Nisan’ da Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ ın bizzat yazdığını söylediği ve medyanın muhtıra diye adlandırdığı açıklamanın muhtıra olarak görülmemesi gerektiğini söyledi.
Son günlerde, liberal-demokrat laik kesimin bir bölümünden en çok duyduğum cümlelerden biri bu...
“...Kardeşim, bu defa CHP’ye oy vereceğim. Ancak, Ak Parti oy kaybına uğrayıp, daha az milletvekili çıkarsın, yine de iktidarda kalsın istiyorum...”
Şaşırıyorsunuz ve “ Neden? Böylesine karmaşık bir hesaba gerek var mı? Kimi istersen onu iktidara getir” diyorsunuz.
Yanıt daha da ilginç.
Büyük bir ayaklanmayla (!) karşı karşıyayız.
Posta'da geçen hafta yazdığım ve özetle, "Biz laiklerin genlerinde asker sevgi ve saygısı var. Onların darbe yapmaları bize hiç ters gelmezdi . Aksine gerektiğinde kışkırtırdık.." dediğim yazılarıma çok ilginç tepkiler var. Giderek de artıyor.
Benim kuşağımdan olan ve benimle aynı hisleri paylaşan laik dostların bir bölümünün tepkisi "Karşı tarafın eline koz verdin" şeklindeydi.
Çok şaşırdım.
Pazar akşamı Kanal D'de Başbakan ile bir özel 32.GÜN programı yaptık. Bilmem izleyebilme imkanınız oldu mu? Eğer kaçırdınızsa, bu söyleşinin bir özetini ve izlenimlerimi aşağıda aktaracağım. Ancak, benim en çok ilgimi çeken, uzun süre sonra, gülümseyerek konuşan ve hoşlanmadığı bazı dikenli sorulara dahi tahammül eden ve açıkça yanıtlayan bir Erdoğan ile karşılaşmış olmamdı.
İzmir ve İstanbul mitinglerinden çok memnundu, keyfi yerindeydi ve belki de ilk defa keyifli bir sohbet yaptık. Kimileri beğenmese dahi, sorulması gereken her soru da soruldu. Programın tek sevmediğim yanı, 22:00 yerine 23:00'de başlanabilmesiydi. Ne yazık ki, liderlerimiz zamanlamalarını iyi planlayamıyorlar. Mitinglerine de geç gelirler, verdikleri randevulara da... Özal da böyleydi, Demirel de, Erbakan da... Kimbilir, belki de Türk sisteminin en çok aksayan yanı bu...
"BEDEL ÖDEME" SÖZÜNDEN RAHATSIZ...
Başbakan açıkça söylemedi, ancak Abbas Güçlü için, Nuray Mert veya diğerleri için zaman zaman, tepki olarak "bedel öderler"demişti. Şimdi bu sözünden rahatsız olduğu, konuşma şekli ve vücut dilinden açıkça anlaşılıyordu. Kendini savundu ve neden bu tepkiyi gösteriğini anlattı, ancak bu sözün nasıl yanlış yerlere çekilebileceğinin de farkında.
Sanıyorum, bir daha bu tip "tehdit" kokan, amacını aşan bir çıkış yapmayacak veya iki defa düşünecektir.
Geçenlerde bir TV kanalında, medyamızın önde gelen isimlerinden biri konuşuyor ve genel durumu değerlendiriyordu. Önce pek anlamadım, ancak dikkat edince, konuşanın bir gazeteci değil, bir siyasi parti sözcüsüymüş gibi cümleler kurduğunu anladım. Kulaklarımı açtım ve duyduklarıma inanamadım.
İktidar partisini ve Başbakan’ı öylesine sert, öylesine aşağılayıcı şekilde eleştiriyordu ki, şaşırmamak imkansızdı. Bir gazetecinin eleştiride bulunması son derece doğaldır, ancak diliniz amacını aşar ve hakarete varacak kelimeler kullanmaya başlarsanız, işin rengi değişir. Gazeteci değerlendirme yapar, fikrini söyleyebilir, ancak bir “taraf” olmamaya dikkat eder. Hiç değilse her iki tarafı da ele alır.
Meslekdaşımı dinledikçe, kendi kendime “Kardeşim sen gazeteci misin, yoksa politikacı mısın?” dedim.
Bir başka kanala geçtim, bir de ne göreyim...
Gerçekten kimse kızmasın, kimse tek başına sorumluluğu almasın kimse de sorumluluktan kaçmasın, şu son günlerde birden bire başlayan sokak olaylarının temelinde, liderlerimizin birbirlerine karşı yürüttükleri son derece sert kampanyalar ve yaptıkları suçlayıcı konuşmalar yatıyor. Bunlara birde medyanın kışkırtmasını eklersek sonuç ortada.
Biri daha fazla, diğeri daha az değil.
Başbakan kiminin hayran olduğu kiminin eleştirdiği o kendine özgü üslubunu en çok bu seçimde kullanıyor. Sinirler geriliyor. Yaptığı suçlamalar herkesi etkiliyor. Hele Ak Parti liderinin her dediğine inanan bir kesimden geliyorsanız, vay karşınızdakinin haline.
Kılıçdaroğlu deseniz, konuşmaya başlayınca, öylesine sert suçlamalarla ortaya çıkıyor ve Erdoğan’ı öylesine yerden yere vuruyor ki, sanki 8 yıldır bu ülkeyi yöneten bir kişiden ve partiden değil, sadece yolsuzluk düşünen bir grup ve onun liderinden söz ediyormuş izlenimi doğuyor. Meydanları dolduran onbinler, TV’lerdeki yüzbinler de infial duyuyorlar. AK Parti döneminde yapılanların bazılarından memnun olanlar bile bu yüzden Başbakan’a karşı öfkeleniyor.
Türkiye, Pazartesi akşamüstünden itibaren şaşkınlık içinde.
Orgeneral Bilgin Balanlı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görev başındaki en üst düzey komutanlarından biriydi. Akademiler gibi, TSK'nın en can alıcı merkezlerinden birinin başındaydı ve üç ay sonra da, büyük ihtimalle, Hava Kuvvetleri Komutanı olacaktı. Savcı istedi, delilleri yargıçların önüne koydu, mahkeme de tutuklanmasına karar verdi.
Şimdi, sürekli aynı sorular soruluyor.
- Nasıl olur da, Akademiler Komutanı Org. Bilgin Balanlı tutuklanabilir?
- 3 ay sonra Hava Kuvvetleri Komutanı olacak bir orgenerale böyle bir muamele yapılır mı?